Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

30 Aralık 2013 Pazartesi

Wishlist for 2014

İnsanın yaradılışı gereği sürekli daha fazlasını isteme, beklentilerini hep yükseklerde tutma, bir arzuyu elde edinceye dek yaşadığı heyecanı o arzuyu elde ettiğinde muhafaza edememe -yine son derece insani olarak- ve hızlıca tüketme gibi birçok duygunun içinde topluca dolanıp duruyoruz.

Açıkçası maddi ya da manevi isteklerimiz arasında duygu anlamında büyük farklılıklar olduğuna inanıyorum ben. En azından kendi iç dünyamda duygularımı yakın olarak takip ettiğimde ulaştığım yer burası. Buna inanıyorum, zira yaşadığım çevrede de bunu gözlemleyebildiğim anlar oluyor.. Maddi isteklerin duygu gelişimi bir döngü gibi hep birbirini izliyor; istiyor, kavuşuyor, gözlerimizi ışıldatıyor ve aynı hızla tüketiveriyoruz.. 

* * *

Meditasyon sayesinde hayatıma daha da etkin bir şekilde kattığım, şükretme ve yetinme yanımı 2013 yılında daha çok seviyorum. O yanımın sanki daha çok şefkate ihtiyacı varmış belki de bilemiyorum, ama seviyorum bu yanımı. Hayat böyle olunca çok daha kolay anlaşılıyor, üzerine bir de yumuşacık akıp gidiyor gibi... Bu demek değil ki dengelerim hiç şaşmıyor ya da hayattan daha fazlasını istemiyorum.. Aksine, istemekten asla vazgeçmiyor, dengesizliklerimi de aynaya baktığımda bir bir fark edip, ehlileştirebiliyorum. Ya da çabalıyorum demeliyim.. Ama kesinlikle şunu diyebilirim ki; istemeyi ve dilemeyi iç huzurum ışığında yaptığımda kendimi daha iyi hissediyor ve isteğimle daha yakın bir bağ kuruyorum..

Sonu maddiyata bağlı olan her şeye, ama her şeye bir şekilde sahip olabileceğim bilinciyle yaşamak eriştiğim en güzel bir yer diyebilirim. İşte bu nedenle de upuzun bir wishlist hazırlayıp yıl boyunca o listeyi tiklemeyi bırakalı uzun bir zaman oldu... Her yıl yaptığım gibi; meditasyon seanslarımı sıklaştırdığım yılın son günlerinde 2013'ü ve tüm getirilerini sevgi ile kucaklayıp -türlü zorluklar içerse de 2013 benim adıma pırlanta gibi bir yıldı- 2014 yılına el’lerimi umut dolu uzatmak istiyorum..

Sizler de maddi ya da manevi her ne arzu ediyorsanız, her birinin sevgiyle ve hayırla gelmesini dilerim!

Mutlu Seneler
lulu
x

 

2 Aralık 2013 Pazartesi

Atina : Yeni kesifler

Yıllardır en sık ziyaret ettiğimiz şehirlerin başındadır Atina. Şehrin karmaşasını, trafiğini, baktığımız pek çok noktadan görme şansına sahip olduğumuz görkemli Akropolis'ini, geç dolan ama asla erken saatlerde boşalmayan restoranlarını, şehir sakinlerinin hem heyecanlarına dayalı telaşlarını hem de hayret edilecek rahatlık anlayışlarını, leziz yemeklerini ve bu listeyi uzatabileceğim daha birçok detayını çok ama cidden çok severiz.

Bu yıl Atina günlerim, önce en yakın arkadaşlarımdan birinin düğünü, sonra da yeni bir Yunan adasını keşfetme heyecanımız sayesinde yine dolu dolu geçti. Her iki seyahat süresince, şehri yürüyerek ve yeni yeni lezzet noktalarının peşinde koşarak deneyimlemeye çalıştık. Eee haliyle tavsiye edilecek yeni notlarım oldu sizler için..



Mayıs ayında yaptığımız Atina ziyaretinde, Glyfada’da bulunan ve düğünün yapılacağı gece kulübüne yakın olan bir otelde ağırlandık. Aslında bu vesile ile hem ilk kez Atina'nın merkezi dışında bir noktada konaklamış olduk hem de yeni yeni gelişmeye ve popüler olmaya başlamış sahil semtlerinde vakit geçirdik..

Glyfada; Atina'nın güney kıyı bölgesinde bulunan ve sonradan geliştiği için modern bir mimariye sahip olduğunu söyleyebileceğim semtlerinden biri. (Glyfada’nın ağaçlarla kaplı ara sokaklarını bizim Caddebostan’ımıza benzetirim hep) Semt deniz kıyısına çok yakın olduğundan sahil kısmı tamamen özel plaj işletmelerine ayrılmış durumda. Bu plajlar yeni liman bölgesi Vouliagmeni'ye kadar uzanıyor. Deniz ise elbette ülkenin enfes mavilerinde yüzdükten sonra pek de tatmin edici bir su rengine sahip değil, ama yine de bu plajlar içinde kaliteli işletmeler mevcut ve sıcak Atina günlerinde güneşin ve denizin tadını çıkartmanızı sağlarlar..

