Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

16 Kasım 2017 Perşembe

PUGLIA - Polignano a Mare

Tekrar Merhaba!

Puglia'da bir seyahat planlandığında ve bu seyahatin içine kıyılar da dahil edildiğinde atlanmaması gereken kasabaların belki de en başında Polignano a Mare geliyor. İnsan Puglia için seyahat evveli epey not alıyor ve gideceği yere dair çokça fotoğraf görüyor, ancak dünyadaki tüm diğer güzelliklerde olduğu gibi, o yerin içinde fiziksel olarak bulunduğunda ve fotoğraf karelerindeki manzaraları kendi gözleriyle de gördüğünde çok daha fazla etkileniyor.

Polignano a Mare, Bari'ye yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta bulunduğundan havalimanı sonrası seyahatinizin ilk ziyaret noktası olabilir.. 
Keyifli bir öğle yemeği, kahve molası ya da aperitif almak için nefis bir adres olduğu tartışılmaz gerçekten de..

Biz, seyahat yorgunluğumuzu üzerimizden atalım ve evimizi biran evvel teslim alalım heyecanıyla, önceliği Itria Vadisi'ne verdik ve sonraki gün Alberobello'dan yaklaşık bir saatlik bir yolculukla ve dinlenmiş bir bedenle güne Polignano a Mare'de başladık. Tek kelime İngilizce bilmeyen tontik teyzelerle beden dili sayesinde anlaşarak aracımızı park ettikten sonra kasabada bize ilk merhabayı diyen engin bir deniz ve İtalyanların pek sevdiği sanatçı Domenico Modugno heykeli oldu.

Modungo; asıl ismi "Nel Blue Dipinto di Blue" olan ama hepimizin "Volareee" dendiğinde hemen hatırlayacağı o efsane İtalyanca şarkının sahibi.. Kendisi Polignano a Mare'de dünyaya gelmiş ve burada başlayan yaşamı ve müzik kariyeri Grammy ödülü ve Eurovision şarkı yarışmasından kazandığı üçüncülük ödülü sonrası bir dünya sanatçısı olarak devam etmiş.. Kasabada göreceğiniz heykel ise kasaba yerlilerinin Modungo ile ne kadar gururlandıklarının bir simgesi..



Kasaba, Puglia'nın en eski antik yerleşimlerinden biri olarak biliniyor. Efsanevi bir tarihi var ve birçok kaynağa göre, kent Yunanlılar tarafından kurulmuş ve "yerleşik" anlamına gelen Plymnianum kasabanın ilk ismi olmuş. Sonrasında devam eden süreçte kasaba farklı ulus ya da topluluk tarafından da istilaya uğramış ve önce Polignano, en son da Polignano a Mare adını alarak günümüze ulaşmış.

Dilimizde Volare şarkısı, tertemiz sokaklardan ve kasabanın ana giriş kapısı Porta Vecchia'dan geçip ana meydan Piazza Vittorio Emenuele'ye ulaşınca; Martrix Church'un hemen çarprazında kalan ve saatli binanın yani The Palazzo dell'Orologio'nun hemen altında bulunan Bar Beija Flor Cafe'de aşırı keyifli, klasik bir İtalyan kahvaltısı yaptık ailece.. Sonrasında da kasaba sokaklarında dolaşmaya epey hazırdık.





Kasabanın en büyüleyici görüntüsü hiç kuşkusuz ki Ponte Lama Monachile köprüsü üzerinden fotoğraflayabileceğiniz ikonik Cala Paura plajı. Adeta fotoğraf çekme/çekilme alanı gibi işleyen bu köprünün altından geçerek zümrüt yeşili sulara ulaşılıyor.. Yaz aylarında iğne atsan yere düşmez bir kalabalığa sahip olan, küçük de olsa bir yer bulanın kayalık ve dolayısıyla rahatsız olmasına rağmen hemen yerleştiği ve Adriyatik Denizi'nin hırçın dalgalarının pek de eksik olmadığı deniziyle sanırım ki her gezginin "gidilecek yerler" listesine girmeyi hak eder güzellikte.. Plajın hemen sol yanında kalan mağaranın içinden (ve sepserin sularından) yürüyerek Adriyatik ile buluşmaksa bir Polignano ritüeli kabul edilebilir.. Eğer bu ritüeli deneyimleme şansınız olursa, kasabayı bir de suların içindeyken seyre dalmanızı çok öneririm...





Beyaz ve yer yer badanaları dökülmüş eski ama oldukça süslü evlerden oluşan kasaba sokaklarında dolanmak hakikaten keyifliydi bizim için. Rengarenk çiçekli balkonlara, doğal birer enstalasyon örneği olmuş kaktüslere, No26 gibi cici art/design mağazalarına ve kendine has kafe ve restoranlara bayılarak, hayretler içinde tanıklık ettik diyebilirim.. Polignano bana Yunanistan'da yaşadığım ada günlerinden çok keskin anılar hatırlattı.. Sokaklarında yürürken yerlilerin kendi aralarındaki diyaloglarını anlamasam da dinlemeye çalıştım. Süslü evlerin merdivenlerine oturdum. Küçük meydanlarını ve tarihi binalarını kendi çevremde döne döne büyük bir merakla inceledim. Bir kahvelik buluşan teyzelere/amcalara ya da komşu penceresine sesini duyurmaya çalışanlara bir bir gülümsedim, onlardan da aynı aydınlık gülümsemeleri geri topladım... Böylesi basit, huzurlu ve yaşam kokan kasabaların ancak Yunanistan'da olabileceğini düşünürken, İtalya'da da bir benzerini bulabilmeyi çok sevdim..

Polignano sokaklarının çok da tatlı bir sürprizi vardı misafirlerine.. Sokakların bir kısmı şahane bir proje sayesinde A Poetic Staircas yani tam karşılığı olmasa da Şairler Sokağı olarak adlandırılmış. Ziyaretçilerin kapılara, duvarlara ve merdivenlere kısa şiirler yazdığı bu şirin ötesi daracık sokaklar müthiş keyifli, insanı yükselten bir enerjiye sahip.. Elbette elimde en sevdiğim kalemim, boş bulduğum bir kapıya pek sevdiğim Turgut Uyar'dan bir şiir dizesi sıraladım ben de.. 















Kasabanın sevdiğimiz detaylarından bir diğeri, bu keyifli sokaklarda yürürken bir anda karşımıza çıkıveren büyüleyici deniz görüntüleriydi.. Tam veda ettiğimizi düşünürken Cala Paura plajına seyirlik balkonlardan biri olan Balconata di Santo Stefano'dan bir kez daha bakış atmak ve fotoğraflamak çok hoşumuza gitti mesela.. Hatta buraya kadar gelmişken La Balconata'da birer aperitif almak da harika bir fikir oldu, zira zamanı durdurma isteğiyle dolduğumuz nefis bir seyir noktasıydı bu teras..