Sahilden uzaklaşıp Glyfada’nın günlük yaşamına karıştığınızda ilk farkedeceğinız şey, size hemen bizim Bağdat Caddesi’mizi anımsatacak geniş alışveriş caddesi Metaxa. Metaxa'ya sahilden çıkan her sokak oldukça ferah ve karşılıklı birçok mekan ve mağaza bulunuyor bu sokaklar içinde..

Opus caddenin en havalı kafe, bar ve gece kulübü işletmesi. Opus’un lezzetleri kadar havalandırma sistemini ve hızlı servisini de seviyoruz biz. Efie sayesinde keşfettiğimiz mekanın sahibi Yunanlı ünlü sanatçı Antonis Remos. Sahibinin Remos olması, hem avantaj hem de dezavantajları beraberinde getiriyor mutlaka, ama mekan sahibinin (çoğu zaman) negatif eleştiri yapacak insanlarla da çevrili olması biz ziyaretçilerin lehine bir durum oluşturuyor.. Yani mekan daima özenli, daima güleryüzlü bir servise sahip ve lezzet çıtası da hep yukarılarda tutulmaya çalışılıyor. Gece dışarı çıkmak için de şehrin en iyilerinden biri kabul ediliyor Opus. 
(Adres: Pandoras 9, Glifad)

Sardelaki
bence semtin "en" iyi deniz ürünleri restoranı. Ben pek "en" kelimesini kullanmayı sevmem, ama Glyfada'da daha iyi bir örneği olmadığına neredeyse eminim.. Burada Yunan meze örneklerinin en klasiklerini lokal bir müşteri kitlesi beraberinde çok keyifli bir öğle yemeğine sahip olarak tadabilirsiniz.. Sardelaki’de porsiyonlar büyük, sunumlar hep o sevdiğimiz Yunan detaylarıyla süslenmiş ve mekan yoğun bir trafiğe sahip olsa da servisleri gayet hızlı ve tatmin edici...
(Adres: Fivis 15, Glyfada)

Semte havaalanından otobüs ile 45 dakika gibi bir sürede (taksi ile 25 dakikaya iner bu süre) ulaşmak mümkün. Metro ile Atina merkeze gidip, oradan tramvay ile de semte geçebiliyorsunuz, ama tramvayın dur/kalklar nedeniyle toplamda 45 dakika gibi bir sürede semtte olması yolculuğu gereksiz uzatıyor.. O nedenle havalimanından gelirken otobüs ya da taksi kullanmanız en ideal çözüm..







Eğer bu upuzun sahil yolunu severseniz; hem deniz yakınında olmak hem de keyifli bir akşam yemeği yemek için şehrin yeni gelişen sahil semtlerinden biri olan Vouliagmeni’de, yat limanının içinde bulunan Moorings’i kesinlikle önerebilirim. Düğün öncesi Efie’nin son "bekar" yemeğini burada yedik biz, yani manevi olarak da pek önemli bir mekan bizim için.. Bunun dışında restoranın ambiyansı harikaydı ve lezzet konusunda bizi tatmin etti.
(Adres: Marina Vouliagmeni)


 


Düğün sonrası, şehre veda etmeden evvel Microlimano’da bulunan, çok sevdiğimiz ve artık kendi Atina seyahatlerimiz için bir klasik olarak kabul ettiğimiz balık restoranı Ammos‘da mutlu bir öğle yemeği yedik sevgiliyle... Ammos'un basit ama yaratıcı dekoru ile lezzetli mezeleriyle kavuşmak bize hakikaten pek iyi geldi, düğün yorgunluğumuzu aldı üzerimizden..  Ayrıca, liman izleme aşığı bir çift olarak bu restoranın manzarasını da çok sevdiğimizi ekleyebilirim buraya..






2013 yılı içindeki ikinci Yunanistan seyahatimiz ise hem yaz sezonunu kapatmak hem de arkadaşımız Stellios'u ziyaret etmek için gittimiz Aegina Adası olmuştu. Elbette bir ada ziyaretinin en sevdiğimiz yanlarınından biri de Atina ile yeniden buluşma şansıydı ve bu vesileyle Atina'da seyahat başı bir, seyahat sonu bir gece olmak üzere toplamda 2 gün 2 gece daha geçirebildik. Ve bu kez neredeyse tüm zamanımızı şehrin en havalı semtlerinden bir kabul edilen Kolonaki bölgesine ayırdık.

Kolonaki Atina'nin en popüler semti. İlla bizim şehrimiz ile karşılaştırma yapmamız gerekirse, Atinalılar için bizim Nişantaşı’mız anlamına geliyor kendisi. Gündüzü ayrı gecesi ayrı keyifli bir semt gerçekten de
. Atina’dan bağımsız kendi yaşam dinamikleri var ve bu hali ile merkezin zaman zaman yorucu olabilen görüntülerinden uzak kalabiliyor. İlk gece Efie'ye göre bu semtin en iyi mutfaklarından birine sahip Prytaneion’da bir akşam yemeği yedik. Ana yemek tabakları beni çok memnun etti diyemeyeceğim, ama başlangıç olarak aldığım cheese pie inanılmaz lezzetliydi. İki kez sipariş edecek kadar sevdik bu tabağı.

(2019 Revize Bilgi: Üzücü ama bu restoran Yunanistan’da yaşanan kriz günleri sonrası kapanmış durumda.)





İkinci akşamımızda ise; teyze olacağımın harika haberi ile Efie'nin de merak ettiği İtalyan restoranı Malconi's de bir akşam yemeği yedik. 
Bizim açımızdan manevi de bir kıymeti var artık mekanın ama yine de ana yemekleri Prytaneion'a göre çok çok daha başarılıydı diyebilirim. Hatta yediğim antrikot Yunanistan'da deneme şansı bulduklarım içinde iyi bir sıralamaya girer diye düşünüyorum. Bu arada Malconi's yemek servisi sonrası geceye bar olarak devam ediyor ve müzikleri geceyi uzatmak için gayet davetkar diyebilirim... 
(Adres: Patriarhou Ioakim 43 - Ploutarchou 23, Kolonaki)

Yunan mutfağında yaşadığımız sayısız deneyim sonrası şehirdeki alternatif lezzet noktalarına da yönlendiriyorlar bizi haliyle.. Efie ile gittiğimiz İtalyan restoranı sonrası, Stellios'un önerisiyle 
farklı ve önermeye değer bir öğle yemeği yediğimiz Meksika Mama Roux deneyimimiz oldu bu kez de... Restoran şehrin Monastraki bölgesine çok yakın bir konumda bulunuyor ve Meksika ve Orta Doğu mutfağı arasında dolanan bir menüsü vardı. Ben yine eski damak keyfimin favorilerinden ilerleyerek Quesadilla ve Tacos yedim burada, zira içine avokado ilişmiş ne varsa çok sevdiğim gibi bu ikiliyi de pek seviyorum..
(Adres: 48-50 Aiolou Str.)



Havanın güzelliği her iki seyahatin de bir başka keyifli yanıydı. Yaşadığımız her anı taçlandırdı, her tabağa daha da lezzet kattı. Yaşanan ekonomik krize inat Yunanlıların hayata devam ediyor oluşu da bizi umutlandırdı yaşama dair.. İnsanların şartlar her ne olursa olsun kendi öz huzurlarını korumaları sanırım bu ülke insanına dair en sevdiğim özellik.. Üç günlük dünya neticesinde..

sevgiler
lulu

25 Kasım 2013 Pazartesi

Son Askim : Mums Cafe / Karakoy

Karaköy son zamanlarda İstanbul'un beni en çok heyecanlandıran semti.. Hak ettiği değeri görmeye başladığını hissettiğim şehrin bu eski yerleşiminde gün geçmiyor ki yeni bir mekan açılmasın.. Dahası, açılan mekanların hepsi de birbirinden özenli, keyifli ve deneyimlemek için beni heyecanlandırıyorlar.

Tüm bu mutlu Karaköy semti gelişimi içinde beni en mutlu eden mekan ise, kaleme aldığı lezzet ve mekan postlarına doyamadığım blog "Tuz ve Karabiber"in sahibi sevgili Yıldız'ın göz bebeği MUMS.



Karaköy'ün daracık sokaklarının belki de en güzelinde olan Mums, Fransız Geçidi’ne çıkan sokaktan yürürken minik butikler ve rulmancıları geçer geçmez, Fransız Geçidi’nin hemen girişinde bulunuyor. Henüz içeri adım attığınız an bizi mutlu eden, daha önemlisi yoğun iş hayatından ya da stresli İstanbul günlük hayatımızdan bizi sıyırıp kendi dinginliğine çeken bir hissi var Mums’ın. 



Sıcak ve samimi bir ortamda kendi özgürlük alanlarımızı yalnız başımıza da yaşayabileceğimiz ya da bizim geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız gibi muhabbetine doyamadığımız arkadaşlarımızla bir araya gelip gevezelik edeceğimiz şahane bir mekanımız oldu şehirde diye düşünüyorum.

Mums ile ilk tanışmamızda mekanın alternatif kahvaltısını denemeyi tercih ettik biz.. Alternatif diyorum, zira açık büfe sevmiyor olsam da butik bir açık büfenin ne kadar sevimli ve de özenli olabileceğini deneyimlemiş oldum Mums sayesinde.. Kahvaltının yıldızı, yeni yeni beslenme düzenime girmiş olan Quinoa (kinoa) Salatası'nın nefis yorumu oldu benim açımdan. Protein açısından et ile yarışacak kadar zengin, kalsiyum ve demir açısından da oldukça zengin olan ve dahası glüten de içermeyen kinoa; lezzetinin de verdiği destekle sanırım bundan böyle menülerde çok daha sık karşımıza çıkıyor olacak. (zaten –dünya kinoa stokları fazla verdi sanırım- 2013 yılı kinoa yılı olarak belirlenmiş gastronomi dünyasında..) 

Ben ya da biz demeliyim, kahvaltımız ile son derece mutluyken, Alpcan da kendi dünyasında kelimenin tam anlamıyla saf bir özgürlük yaşadı Mums'ta ve mekanın duvarlarına en sevdiği şeyi yaptı, yani özgürce resimler çizdi..