Polignano a Mare için falezlerin üzerine kurulmuş şık bir sahil kasabası tanımlaması bana göre oldukça doğru gibi duruyor. Zaman zaman kendisi için Puglia’nın en havalısı söylemlerini de duymuş ve okumuştum, fakat bana göre "havalı" kelimesi bir parça uzak bir his yaratıyor bu kasaba üzerinde gibi hissediyorum ben.. Bu nedenle, bu kelimeyi böylesi samimi ve şirin bir kasaba için kullanmayı tercih etmiyorum. Yalnız şunu da eklemem gerek; kasabanın havalı olduğunu düşünebileceğiniz tek yer, falezler arasındaki mağaraların birinde bulunan ikonik restoran Grotta Palazzase olabilir. Bir mağara içindesiniz ve bu mağara bir restoran. Restoranın altı ve arkası deniz ve ayrıca da önünüzde engin Adriyatik var... İşte bu kasabayı 
hakikaten havalı kılıyor.. 







Eğer Polignano'da bir öğle yemeği yiyecek vaktiniz olursa Gastro Pub Pescaria balıkçı bir kasabanın street food anlayışını yansıtan nefis bir örnek. "Sipariş ver, numara al ve kapı önündeki fıçıların üzerinde hızlıca sandviç ye" deneyimi sunuyor bu restoran.

Hızlı olsun, ama biz yine de yerleşik olalım isterseniz; şirin dekoru ile pek sevdiğimiz ve San Benedetto Meydanı’nda gördüğümüz Mint Cucina Fresca‘yı lezzetinden emin olmamakla birlikte ambiyans olarak tavsiye edebilirim.

Sıkı bir öğle yemeği ya da daha çok bir akşam yemeği için Puglialı bir arkadaşımın ailece müdavimi oldukları deniz ürünleri restoranı Antiche Mura'yı kesinlikle notlarınıza ekleyebilirsiniz, zira bir yerli tavsiyesinin bizi yanıltacağını pek düşünmüyorum.. Yalnız, restoranın dış masaları olmadığından, yaz yerine iç mekanda oturmaya müsait bir mevsimde kasabayı ziyaret ederseniz kendisine şans verebilirsiniz. Aksi halde daima dış masalarda ve kasaba hayatına yakın olmak gerekir diye düşünüyorum.

Kasabadan ayrılmadan önceki son lezzet deneyimini ise söyle tatlı bir anıyla yaşamıştık; denizin zümrütten turkuaza, maviden laciverte çalan rengini, rengarenk ve çiçekli sokaklarını, şiirlerle süslenmiş kapılar ve pencerelerini, gülümseyen tatlı yerli haklını; yani kısaca kasabanın olağan güzelliklerini içimize hakikatle çekmiş doygun bir ruhla aracımıza doğru ilerlerken Alpico birden "ben acıktım" dedi... Bizim ekip arabaya doğru ilerlerken ben de çevreme hızlıca bir bakınıp, Mudugno heykelinin hemen çaprazında kalan Muretta Pizzeria'yı gördüm ve o dükkandan bir dilim pizza almak istedim..

Dükkandan içeri girdiğimde tipik bir İtalya görüntüsü beni karşıladı. Küçük bir dükkandı ve muftak tarafında orta yaşlı bir İtalyan bir yandan hamur açıyor diğer yandan da hafifçe dans ederek şarkı mırıldanıyordu.. Şarkısını bir süre dinleyip (hatta Snap-leyip) sonuna geldiğini hissettiğimde alkışlayıverdim kendisini… Kocaman gülen gözlerle ve şaşkınlıkla bana doğru döndü. Aşırı tatlıydı yaşanan an! O sırada şefimizin eşi de dükkana girdi. Onlar İngilizce, ben İtalyanca bilmiyor olmamıza rağmen, şahane bir on dakika geçirdik oracıkta.. Odun fırınından çıkmış sıcacık ve kocaman bir dilim pizzayı alıp, bir de bu tatlı çift ile veda özçekimi yaptıktan sonra dükkandan çıktığımda müthiş mutlu hissediyordum.. Sanki bu kasabada yaşayacaklarım Alpcan’ın aniden acıkmasıyla tamamlanmış oldu gibi hissediyordum… Bu arada pizza da pizzaydı! Keşke bir değil de hepimize birer dilim alsaymışım dedirtti..

İtiraf etmek gerekirse, seyahat süremiz en azından bir gün daha uzun olsun ve bu pitoresk kasabada bir gece de konaklama fırsatı bulalım çok isterdim. Böylece akşam karanlığında da kasabanın sokaklarında keyfimizce dolanabilir ve gün batımı vaktinin yansımalarını izleyebilirdik... Elbette Polignano bizim için hızlıca görüp geçtiğimiz bir nokta olmadı, ama hissederek yaşadığımız kasaba saatleri sonrası bir de orada uyuyabilsek ve o tatlı uykudan kasabanın sakinliğine uyansak hiç ama hiç fena olmazdı diye düşünüyorum...

Ne diyeyim, belki bir başka zamanda...

Sevgiler
lulu
x

Serinin diğer postları;

Post 2: Itria Vadisi

20 Ekim 2017 Cuma

PUGLIA - Itria Vadisi

Selam!

Açık konuşmak gerekirse, Bari ve Brindisi şehirlerini evvelden beri bilirdim de 2012 yılında Justin Timberlake ve Jessica Biel, Masseria Borgo Egnazia Resort'te evleninceye dek Puglia bölgesi ve özellikle de Itria Vadisi hakkında pek bir bilgi sahibi değildim.. Haberim olduktan sonra bu bölgeye dair ne okusam ve ne işitsem hep bir yükseliş hep bir "hadi" duygusuna kapıldım diyebilirim. Özellikle vadi köylerinde çekilmiş fotoğraflara maruz kalınca içimde heyecan rüzgarları esmeye başlıyor ve direksiyonu o yöne doğru kırıyordum, ama sonra bir şekilde bir başka seyahat baskın çıkıyor ve biz yine Puglia’yı es geçiyorduk sevgiliyle.. Ne zaman ki ilk postta da bahsettiğim gibi; ülkeyi en güneyden başlayıp gezme kararını verdik ve Sicilya seyahatimizi gerçekleştirdik, sonrasında hayat bizi sakince Puglia’ya doğru yönlendirmeye başladı. Doğru zaman gelip çattığındaysa, ilk postta bahsettiğim hazırlıklar sonrası Puglia seyahati için ruhen ve bedenen hepimiz hazır hissediyorduk.. (Seyahat Planları)