Yıldız'ın kendi mekanında en sevdiği küçük ayrıntılar, mekana girer girmez her ziyaretçinin de hızlıca ilgisini ilk çeken ayrıntılar oluyor.. İçi dolu dolu, duygularda kıpırtılar yaratan mottolar bunlar.. Belki de bu mottolar sayesinde mekan ile bir anda kuvvetli bir bağ bile kuruyor olabilir misafiler... Mekandan uzun süre kalkmak istemelerinin nedeni de bu bağdır diye inanıyorum ben.. Öyle ki; kahve içmeyen biri olmama rağmen, burada bi macchiato da içmeliyim diyerek Mums günümüzü daha da uzatmıştım...





Akıllı telefonlarla her gün artan fiziksel temasımız sonucu gittiğimiz mekanlarda şarj eksiğimizi tamamlayacağımız prizlere yakın olma isteğimiz çok anlaşılır bir durum. Tabi buna bir de kısa ötesi sarj kablolarımız da eklenince, prizler dahi yetersiz kalabiliyor ihtiyaç anlarında.. Mums bu hassas noktaya pek güzel bir çözüm bulmuş ve bu sayede mekanda bulunan müşterilerinin sarj problemi yaşama ihtimalini ortadan tamamen kaldırmış ve prizleri hemen minderlerin altına, masaların yanı başına ekleyivermiş.. 



Annelerimizin (belki de artık yalnızca anneannelerimizin) el emeği göz nuru olan kolalı danteller harika bir fikirle mekanın dekorasyonuna adapte edilmişler, ve bu sayede yeniden günümüz dekorlarında kullanılmak üzere bir “diy” projesi olmuşlar adeta.. Harika bir fikir olduğu kadar çok da şık diye düşünüyorum.



Mekanın küçük notlar yazarak modunuzu yükselten ya da sizden sonra geleceklere bir not bırakmak isterseniz hemen bir şeyler karalayabileceğiniz nefis de bir fayans duvarı bulunuyor! Alpcan’ın özgürleştikçe özgürleştiği harika bir alan oldu bu duvar.. O gün Alpcan'ın duvar boyayarak geçirdigi dakikalar, daha sonra Yıldız’ın annesi İlkin Hanım ile muhabbet ettiği enfes bir paylaşıma dönüştü.. Bir anne olarak aralarında yakaladıkları enerjiye hem hayran kaldım hem de bir parça Alpcan'ın sosyalliği ile gururlandım diyebilirim..



 



Mums enfes bir gün yaşattı bize o gün.

Bu vesileyle; tüm Mums ekibine, sevgili Yıldız'a ve Yıldız'ın en büyük destekçisi ve ayrıca mekandaki yoldaşı annesi İlkin Hanım’a da gönülden teşekkür etmek istiyorum.

En kısa zamanda uğramanızı ve bu duyguları sizin de yaşamanızı dilerim.. 

sevgiler
lulu
x

30 Eylül 2013 Pazartesi

Mutlu Bir Yaz

Geriye dönüp bakınca içimi ısıtan "Mutlu, umutlu bir Yaz"dı diyebiliyorum...

Güzel tatiller, leziz yemekler, enfes okumalar, bir dolu a-acaiip film, dostlarım, paylaşımlarımız, çoğalmalarımız, meditasyonun olumlu ya da olumluya döneceğine daima inandığım kısa süreli negatif etkileri, keyifli uçak yolculukları, hayatımın en güzel yaşına dediğim merhaba, Aşk ve Alpcan....

Hayat, sana bir kez daha teşekkür ederim.
Şükürler olsun her bir anına... 



Yaz en yakın arkadaşımın düğünüyle başlamıştı. Harika anlar ile anılarımız zenginleşmişti. 



Sonra beni gerçek anlamda hayatımın bir döneminde yaşamayı hayal ettiğim "Eze Village" ile tanıştırmıştı..

Eze, 2013 Cote d'Azur seyahatimin en etkileyici adresi olmuştu. Köyün ara sokaklarında sakince dolanırken bir hafta sonu sırf yazmak için bile olsa, yeniden gelip konaklamak için kendime söz vermiştim.. Sabahları köyden yürüyerek inip (mümkünce Nietzsche'nin enfes patina yolundan) gözlerimi hemen aşağıda gördüğünüz manzaraya açarak yeni güne merhaba demeyi düşlemiştim.. O ana tam olarak "cennetimden bakarken" diyebilirdim çünkü.. 



Ben dolu bir seyahat yaptım! Floransa aşkım ile yeniden kavuştum, kendime döndüm, ben'imi yeniden keşfettim.. Dönüş yolculuğunda bulutların üzerindeyken yine ve yine en çok "şükürler olsun" geçti içimden..



Son yılların en leziz şarabını bu yaz içtim.

2006 yılında tarihlenmiş bir kırmızı Rubesco! 
Hatırlanası keyfimiz uğruna mantarı bile evimdeki en kıymetli koleksiyon olan "Masumiyet Müzesi"nde yerini aldı... 