Bari'ye direkt uçup, arabamızı teslim aldıktan sonra yüzümüzde kocaman bir gülümseme, karnımızda heyecanın sebep olduğu o tanıdık açlık hissi (heyecanlıyken hep daha aç hissederiz ve bu galiba açlıktan çok bir kadeh şarap içip heyecanımızı yatıştırmak dersek daha doğru olur), kulağımızda sevdiğimiz müziklerle ve gözümüze değen çevrenin güzelliğinden büyülenerek Itria Vadisi'ne doğru yol almaya başladık.. “Puglia'da bambaşka bir İtalya deneyimleyeceksiniz" cümlesini ana yoldan çıkıp, vadinin derinlerine doğru ilerlemeye başlar başlamaz hemen hatırladık diyebilirim.. Köy yollarının güzelliğini, bölge mimarisinin minik minik kendini belli edişini, zeytin ağaçlarının devasa gövdelerini muazzam bir ilgiyle takip ediyorduk. Hakikaten büyüleyiciydi…

Biz şehre varmadan evvel, henüz sabahın erken saatlerinde, küçük çaplı bir yaz fırtınası olmuş ve ardında bıraktığı serince hava ve seyrek yağmur bizi bir miktar ürpertirken, hafif hafif arabamızın camını da ıslatıyordu ve
 bu doğa hareketi yolculuğumuzu iyiden iyiye melankolik bir havaya sokuyordu.. Nefisti..

Havalimanı sonrası 1 saat 15 dakika kadar süren keyifli bir yolculuk sonrasında Alberobello ve Martina Franca köyleri arasında bulunan trullo evimiz Trullo di Mathilde'ye ulaştık. Evimizi teslim alıp, kendisine ve içinde bulunduğu araziye adeta aşık olduktan sonra, Alberobello ile tanışmak için yeniden yola koyulduk.. 



Itria Vadisi'nde her biri birbirinden farklı özelliklere sahip, ama hepsi de birbirinden güzel 
Fasano, Alberobello, Locorotondo, Cisternino, Martina Franca ve Ceglia Messapica isminde köy ve kasabalar bulunuyor. Bu köy ve kasabaların ortak özelliği zeytin ağaçları ve üzüm bağlarıyla çevrelenmiş olmaları ve bu durum, köyler arası geçiş yollarını hakikaten muazzam bir görsel şölene çeviriyor.. Bölgenin dar ve patikamsı yolları zeytin ağaçları ve üzüm bağları yanında ara ara trulli evleri ve Masseria denilen çiftliklerle de adeta süslenmiş durumda. Bu doğa ile iç içe geçmiş tertemiz yerleşimler, görmeye alıştığımız manzaraların öylesine dışındalar ki; adeta şehirli insanı hipnoz ediyorlar..

Yollarda ilgimizi çeken ve hayran olduğumu en önemli detay, zeytin ağaçlarının devasa gövdeleri ve zaman zaman bir ağaç boyuna ulaşmış ve altında gezinme imkan veren üzüm bağlarının güzelliği oluyor.. O kocaman ağaç gövdelerine sarılmayı, üzüm bağlarının arasında güneş ışınlarının hüzmeleri eşliğinde sakince yürümelerimizi hakikaten yaşam boyu edindiğim deneyimlerin en iyileri arasına koyuyorum ben.

Gönül isterdi ki seyahat süremiz çok daha uzun olsun ve tüm vadi köylerinin yaşamına dahil olabilelim, ama günlerimiz kısmen sınırlı olduğundan ve bir yerde yalnızca bulunmuş olma fikriyle seyahat etmeyi pek sevmediğimizden, yerleşim yerleri içinde birkaç seçim yaparak seyahatimizi bu plan doğrultusunda şekillendirdik diyebilirim..







A L B E R O B E L L O

Dile gelişi dahi fazlasıyla keyifli olan Alberobello, adını geçmiş zamanlarda bölgeyi kaplamış olan ilkel meşe ormanı Arboris Belli'den almış. Zaten "Albero" da İtalyan dilinde ağaç anlamına geliyor. İsmi kadar kendisi de sevilesi kasaba için, Puglia bölgesinin en turistik kasabası diyebiliriz. Bu denli turistik ve popüler olmasının nedeniyse, Puglia'nın tipik mimarisi olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmış bulunan konik çatılı trulli evleri. Bu evler kasabanın neredeyse tamamına yayılmış durumda ve evlerin çok çok iyi korunmuş olmaları da bu turistik gelişimin bir diğer nedeni sayılıyor... 

Trulli evlerinin çatıları hakkında anlatılan hikaye kısaca şu şekilde; zamanında Napoli kralı bölge halkından çatısı olan her ev için oldukça ağır vergiler almaya başlamış. Halk ise bu ağır vergileri ödememek için evlerinin çatılarını konik şekillere dönüştürmüşler ve vergi memurları geldiğinde, çatıyı 
kalın bir ip yardımıyla hemen yıkabilecekleri bir mekanizma kurmuşlar. Bir iple yıkılabilen bu çatıların yeniden inşa edilmesi de çok kolay olduğundan, zaman içinde birer efsaneye dönüşmüşler.. Sanırım bu güne dek gördüğümüz en ilginç mimari örnek bu trulliler oldu bizim için de.. Alberobello'da kendimizi bir masalın içindeymiş gibi hissedip, uzun bir süre masal ve gerçek arasında zaman geçirdik diyebilirim. 

Kasabaya gelirsek; Alberobello aslında küçük bir kasaba olsa da coğrafyası nedeniyle iki ayrı bölümden oluşuyor. En turistik bölgesine Rione Monti deniyor ve kasaba merkezini Rione Monti'nin ana caddesi Via Monte Pertica ve onu çevreleyen sokaklar oluşturuyor.. Rione Monti'nin sokaklarında dolanmak (özellikle yaz aylarında) kalabalıklar nedeniyle pek keyif vermiyormuş aslında, ama o gün bizim şanslı günümüzdü sanırım.. Sokaklar kalabalık değildi diyemem, ancak keyifle gezmemize engel olacak düzeyde bir kalabalık da yoktu. Sakince gezdiğimiz sokakların tadına varırken, evlerin çatılarına resmedilmiş şaman sembolleri de hemen ilgimizi çekti haliyle.. Hatta Alpico bile ilk önce çatısında kalp sembolü bulunan evi fark edip sevinçle bize doğru koştu. Söylenenler doğru ise; şaman sembolleri zamanında bu evlerde yasayan insanların yaptıkları mesleklere ve dini inançlarına göre değişiklik gösterirmiş...

Eğer aracınızı kasabanın girişindeki Lago Martellotta'da park eder ve Piazza del Popolo tabelasını (evet, aynı Roma'daki gibi..) takip ederseniz, kasabanın kısmen daha yeni kabul edilen yerleşim kısmına, yani Aia Piccola'ya ve oradan da Belvedere Terrazze'ye ulaşabilirsiniz. Bu küçük terastan eski şehrin yani Rione Monti'nin otantik görüntüsü doyasıya fotoğraflanıyor.. Yalnız bilin ki yüzlerce fotoğraf dahi çekseniz, hiçbiri göz hafızanıza alacağınız görüntülerin önüne geç(e)miyor.