İyi yemek yaparım da, hayatımda ilk kez ve ilk denemede enfes bir lezzet noktasına erişebildiğim levrek buğlama yaptım.. Bir balık yemeği de "mutlu yaz anıları"na yazılır mı demeyin sakın! Mutfak beni her zaman besledi, medite ve mutlu etti...  



34 sayısına olan manevi bağlılığım düşünülürse, meğer beklediğimden çok daha güzel bir yaşmış da o yüzden ben kendisini çok severmişim hissiyle dolup taştım bu yıl... Kutlamalar, minik hatırlanası pastalar ve harika cümlelerin ilgili kişisi oldum, mesut oldum.. Yeni yaşın en değerli hediyelerinden biri adıma dikilmiş "20 adet fidan"dı.. Ne tatlıydı!



34 yıllık hayatımın tatlı tuzlu tecrübelerini alıp bileğime takmak istemiştim bu yıl... Kendime ait ve baktığımda bana olduğum beni hatırlatacak bir bileklik buldum sonunda. Hem de "ben" seyahatim Floransa'da ve 
Kiel James Patrick markasında..



Bodrum/Mazı benim yazlarımın belki de en kıymetli anlarını veriyor bana senelerdir.. Ritüeli bozmayıp kendisine yeniden kavuştuğum için son derece mutluyum.. Sessiz bir doğaya gözümü açıp, gerçekten yüzümü deniz suyu ile yıkayabildiğim, "Günaydin Hayat" demenin en buyuk hazzını aldığım ve tüm lüks beklentilerinden sıyrılarak "cennetim" dediğim sığınağım o benim...  



Alpcan ile taçlanmış, güzel ailem benim. Bu yaz da karşılıklı verdiğimiz tüm emek ve özenin karşılığını sağlık ve mutluluk olarak geri aldık evrenden.. Yazlık günleri, özlem günleri vs derken zaman geçti ve geriye yalnızca bizim olan ve mutlu olduğumuz anların huzurlu anıları kaldı.. 



Ve, mutlu yaz kendini hüzünlü sonbahar aylarının kollarına bıraktı... Sonbahar demek hüzün demek belki çoğumuz için, ama ben illa ki bir bahar sevinci bulurum bu aylarda da...

Can'ım Belgrad'ım. 
Hafta sonlarımın nefes anları.. 



Daima sevgiyle... "Daima"

lulu
x

9 Eylül 2013 Pazartesi

CANNES


Bir seyahat sever, üzerine bir de sinema severseniz gitmeyi hayal ettiğiniz şehirler listesinde mutlaka Cannes bulunuyordur diye düşünüyorum...   

Benim hayata bakış açımın merkezinde beklentilerimi maddi ya da manevi olarak çok yüksek bir seviyede tutmamak var, zira tüm huzurun basit bir düşünce bulutunda saklı olduğuna "kendimce" ve neredeyse eminim... Elbette en iyisini, en güzelini ben de isterim tüm kalbimle (evren de zaten "iste" diye salık verir...), ama bu isteme halinin de yolları vardır benim nazarımda ve bunları maddiyatla ilişkilendirmemeye itina ederim. Bu huyum 30'lu yaşlarımın başına dek yaşadığım olumlu olumsuz tüm hayat deneyimleri ile şekillendi ve şekillenmeye devam ediyor diyebilirim ve bu yolda bana ayna olan her bir bireye de minnettarım.

Heyecan.. İşte tam bu noktada maddi değeri çok yüksek olan ve zorla erişebileceğimiz bir eşyaya sahip olmak heyecanı yerine, bana hakikaten iyi gelecek manevi belki de bir bakıma ruhani bir heyecanın peşinden koşmayı yeğliyorum... Seyahat etmek ve her seyahatte bir parça daha kültürlendiğimi, geliştiğimi, yenilendiğimi hissetmek bu yüzden bana "hayat" verdi, veriyor..

Cannes, Code d'Azur seyahatimin fikren en heyecanla beklenen şehriydi inkar edemem.. Cannes nasıl bir ruhani tatmin verebilir demeyin.. Kimsenin düşünce bulutunun içinde neler olup bitiyor, o şehrin sokaklarında adım atarken o buluttan hangi parçalar kopup kopup önüne geliyor bilemezsiniz.. Ben de bilemem kendime dair zihnimin kıyı köşelerinde neler olup bitecek..   

Evet, ben bir sinemaseverdim ve o şehirde bulunmak her sinemasever için olduğu gibi benim için de anlamlıydı.. Her yıl takip ettiğim festival, hatta kırmızı halı, jüri üyeleri, yorumlar, izlemek istediğim filmleri listelediğim minik not defterlerim, izledikten sonra bana düşündürdükleri, hayatımla özdeşleştirdiğim kimi sahneler...  

Festivalin kapitalis sistemi destekleyen bariz bir yönü var ve zaman zaman çok acımasızca da eleştirilir bu yönü, ama yine de biz gibi sinema sayesinde kendini çok daha iyi hisseden, hatta kendini gerçek anlamda tanımaya çabalayan bireyler festivalin bu yönüne takılıp kalıyor mu çok emin olamıyorum... En azından ben onlardan biri değilim...