Alberobello'da kiliselerin de trullo mimarisinde olduğunu söylemek sanırım ki şaşırtıcı olmayacaktır ve biz The Trullo Church'u gerçekten çok beğendik.. Akşamın serinliği hafif hafif tenimizi ürpertirken ve kasaba iyice sakinleşmeye başlamışken, bu taş kilisede bulunmanın verdiği his hakikaten büyüleyiciydi bizim için.. Bu yapı dışında Trullo Siamese, Trullo Sovrano ve Trullo Chiesa Sant’Antonio da görülmeye değer diğer turistik trullo evleriydi.

Kasaba için verilebileceğim çok farklı bir tavsiyem de yok aslına bakarsanız.. 1000'i aşkın trullinin bulunduğu Rione Monti bölgesini ve özellikle lokal yaşamın hala trullilerde devam ettiği Aia Piccola bölgesinin tüm sokaklarını doyasıya gezmenizi ve bu sokaklarda bolca kaybolmanızı öneririm... 












L O C O R O T O N D O

Alberobello'nun aksine Locorotondo vadinin tepelik kasabalarından biri. Yalnızca tepelik olması değil, ayrıca bulunduğu tepenin konumu da onu vadi sınırları içinde gün batımı izlemek için en ideal nokta olarak taçlandırmış durumda. Merkezde bulunan park alanındaki terastan, hem vadinin muhteşem panoramasını hem de güneşin bu panorama üzerinden gözden yitirilişini izlemek tanımlaması zor bir güzellik diyebilirim.. Gün batımını yakalayamasanız dahi, bir mekana kurulup kasabanın enfes beyaz şarabını yudumlarken, üzüm bağlarıyla zeytin ağaçları arasına saklanmış çiftlik evlerini seyre dalabilirsiniz.. 

Locorotondo'nun daracık, çiçekli ve duvarları sanat fotoğraflarıyla donatılmış sokaklarında dolaşırken, Puglia ve hatta İtalya'nın en şirin yerlerinden birini bulmuş kadar sevindiğimizi hatırlıyorum.. Bembeyaz evler, evlerin çiçekli balkonlarını süsleyen Portafortuna Pugliese’ler, tertemiz sokaklar, sokak aralarında görüp kalbimizi delip geçen dekor detayları ve tam içilesi kıvamda soğutulmuş beyaz şarabımızla bu kasabayı yıldızlarla anılarımıza eklemiştik.. 

NOT: Portafortuna Pugliese; Puglia bölgesinin en tipik hediyelik/hatıralık eşya seçeneği kabul edilebilir. Puglia yerlileri, seramikten yapılan ve birçok farklı renk ve boyut seçeneği olan bu seramik objelerin evlerini kötülüklerden koruduna inanıyor.













C I S T E R N I N O

Locorotondo sonrasında yine keyifli bir yolculukla Itria Vadisi'nin tek Cittaslow kasabası olan Cisternino'ya ulaşılıyor.. Burası da Locorotondo gibi tepelik bir kasaba, ancak gün batımı açısından iddialı olduğunu söylemek Locorotondo'ya haksızlık etmek olur. Hem zaten Cisternino'nun gerçekten sindirilmesi gereken tarafı, tüm ahengiyle birlikte akan gündelik yaşamı diyebiliriz…

Cittaslow sanırım az çok bildiğiniz bir tanımlama, ancak bilmeyenler için kısaca açıklamak gerekirse; fast (hızlı) olana karşı slow (yavaş) olmayı ve bunu bir yaşam biçimine dönüştürmeyi hedefleyen insanların ortaya koyduğu bir felsefe kendisi.. Seneler evvel Roma’da bir İtalyan tarafından hızlı yemek kültürüne karşı verilen bir tepki olarak doğup, Toskana’nın Chianti bölgesindeki Belediye Başkanı'nın desteği sayesinde resmi kuruluşunu yapmış.. Bir Cittaslow kasabası olmak; yaşamdan zevk alan, iletişim kuran, sanat ışığında aydınlanıp, gelenek ve göreneklerini koruyarak kesinlikle sürdürülebilir bir yaşam yeri yaratma felsefesine sahip çıkmak demek…

Cisternino'ya adım attığımız anda, dinginliği rahatça gözlemlenebilen bir yaşam karşılıyor bizi.. Sokaklarından araçlarına, esnafından parkta oynayan çocuğuna dek, gördüğümüz her detaya ve burada yaşayan insanların hayatı algılayış ve yaşayış şekillerine imreniyoruz sevgiliyle.. Büyük şehirlerin hiperaktif yaşam dinamiği içinden kopup gelmiş dört kişi olarak kasaba sokaklarında dolanırken; önce onun doğa ve insan ile barışık yaşam şeklini iliklerimize kadar hissediyor, sonra keyifli bir aperitif alıyor ve en son da lezzetli bir kasap restoranı deneyimi yaşıyoruz.. (Hayvancılık genel olarak vadinin tüm köy ve kasabalarında gelişmiş durumda, ama et ve tipik bir puglia yemeği olan bombette yemek için en doğru adresin Cisternino olduğu söyleniyor.. Zaten bunu sokaklarda sıkça karşınıza çıkan kasap restoranlarından da anlayabiliyorsunuz..)

Her aklıma düştüğünde minnetle hatırladığım Cisternino’nun sokaklarında yürürken neredeyse yok denecek kadar az konuşmuştuk aramızda, zira kasabanın sunduğu hisleri dolu dolu yaşamak ister gibi bir halimiz vardı hepimizin.. O güne dair hatırladıklarım gerçekten çok naif hisler olmakla birlikte, beklentimin üzerinde de keskinler. Keskin oluşu; hak ettiğimize inandığım sakin, saygın ve sanat ile iç içe bir yaşama duyulan özlem kaynaklı olmalı diye düşünüyorum...







Bizim vadi deneyimlerimiz bu üç kasabada ve her birine yeterli zamanı ayırmaya çalışarak yaşandı ve kasabalar arasındaki müthiş keyifli yollarda geçen zamanımızı bile sindirerek yaşamaya çalıştık diyebilirim. Aslında Martina Franca'yı da detaylıca gezmek isterdik, ama vadiye daha fazla zaman ayırmak yerine farklı deneyimlere doğru yol almayı tercih ettik. Kabaca, Martina Franca diğer kasabalardan farklı olarak Barok bir mimariye sahipti ve bu mimari onu hakikaten diğerlerinden keskin bir çizgiyle ayırıyordu.. Eğer Martina Franca için zamanınız olursa temmuz ortası/ağustos başı gibi kasabanın Festival della Valle d'Itria organizasyonunu not almanızı tavsiye ederim. 