İşte bu sinema sevdası yüzden ilk önce Palais des Festivals et des Congres binası önünde bulunan kırmızı halıya doğru adeta koştum diyebilirim. Kabul, aşırı turistik bir hareket kendisi, ama çok çok mutlu etti beni o merdivenlerde bulunmak..  Aklıma bir dolu fotoğraf karesi geldi o merdivenlere bakarken. Hatta birçok da sansasyonel haber hatırladım film festivallerinde yaşanan.. Merdivenler sonrası, kongre binası çevresindeki kaldırımlarda olan yıldızların el izlerini inceledik sevgiliyle. O anlar Alpico için de tatlı bir oyun zamanı gibi oldu.. Bize filmler hakkında konuşmak için zaman tanıdı.. 

Kendine has, özgür ve çok havalıydı Cannes. Biraz torpil yapıyorum kendisine elbette, ama bir yandan da tam hayal ettiğim gibiydi. Sanat ve lüksün birleştiği sahil şeridi, dünyaca ünlü markaların prestij mağazaları, küçük Fransız pastaneleri, daracık sokakları ve içimizi ısıtan restoranlarıyla şehir bana ruhunu çok net ve beklediğim kadar hissettirdi diyebilirim. Ki diğer Fransız şehirlerinin sahip olduğu doğal güzelliklere asla sahip olmadığı halde...

Seyahatin en özenli günü ilan ettiğimiz Cannes şehir turunda, Boulevard de la Croisette boyunca gerçek anlamda salına salına yürüdük sevgiliyle. Hava sıcaktı ve biz Alpico'muzu da düşünerek Le Suquet'in dar sokaklarını takip ederek ulaşılan şehir kalesine çıkmayıp şehri kuş bakışı izlemekten vazgeçtik. Vaktimizi daha çok plajda geçirdik ve bu çok doğru bir karar oldu diyebilirim. Cote d'Azur sahillerinde bulunması pek mümkün olmayan kumu Cannes sahilinde bulmak ve keyif yapmak üçümüze de çok iyi geldi. Plaj işletmeleri elbette müthişti. İkonik fotoğraflarda gördüğümüz nostaljik sahnelere benzer kareler çarpıyordu gözümüze çevreye her göz attığımızda.. Ancak denizi için pek iç açıcıydı bir yorum yapamam, hatta vasattı bile diyebilirim..

Plaj sonrası şehrin en ikonik otellerinden Intercontinental Carlton'ın barında Martini (bu benim kişisel hayalimdi) üzerine beyaz şarap keyfi yaptık sevgiliyle. Sanki bir filmin ön gösteriminden çıkmışız da bir sinemasever olarak filmin üzerine tartışma yapmak adına gelmişiz gibi...  

Carlton sonrası sokaklarda salınırken notlarımda olan "Laduree'a mutlaka uğra" direktifini de atlamadım.. Laduree ve makaronlarını severim. Lezzetine tutkun olduğumu söyleyemem, ama kendi çapımda senelerdir biriktirdiğim macaron kutuları koleksiyonum olduğundan, Cannes'a gelip de buradaki Laduree şubesine uğramadan dönmek elbette istemedim.. Alışveriş anında öğrendiğim kadarıyla, 2014 yazında Cannes şehrine özel kutular da tasarlanacakmış. 2013 yılında olduğumuz için bu özel kutulardan alamadım elbette, ama koleksiyonumda olsun istediğim ve Cannes'e de bir parça yakıştırdığım bir kutu seçebildim..

Seyahat dönüşü buradan aldığımız maraconlardan biri ise Alpcan'ın ilk macaron denemesi olarak ailemizin kişisel tarihinde tatlı bir yer buldu...    


NOT: Harita üzerinde bakarsanız, Cannes'ın hemen yukarısında dünyanın ilk ve söylenenler doğru ise tek parfüm şehri olan Grasse bulunuyor. Grasse şehrinde, 16.yy da parfüm endüstrisini başlatan ünlü parfüm evi Fragonard'ın ve diğer büyük parfüm üreticilerinin fabrikalarını gezip, üretim süreçlerine ve hikayelerine tanıklık ediliyor. Chanel No:5′in çiçekleri hala bu şehrin çevresinde bulunan tarlalardan toplanırmış örneğin... Parfüm ve şehir öylesi bütünleşmiş ki; parfümlü yemekler yapan bir restoranı dahi var..

Şehre tren ile ulaşım son derece kolay. Hatta günlük bir ziyaret için Grasse ve Antibes'i birlikte planlamanızı tavsiye edebilirim. Eğer aracınız varsa, minik bir ek tavsiye olarak Saint Paul de Vence köyüne de uğramanız enfes seyahat anılarının kapılarını aralayabilir... Bana güvenin....

Sevgiler
lulu
x

23 Ağustos 2013 Cuma

Kısa Kısa Floransa

"Ben" dolu geçen günlerin ardında kalan tatlı Floransa notları... 