Bu arada Puglia başlı başına bir lezzet serüveni yaşattığından, kasabaların da içinde bulunduğu lezzet tavsiyelerini birkaç farklı postta toparlamaya çalıştım.. Linkleri aşağıda görebilirsiniz.. 

20 Eylül 2017 Çarşamba

PUGLIA - Seyahat Planları



S E L A M !

2017 yılının yaz tatillerini birer birer yaşayıp içime sindirdiğime göre artık blog yazılarıma başlayabilir, hem tecrübelerimi sizinle paylaşıp hem de anılarımı tazeleyebilirim diye düşünüyorum...

Benim ya da bizim için 2017 yaz sezonunun en heyecan verici seyahat deneyimi; en popüler tanımlama ile tam olarak İtalya haritasının topuk bölgesine denk gelen ve 2014 yılında Lonely Planet tarafından mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasında işaret edilen Puglia bölgesinde yaşandı...

* NEDEN PUGLIA?

Öncelikle, İtalya'nın büyük-küçük birçok şehrini doyasıya ve defalarca gezdikten sonra kıyı köşe gezelim fikrini iyice benimsemeye başlamıştık sevgiliyle.. Bu niyetle, ülkeye en güneyden başlayalım ve minik minik yukarı çıkalım gibi bir düşünce belirmişti kendi yolunda... Ana şehirlerin aralarına giren kıyılar, köşeler sonrası ilk büyük seyahatimizi 2015 yılında Sicilya Adası'na yaptık.. Sicilya sonrası ise harita bize Puglia'yı işaret ediyordu ve bu yıl yaptığımız Puglia seyahati sonrası, güneyden başlayıp ufak ufak yukarı çıkalım kararımızın ayakları daha da yere basar bir hale gelmiş oldu.

Biz ailece İtalya'yı çok seviyoruz.. Eminim siz de öyle.. İnsanı bize yakın, mutfağı fazlasıyla damak keyfimize uygun, doğasına söyleyecek zerre sözümüz olmadığı gibi o güzelliklere sahip çıkma disiplinlerine de bir başka hayranız pek tabii.. Her şey tamam, ama Puglia için sürekli karşıma çıkan "başka bir İtalya deneyimleyeceksin" cümlesi de nedir ki? İtalya ne kadar başka olabilir??

Bunun üzerine çok düşündüm ve çok da araştırma yaptım, ama bir yere varamadığımdan tüm heyecanımı içime saklayıp "yaşa ve gör" dedim kendi kendime.. Neticesinde her anında bizi şaşırtan enfes bir İtalya deneyimi yaşayıp, kalbimizin büyük bir parçasını oralarda bırakarak, yoğun duygularla evimize geri döndük...

SEYAHAT HAZIRLIKLARI

Açıkçası seyahat öncesi araştırmalarımı yaparken gördüğüm; Puglia daha çok ilkbahar ve sonbahar aylarının seyahat noktası olarak kabul görmüştü. Evet, belki bahar ayları, özellikle de vadi bölgesini gezmek ve bölgenin tarihine konsantre olmak açısından mantıklı bir seçim olabilirdi, ancak Puglia yaz tatili planlamak için de muazzam güzel bir kıyı şeridine sahipti.. Bu noktada bilmeniz gereken en motive edici bilgi; bölgenin hem İyon Denizi hem de Adriyatik Denizi'ne kıyısı olduğu gerçeği... O muhteşem kıyı şeridini inceleyip, hakikaten büyüleyici deniz görüntülerine maruz kalınca, yaz tatili planlamamak 
(en azından bizim için) mümkün değildi.. 

Seyahatimizin tarih aralığı belli olup biletlerimiz kesilince, hem kendi (geçmiş ve güncel) araştırmalarımı hem de arkadaşlarımızın tavsiyelerini biriktirmeye başladım.. Sonra da görseller içinde de göreceğiniz gibi biriktirdiğim tüm notları bir "Seyahat El Kitabı"na dönüştürdüm...

UÇUŞ BİLGİSİ

Puglia seyahatlerinde uçuş noktası İtalya'nın güneydoğu bölgesinde bulunan Bari şehri oluyor. THY'nin haftanın belirli günleri Alitalia ile ortaklaşa gerçekleştirdiği direkt Bari/Palese Havalimanı uçuşu bulunuyor. Bari, her ne kadar tarihi ve turistik bir şehir olarak görülse ve tek başına dahi seyahat planlanan bir şehir olsa da; topuk bölgesini genişçe gezmek istediğinizde bu şehri bir ara durak olarak düşünmek gerekiyor.. Hatta bizim gibi şehri yalnızca havalimanı açısından kullanıp, kendisini gezmeyi bir başka zamana da bırakmak mümkün..

Bari'ye şu an için Türkiye'den başka bir uçuş şirketi ile seyahat planlamak mümkün gözükmüyor, ancak ileriki dönemde bu mutlaka değişecektir diye düşünüyorum.. 

(Revize Not 2021: Pegasus'un da uçuşlarını da kontrol edebilirsiniz. Şu an pandemi nedeniyle )  

Direkt Bari uçuşu dışında, farklı şehirler üzerinden de Puglia bölgesine ulaşabiliyorsunuz elbette.. Napoli bu şehirler arasındaki en ideal nokta diyebiliriz. Napoli uçuşu sonrasında tren ya da araç kiralayarak ve hatta enfes bir uzun yol seyahati yaşayarak bölgeye ulaşmanız mümkün..

Delicesine yol yapmayı sevenler ve uzun seyahat için yeterli zamanı olanlar için (ki çevremde bu turu yapan birkaç yakın arkadaşlarım oldu) İstanbul'dan yola çıkarak Bari'ye ulaşma şansı her daim mevcut.. Bu seyahat, İpsala sınır kapısından geçip, Yunanistan'ın Igoumenitsa Limanı'ndan Brindisi ya da Bari’ye giden feribotlara binmenizi gerektiriyor. İstanbul-Igoumenitsa arası araba ile yaklaşık 10 saat sürerken, Igoumenitsa-Bari/Brindisi arasındaki feribot yolculuğu 10/13 saat arasında değişen farklı seferlere sahip..



KONAKLAMA

Bölge öyle geniş, yapılacaklar listesi öyle uzundu ki; seyahatin ilk ve en doğru kararını verip konaklamamızı iki ayrı bölgeye ayırdık sevgiliyle.. İlk konaklama yerimiz Itria Vadisi olarak belirledik. Vadi içindeki köylerden birinde kalarak, hem çevre köyleri rahatça gezecek hem de kıyı şeridinde bulunan birkaç kaçırılmaması gereken kasabayı ziyaret edebilecektik..

İkinci konaklama yerimiz ise Barok şehir Lecce olacaktı. Lecce aslında başlı başına bir seyahat noktası olarak kabul edilmeliydi. Hem gecesi hem de gündüzü ayrı ayrı deneyimlenmeliydi bizim nazarımızda ve şehrin sarı sokaklarında zaman telaşı olmaksızın doyasıya kaybolmak istiyorduk sevgiliyle.. Ayrıca burada konaklarken Pugia'nın güneyine inmeli, yani Salento kıyılarına da uzanmalı ve efsane deniz keşifleri yapmalıydık ki bu noktada bizi cennet parçası sular bekliyordu... 

Oh la la...

Ev mi otel mi?

Uzun süredir neredeyse tüm uzun süreli seyahat konaklamalarımızı AirBNB ile planlıyoruz diyebilirim.. Otel yerine ev tercih ediyor oluşumuzun ilk sebebi, Alpcan'a gittiğimiz bölgenin lokal ürünleriyle kahvaltı hazırlama isteğimiz.. İkincisi ise bulunduğumuz şehrin ya da kasabanın gündelik hayatına ve sabah rutinlerine daha kolay dahil olma şansının bizi çok mutlu etmesi. Neticede her ev kiralamasında bir mahalle ortamına sahip oluyoruz ve bu da sosyalleşmek ve yerinde tavsiyeler edinmek adına doğru bir tercih oluyor. Konaklamalarımızda evleri kendi zevkimiz doğrultusunda kiralamak da sevdiğimiz bir detay. Bu şekilde kendimizi geçici evimize daha ait hissediyoruz. Hatta bu aidiyet duygusu sayesinde, bir şehri yeniden ziyaret edeceğimizde, yine aynı evi kiralamak gibi bir ritüelimiz de var..

Itria Vadisi'nde mutlaka deneyimlemenizi önereceğim konaklama şekli; vadinin geleneksel yapı tarzı olan trullo evlerinden birini kiralamanız.. Mümkünse bu kiralama, geniş bir arazi içinde, zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş bir trullo evi olsun ve bu sayede size bölge coğrafyasını da doyasıya hissettirsin; zira Puglia’nın en önemli doğal güzelliği yaşları 500 ve hatta 1000 yılı bulan zeytin ağaçlarının varlığı… Bu doğal güzelliği tipik trullo mimarisiyle birleştirdiğinizde konaklamanız gerçekten seyahatinize müthiş bir ruh katıyor diyebilirim..

Bizim kiraladığımız Trullo di Mathilde kocaman bir arazinin ortasında konumlanmıştı ve sunduğu dinginliği günün her saati koruyan, Alpico için minik de bir havuzu olan, yapayalnız, ama aşırı huzurlu bir evdi.. Evin arazisinde, hem öğleden sonraları hem de gecenin kör karanlıklarında yaşadığımız keyifli anları hakikaten tanımlayabilmem zor.. Hele ki; benim gibi meditasyonu yaşam biçimi haline getirmiş biri için sabahın ilk ışıklarında, vadinin tüm sakinliği beraberinde yapılmış meditasyonlar nasıl bir anlam taşıyor az çok tahmin edebilirsiniz..

Yine de konaklama olarak otelden yanaysanız; Puglia'da geniş araziler içinde bulunan ve masseria olarak adlandırılan ve bir bakıma çiflik evi diyebileceğimiz otellerde de bu tecrübeyi yaşayabilirsiniz.. Eğer konaklama bütçeniz sınırlı değilse Itria Vadisi muazzam masseria örneklerine sahip..

Lecce'de ise şehrin Barok dokusuna uygun, kesinlikle yüksek tavanlı ve hatta geniş de bir terasa sahip bir ev kiraladık.. Her iki seçimimizin de seyahatimizi daha keyifli bir hale getirdiğini söyleyebilirim... 







PUGLIA'yı gezmek için; ARABA MI, TREN Mİ?

Bu noktada “araba kiralama Puglia’da kaçınılmaz” demek zorundayım. Elbette sırt çantalarınızla, trenlerin ve otobüslerin yardımıyla bölgeyi gezmeniz mümkün olur, ancak her halukarda bölgeyi hakkıyla gezmek pek mümkün olmayacaktır; zira İtalya trenlerinin bir İsviçre ya da Fransa disipliniyle çalışmadığını unutmamak gerekiyor. Neticede bizim gibi kalbinize ve gözünüze değecek her güzelliğe uğrayalım fikrindeyseniz, araba hem doğru bir karar olur hem de sizi özgürlüğünüze kavuşturur.. 

Biz aracımızı seyahat öncesinde Sicily by Car firmasından kiraladık. Genelde araç kiralama noktaları havalimanlarının dışında bulunur ve şirketler sizi bir araç ile aldırıp şirketin ofis ve park alanına götürüler (bazen bir minibus ile toplu bir grup olarak aldırırlar ki; bu da biraz vakit kaybına neden olur), ancak Bari küçük bir havalimanına sahip ve kiralama şirketlerinin ofisleri de hemen gümrük çıkışında bulunuyor. Araçlarsa havalimanının hemen dışındaki otopark alanından kolayca teslim alınıyor. Yani zaman kaybınız yok denecek kadar az olduğundan, uçak sonrası hemen aracınıza kavuşup, gezinize başlayabiliyorsunuz.. 



SON SÖZ: Puglia için "İtalya'nın en güzel bölgesi" demek belki iddialı bir yaklaşım olur, zira ülkenin her köşesi hayran olunası güzelliklere sahip ve her karış toprağı birbirinden keyifli ve keşfedilesi diyebiliriz.. Ayrıca kişisel zevkler devreye girdiğinde “en” ile başlayan cümleler kurmayı da çok sevmiyorum ben.. O nedenle benim için, güneyin Toskana'sı diye bahsedilen ve kesinlikle abartıdan ve gösterişten uzak kalmış bir güzelliği olan şehirler ve köylere sahip bu nefis bölge İtalya sınırları içinde adeta bir inci tanesi ve biricik diyebilirim... Onu kendi seyahatlerim içinde başka bir yere koyuyorum bu nedenle.. Ayrıca hiç mübalağa katmadan şunu da söyleyebilirim ki; esas İtalya ile Puglia'da tanışmış olduğuma neredeyse eminim.. Hala bakir olan, hala saf kalabilen, turistik noktalarında bile çok da turistik kokmayan; fakir, ama çok gerçek bir İtalya ile..

sevgiler
lulu
x

Serinin diğer postları:
2. Itria Vadisi
3. Polignana a Mare
4. Puglia Lezzetleri Vol.1
5. Puglia Lezzetleri Vol.2
6. Puglia Lezzetleri Vol.3
7. Puglia Restoran Önerileri
8. Puglia - Salento Kıyıları

2 Haziran 2017 Cuma

Bir nefes BOZCAADA

Can’ım Hayat;

Senelerdir “mutlaka” diye bahsedilen ama benim seyahat kibrimin ısrarla reddettiği bir destinasyona daha tik atmanın sevinçlerindeyim bu günlerde.. Ancak ve ancak ertelediklerimi yaşadığım ve çok sevdiğimde hissedebildiğim o pek tanıdık, heyecanla harmanlanmış huzur var içimde.. Sevilesi duygular, şahane bir yükseliş…

Hikaye şöyle;

1 Mayıs’ın resmi tatil oluşu ve pazartesi gününe denk gelişi, bahar mevsimini doyasıya yaşamak ve yaza tatlı bir merhaba demek adına kaçırılmaz bir fırsattı. Nasıl olduysa bir anda ortaya Bozcaada fikri çıktı ve tatile çıkmakta hiç tereddüt etmeyeceğim arkadaşlarımla (bu mevzu benim için hakikaten önemli) kendimizi planlar yaparken bulduk..