Bu şehirde yapmayı en sevdiğim şey; Floransa dendiğinde birçok kişinin hemen aklına gelen simetrik güzel Ponte Vecchio köprüsüne bakmak, ya da bakakalmak... İkinci
 Dünya Savaşı sırasında Almanların bile bombalamaya kıyamadığı söylenen bir güzel neticede kendisi.. Gece veya gündüz, uzun ya da kısa, Arno nehri kıyısından geçerken görünen ya da seyre dalmak için gidilen..
 
Bir Rönesans şehrini, dahası Rönesans'ın anavatanını müzeleri merkez almadan gezmek mümkün olabilir mi? Bu açıkçası ciddi bir soru oldu benim için; çünkü bu şehirde rönesansın izlerini takip etmeden ne yapılır pek bir fikrim yoktu.. Sonra kendime şunu dedim; "bu şehirde binaların içi de dışı da bir müze kabul edilebilir ve eminim şehrin mağazalarının içlerinde bile sanat dokunuşları beni bekliyor olacak". Ki bu düşüncemin Max Mara'nın mağazasını gezerken gördüğüm muazzam tavan freskleri sayesinde ne kadar doğru olduğunu da deneyimledim..


Mağaza demişken, Salvatore Ferragamo'nun tasarım ve yönetim ofislerinin de bulunduğu tarihi binası ve vitrinleri de birer müze havasında diye düşünüyorum.. Mağaza içindeki "Made to Measure" ayakkabı servisi de ilgi çekici bir nokta. 1938 yılında Somewhere Over The Rainbow filminde Judy Garland için hazırlanmış özel ayakkabıyı da bu vesile ile mağazada görebiliyoruz. Ayrıca mağaza içinde, geçmişte özel olarak dünya starlarına üretilmiş ayakkabı modellerinin yeniden üretilip, satıldığı bir bölüm de var. Kim istemez ki Audrey Hepburn ile aynı model ayakkabıyı giymeyi? (yıl 2013, dilerim uzun yıllar bu bülümler ziyaretçileri selamlar.)

 

Kahve sev(e)miyorum, ama iyi bir tavsiyeci olabilirim... 

Cafe Gilli, Floransa'nın 1733 doğumlu ikonik pastanesi. Her Avrupa şehrinin bir meydan güzeli oluyor, biliyorsunuz. Gilli de Floransa'nın Repubblica Meydanı'
nda bulunan ve her daim şehir yaşamını gözlemleyecek en doğru soluklanma noktası olarak kabul edilebilir. Efsane barına uğramadan, tiramisusudan tatmadan ve sokak müzisyenlerine yalnızca kulak değil kalbimizi de açmadan şehirden dönmek haksızlık diye düşünüyorum.. Öyle yüksek duygularla seviyorum ki bu mekanı, kahve sevmiyor olmama rağmen bir marocchino keyfi yapmak hoşuma gidiyor.. 

1800'lü yıllarda Floransa İtalya'nın başkenti olduğundan liberal fikirlerin havada uçuştuğu müşterisi kitlesinin uğrak yeri imiş Gilli. Daha sonraları ise sayısız sanatçıya açmış masalarını... (Silvio Polloni, Egisto Ferroni, Emilio Pucci gibi..) İşte benim için aynı Paris'te de olduğunu gibi bu isimlerin zamanında müdavimi oldukları bir mekanda bulunma hissi hakikaten tanımsız.. Işınlanıyorum adeta o günlere, açıyorum kitabımı ve çoğu zaman da herkesten ve her şeyden bağımsız dalıyorum hayallere... 

Hani çok sevilen ve (ben içmiyor olsam da) sipariş etmeye, barda ve ayakta tüketmeye bayıldığımız sabah kahveleri için de bir tavsiyem olacak. Caffe Paszkowski. Dilerseniz burada da oturup keyif yaparsınız elbette, ama İtalyanlar için bşr ritüel olan "barda ve ayakta" kahvesini verdiği keyif bir başka!

Caffe Giubbe Rosse, şehrin yine efsane kahvecilerinden. 1800'lerin sonlarından beri oradalar ve mekanın duvarları dönemi 
incelemek açısından nefis bir örnek. Bu kahve dükkanı beni hakikaten çok mutlu ediyor. Kendimi o sınıfa koymuyorum, ama entelektüel bir bakış açısına sahip birinin de mutlu olmamasına pek imkan vermiyorum.. Duyduğumda çok hoşuma gitmişti; Fransız yazar Andre Gide zamanında bu dükkanda satranç oynarmış.. 

Piazza San Marco'da Gran Caffe San Marco kahvelerinin de tadına bakabilirsiniz.. Burası için şehrin 
en iyi kahve dükkanı deniyor...

 

Dondurma!

İtalya genel olarak bir "dondurma" ülkesi bunu hepimiz biliyoruz. İtalyanların gelato diye seslendikleri bu lezzet Floransa şehri ile de güzel bir ikili olmuş zaman içinde zaten ve bu sayede şehrin hemen hemen her noktasında nefis denemeler yapabileceğiniz gelateria-lar bulmak mümkün. En iyisi "bu" demek pek sevdiğim bir şey de değil bu arada, çünkü damak zevki son derece değişken olabiliyor kişiler arasında.. Kimi krema kıvamını seviyor kimi sert ve daha tok.. Kimi lezzete odaklanıyor kimi ise içeriğe ve artizan olmasına...