Seyahat günü, Tekirdağ yolu üzerinde yol alırken, kendimize gerçek anlamda bir güzellik yapıp; Çanakkale’ye Lapseki feribotuyla ulaşmak yerine, Eceabat’tan kalkan küçük feribotu yakalamaya karar verdik. Bahara tam anlamıyla uyanmış bir doğanın görüntüleri eşliğinde, doyulmaz bir yolculuk oldu bizim için. Ayrıca Eceabat feribotu kesinlikle daha sakindi ve seyahat süresi de Lapseki’ye göre daha kısaydı. Feribot sonrası köy yollarını kullanarak Geyikli Feribot İskelesi’ne ulaşana dek doğanın uyanışına ve renklerine şahitlik etmeye devam ettik. Toplam yol süremiz belki 1/1,5 saat kadar uzadı diyebilirim, ancak ruhumuzu doyuran bir yolculuktu.. Nefisti...  



İlk kez gittiğim yerlere uçaktan attığım ilk kuş bakışı, feribot ile bir adaya yaklaşırken gözüme ilk değen spesifik görüntüler ya da araçtan indiğim ilk an hissettiklerim benim tatilimin devamı açısından çok bağlayıcı olabiliyor.. Bozcaada’ya feribotla yaklaşırken içime tanımsız bir sakinlik yayılmıştı diye hatırlıyorum. Aslına bakarsanız, hissettiğim o sakinliğin gelecek üç güne yayılmasını dilemiştim içimden, zira Puglia seyahati sonrası "hayatı yavaşlatmak" fikrini şehirde de uygulayabilmek bir süredir üzerine çalıştığım bir konuydu.. Ve benim yüreğim Bozcaada'da hep sakin, hep sıcacıktı…

Konaklamayı yakın bir arkadaşımın evinde yaptığımız için otel deneyimi yaşamadık biz. Toskana’nın görsellerde bakmaya doyamadığımız geniş bahçeli müstakil evlerini andıran bir evdi kendisi. Her konuştuğunda beynini öpmek istediğim can'ım arkadaşım Ciğdem'in de dediği gibi; evin ve bahçenin her köşesi başlı başına doğal bir enstalasyon çalışması sunuyordu adeta.. Eğer ki ada hayatını daha evvel deneyimlemiş olsaydık, günlerimizi adanın güzelliklerine ayırıp, gecelerimizi evin bahçesinde kalabalık soframızda, ada şarabı ve eşsiz bir muhabbet ile taçlandırırdık diye düşünüyorum..



Bozcaada'da Rum Mahallesi adanın en cezbedici yeri kabul ediliyor. Bir bakıma da öyle.. Görsel olarak da duygu olarak da çok tatmin edici sokaklar buraları.. Stratejik konumu nedeniyle birçok kültürün izlerini taşıyan adaya Rum eli değmiş olmasını minnetle karşılıyor insan ve Türk ve Rum kültürlerinin iç içe yaşamış olmasının yansımalarını izlemek gerçekten keyif veriyor.. Mimarinin sade, naif ve özgün hali ara sokaklarda bize salına salına ve gülümseyerek adım attırıyor kesinlikle.. Ayrıca adanın dar sokakları hala mağazalarla dolmuş durumda değil. Bu yönüyle Alaçatı'nın -bana göre- sevimsizliğine zerre benzemiyor. Ada esnafının gözlerinde ticari bakışlar değil, hala içtenlik var bu nedenle.. En azından sezon dışında bu çok daha kuvvetli hissediliyor diyebilirim.. (Sen bir de sezonda gör diyorsunuz gibi geliyor, ama romantik yanım bunu duymayı reddediyor..) 







Corvus; adanın şarap üreticileri arasındaki en tanıdık isim olsa da biz daha yerel lezzetlerin pesindeyiz. Talay Şarapçılık; geçmişten bildiğimiz ve tadım yapıp gelişimini görmek istediğimiz bir isim.. Merkezde bulunan mağazalarından tadım yaparak değil de (2013 yılında çıkan bir kanunla alkol tadımı ne yazık ki yasaklanmış) satış ekibi ile damak zevkimizi konuşarak birkaç şarap seçiyoruz. Amadeus ise şarap zevkine güvendiğimiz yakın bir arkadaşımızın önerdiği bir diğer isim.. Ada merkezine on dakika mesafede çok keyifli bir fabrikası ve fabrika önünde de şirin bir barı bulunuyor Amedeus'un. Burada beş şaraplık bir tadım menüsü satın alıyoruz ve keyifli müzikler eşliğinde tadım yaparken, favori şarabımızı belirliyoruz.. Ama yine de aradığımız lezzet tam olarak bu değil! Adalı arkadaşıma sürekli "ev şarabı bulamaz mıyız?" sorusunu yöneltiyoruz. O da bize; "artık yapan varsa dahi ancak kendine yapıyor, satanı bulmak imkansız" diyor, üzülüyoruz.

Ancak unutmamak gerekir ki; evren müthiş bir enerjiye sahip ve bizi adanın yerlisi Faruk Senten ile karşılaştırıyor.. Onunla karşılaşmamız, evinin camının önüne yerleştirdiği ve üzerlerinde dünya edebiyatının önemli kalemlerinin isimleri yazılı olan boş çiçek saksıları sayesinde oluyor… Bu evin sahibi kimdir acaba diye kendi aramızda konuşurken ve saksılara hayran olmuşken, Faruk Bey evinin kapısından dışarı çıkıp bizi görüyor ve başlıyoruz ayaküzeri muhabbete.. Edebiyat dünyasından girip, şaraptan çıkarken Faruk Bey'in ev şarabı yaptığını öğreniyoruz. “Hadi” diyor Faruk Bey, “Benim kısa bir işim var, siz de dolaşmaya devam edin ve sonra evin önünde yeniden buluşalım”

Yarım saat kadar sonra Faruk Bey’in şirin evinin kapısı önündeki minik verandada, hem beyaz şarabımızı hem de kaliteli bir sohbeti yudumluyoruz. Bu arada şarap da şarap hani.. Aradığımız lezzeti bulmuşuz, keyfimiz nasıl yerinde siz düşünün… 







 

Oradan çıkıp yine adayı keşfetmeye devam ediyoruz. Alpcan’a sevinç çığlıkları attıran graffitiler görüyoruz yol üzerinde.. Çabasız güzelliğiyle ışıldayan evler, doğada gözlenmesi en keyifli çiçeklerden biri olan gelincikler ve kendine has birçok mekan değiyor gözümüze.. Vaktimiz var, acelemiz yok ve hava da tam tadında.. Yol, bizi eskiden mezbaha olarak kullanılan Salhane’ye ulaştırıyor sahilin en sonunda.. Mekan, gündüz kafe akşam bar olarak hizmet veren, kayaların arasında kalmış ve denizin tam olarak yanı başında konumlanmı durumda. Hem deniz hem de kale manzarası var ayrıca.. Çok seviyoruz burayı… Sanırım gidip de sevmeyeni de yoktur..

Ada sokaklarından liman bölgesine doğru indiğimizdeyse, ada içinde aslında çok merkezi olsa da bir şekilde saklanmış bir cennet olduğunu düşündüğümüz Miskin Seramik Atölyesi ile karşılaşıyoruz. Bulunduğu binanın dokusunu hiç bozmadan dekore edilmiş oluşu ve ferahlığıyla hepimiz çiçekleniyoruz adeta buraa ve sanırım bir saat kadar bir süreyi binanın içinde ve bahçesinde geçiriyoruz. “Adaya bir de sezonda gelip, düzenlenen seramik atölyelerine katılalım” diyoruz kızlarla birbirimize.. Alpico bile bir hatıra alalım telaşında ama kararsız da kalıyor.. “Çok güzel yapılmış hepsi, seçemiyorum anne” diyor heyecanla...





Adanın hayran olunası bir diğer yanı da plajlarının hala bakir kalabilmiş olması ve limanından dahi denize girebiliyor oluşu... Her Yunan adasında, limanın temizliğini ve suyun berraklığını görünce bizi sarmalayan, sinirle karışık “neden bizim denizlerimizde de bu temizlik ve berraklık mümkün olmuyor?” sorgusunu burada kesinlikle unutuyoruz..

Adanın bakir koylarındaki yaşam içimizi ısıtıyor, Ayazma’nın buz ötesi denizinde kendimize geliyor, güneş batımı öncesi Beylik Plajı’nda görsel bir şölen yaşıyoruz... Güneş, bulutlar yüzünden deniz üzerinden gözden yitirilemese de bulutların ardına saklanışına da büyüleniyoruz adeta. Seneler önce karaya oturmuş soğan gemisi de resim karelerimizi kesinlikle daha romantik kılıyor...

Rüzgar, ada hayatının vazgeçilmez bir parçası. Onsuz ada, ada değil sanki.. Gel gelelim, evren nefis bir kıyak çekiyor bize.. Ayazma’da serin sulara daldığımız gün zerre esmiyor ve güneş ışınlarının bizi doyasıya ısıtmasına izin veriyor. Bir yandan D vitaminine doyuyoruz, diğer yandan şükür doluyuz hepimiz..





Bozcaada'da Lezzet..

Adanın lezzet adresleri hakkında deneyimleyip hakikaten yazılmaya değer olanlardan bahsedebilirim hızlıca...

Rengigul Art & Kitchen’da son yılların en keyifli kahvaltılarından birine sahip olduk diyebilirim. Çok mu farklıydı? Elbette değildi, ancak sanat ile iç içe tasarlanmış, sergi gezerken tabağınızı üst kalite malzemelerle donattığınız; pişili, bol yeşillikli, kırmızı reçeli bol, peyniri çeşitli, yani rengarenk ve ayrıca da ziyadesiyle güler yüzlü servisi olan bir kahvaltı sabahı sundu bize.. İnsan böylesi keyifli işletmelere pek kolay rastlamıyor artık, o nedenle de tadına doyulmuyor...

Vahit’in Yeri; Ayazma öncesi ya da sonrası öğle yemeği için tercih edilmesi şart bir ada klasiği pek tabiki.. Bunu adaya gitmeden evvel içime çok sindirmiştim ben de.. Çok butik bir işletme olduğunu söyleyemem, ancak Yunan adalarında görmeye alıştığımız ada haritası baskılı kağıt masa örtüleri, geniş zeytinyağlı çeşitleri ve kalabalığına rağmen hala anne patatesi kızartabiliyor oluşları nedeniyle NET sarıp sarmalanası bir mekan olduğunu söylemeliyim...

Cabali Meyhane; akşam yemeği için tercih ettiğimiz mekanlardan biri oldu. Yediğimiz her meze tabağına bayıldık diyemem, ama kaya koruğu ve zahter mezesi ile aklıma mühürledim kendilerini.. Balığımızı da güzel pişirmişlerdi ki bu bizim gibi balık konusunda damak zevki yüksek bir çifti ziyadesiyle mutlu etti....

Coffee Shelter için adadaki üçüncü kuşak kahve dükkanı konseptinin en iyi örneği diyebilirim. Evet, ben pek -hatta hiç- kahveci değilim, ama mekanın ortamını ve dekorunu sevmemek mümkün değildi.. Shelter'a girer girmez kendimizi bambaşka bir döneme ışınladık adeta ve yine telaşsızca tadını çıkarttık burada bulunduğumuz anın..

Bu arada deniz kıyısındaki bazı çay bahçesi/kahveci kıvamındaki old school mekanlarda kahvenizin yanında gelincik likörü servis ediliyor adada.. Bu enteresan ve ferahlatıcı lokal lezzeti tatmanızı tavsiye ederim. Hele ki kahvaltıda gelincik reçeli bulursanız, bence es geçmeyin..

Dondurmalar elbette Çicek Dondurma'dan. Bu bir ada klasiği dediler, eksik kalmadık biz de.. Lavanta, incir ve bal badem versiyonlarına da bayıldık..

Ve son olarak; dönüşe geçmeden evvel, Veli Dede’nin efsane kurabiyelerinden de nasiplendik topluca! Tavsiyem kurabiyeleri yerindeyken taze taze yemeniz ve yanınıza da az miktarda almanız, zira kurabiyeler tazeliğini kaybettiğinde aynı lezzet etkisini almak pek mümkün olmuyor.. Veli Dede'nin sakızlı kurabiyesi de pek meşhur aslında, ama bizim sevdamız tereyağlı kurabiyeye..















İşte böyle Hayat!
Ve içim sana pek çiçekli Bozcaada...
Umarım durdurulması neredeyse imkansız gelişimin, güzelliğine zerre dokunmaz.. Hem b
iricik Homeros'un dediği pek de tuhaf durmuyor... “Tanrı, insanlar uzun bir ömür sürsünler diye Tenedos’u yarattı”.

sevgiler
lulu
x