Gelateria La Carraia daha önceki seyahatte pek sevdiğim bir dükkandı. Kremsi dondurmalar o dönem daha çok ilgimi çekiyordu çünkü.. Kahveli dondurmayı da ilk orada tatmıştım... Ama artık daha çok artizan yani "artigianale" dondurma peşinde koşuyorum seyahatlerimde. Günlük taze ve doğal malzemeler kullanılmış, yapay şeker ya da renklendirici içermeyen dondurmacılar bunlar. Dondurmaların renkleri diğer tezgahlar gibi parlak ve canlı durmuyor belki ama lezzet ve içerik beni kesinlikle tatmin ediyor.. Grom İtalya'nın birçok şehrinde ve dünyadada birçok şehirde karşınıza çıkan bir dondurmacı. Neticede zincir bir isim ve endüstriyel üretim tarzı yüzünden tercih edin istemem açıkçası... (Lokal olanı koru ve yücelt sevgili okucuyu..)

Badiani'den de bahsetmek istiyorum. Aslında bir pastane burası ve ismide Floransalı bir mimarın isminden alınmış; zira kendisi dondurmanın mucidi kabul ediliyormuş. 

Bu seyahatte artizan dondurma dükkanı La Strega Nocciola oldu benim yeni keşfim. Kırmızı greyfurt ve bitterin ne derece enfes bir ikili olduğunu öğrendim sayelerinde....

 

Aperitivo Time...

Aperitivo İtalya'nın daha çok kuzey şehirlerinde ya da sahillerinde karşımıza çıkan en büyük keyif olduğunu söyleyebilirim. Ben genelde şarap tercih ediyorum bu vakitlerde, ancak bu seyahatte Crema di Melone girdi hayatıma. Benim gibi hafif ama damak keyfini yukarılara taşıyan likör denemeleri yapmayı siz de seviyorsanız, öneririm.

Caffe Sant'Ambrogio şehrin sevilen ve klasik kabul edilen mekanlarından biri. Hava güzelse Sant'Ambrogio Kilisesi önünde nefis bir aperitivo vakti yaşayabilirsiniz ki bu mekanın içeceğinizin yanına sunduğu atıştırmalıklar da oldukça geniş ;) Riffulo'nun arka bahçesi de pek keyifli oluyor bu vakitlerde.. Köprü manzaralı daha turistik mekanlar da seçebilirsiniz elbette, ama ben turistik işlerden genelde uzak duruyorum.. 

Halk arasından uzaklaşıp çok daha havalı ve romantik bir aperitivo vakti olsun, hatta bir de Floransa çatılarına da bakalım derseniz roof bar hizmeti veren birkaç otel ismi de eklemek isterim; Grand Hotel Cavour bu isimler içinde Duomo Katedrali'ne uzansanız dokunacakmışssınız gibi olan konumu ile benim favorim.. Grand Hotel Baglioni'nin roof barı da aynı şekilde enfes bir Floransa silüetini Duomo kubbesini izleme şansı sunuyor.. Hatta B-Roof'ta enfes bir yemek yeme şansınız da var..  Daha ekonomik olsun, ama yine Duomo görelim isterseniz Hotel Medici'yi tercih edebilirsiniz.. 

Aslında Via Tornabuoni'de bulunan ve İtalyanların en sevdikleri aperitivo vakti kokteyllerinden biri olan Negroni'nin ana yurdu yani çıkış noktası olan Caffe Giacosa vardı şehirde.. Orada bir Negroni keyfi yapmadan da şehirden asla dönülmez bana kalırsa, ama ne yazik ki kendisi kalıcı olarak kapanmış durumda.. Oysa hala aramızda olsaydı bir Negroni Antica Formula siparişi verip kadeh tokuşturalım isterdik elbette.. (Sahibi de Cavalli'nin büyükbabası olurmuş bu arada..) Kapanmış bir mekanı da neden yazıyorsun demeyin, zira güzel işleri, güze insanları anmak gibisi var mı?

  

Floransa için daha detaylı bir post yapıp daha önceki deneyimlerim de anlatmak istiyorum mutlaka... Ama önce "ben" seyahatimin sonunda Piazzale Michelangelo'ya da yeniden çıkıp, özlediğim şehre bu enfes panoromik manzaradan doyasıya baktığımı eklemek istiyorum.. Ne olursa olsun bunu yapmadan dönmeyin bu şehirden; zira bir daha bu şehre gelecek olmanın garantisi bile olabilir burada yaşayacağınız anlar.. Hem de her seferinde... 

Bu şehir, bu köprüler ve o inanılmaz etkileyici kubbeye gökyüzünden süzülürcesine bakmanın heyecanı her daim tarifsiz benim için... Karnımda Alpico varken de bunu hissetmiştim, yalnızken de, sevgiliyle el ele manzaraya dalıp gitmişken de... Umarım bir gün Alpico ile çıkacağım Rönesans sanat turumuzda yeniden yaşayacağım bu hisleri.. 


Sevgiler
lulu
x