Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

13 Ekim 2015 Salı

NAFPLION


Selam yeniden...

Korint Kanalı ve Loutraki  ziyaretleri sonrası benim nazarımda Yunanistan'ın en güzel ve romantik de diyebileceğim şehri Nafplion'a doğru yol aldık..

Nafplion'a Atina'dan direkt seyahat ettiğinizde yaklaşık 140 km yol yapmanız gerekiyor. Loutraki'den ise 70 km kadar bir uzaklığı var, ama harita ara yolları kullandırdığı için bir saatten evvel şehre varmak mümkün olmuyor.. Yol ise kesinlikle çok çok ama çok keyifli.. Sırf bu yolun verdiği keyfin bile, ulaşacağımız noktanın güzelliğine bir gönderme olduğunu düşündürmüştü bana.. Arabanın camından çevrenin güzelliğini izlerken aldığımız yol, şehre vardığımızda da bizi yanıltmamıştı.. 



Şehirden Kısa Kısa... 

Nafplion; Yunanistan'ın Mora Yarımadası'nda (Peloponnesos) bulunan şehirlerinden biri. 1823-1834 yılları arasında ülkeye beş yıl kadar başkentlik yapmış kendisi. Zaten bunun ne kadar doğru bir tercih olduğunu kanıtlamak istercesine görkemli bir kale ile karşılıyor bizi de.. Yani ismini Homeros'dan almış Palamidi Castel ile.. Eğer şehre girdiğiniz gibi kaleye çıkıp hem kaleyi gezmek hem de kale surlarından Argos Körfezi'nin ve şehrin güzelliğine göz atmak isterseniz sakın kendinizi durdurmayın, zira bu hareketle şehri daha ilk bakışta sevmek için enfes bir adım atmış olursunuz.. Bu arada kaleye yürüyerek ulaşmak, 999 adet merdiven çıkmayı gerektiriyor, ama şehirlere yükseklerden bakmayı seviyorsanız bu eziyete mutlaka katlanırsınız diye düşünüyorum.. (Gerçi biz saydığımızda 999 değil altında bir sayı çıktı, ama şehrin turizm pazarlamasına saygı gösterip 999 yazdım ben de...)

Palamidi Kalesi elbette her kalede parmakları olan Venedikliler tarafından 1711 ve 1714 yılları arasında inşa edilmiş. Bu sürenin rekor bir hız olduğunu söylüyor tarihçiler.. En enteresan yanı ise; fethedilmesi neredeyse imkansız bir biçimde konumlandırılmış olması diyorlar. Ayrıca Yunanistan sınırları içinde en iyi muhafaza edilmiş Venedik suru örneği olduğu da söyleniyor.. 1822’deki Yunan Devrimi sonrası bu kale Osmanlı İmparatorluğu’ndan geri alınmış haliyle ve sonrasında da şehir Yunanistan'ın başkent kabul edilmiş. 

Kalenin mitolojide de adı geçiyor aslında. İsmi kaleye verilen Palamedes, Truva Savaşı'na katılmış, ancak bizim Zeus kadar akıllı Odysseas'cığımız tarafından hain olarak suçlanmış ve idam edilmiş. Antik Yunan ve mitoloji demişken; şehir adını Antik Yunan tanrılarından biri ve Palamedes'in babası olan Nafplios’dan almış. Nafplios ise tanrı Poseidon’un oğlu ve Danaida’nın da kızı kabul ediliyormuş. 



Nafplion diğer Yunan şehirlerinden, hele ki Atina'dan çok çok başka bir yaşam dinamiğine sahip diyebilirim.. Bir kere kesinlikle romantik bir şehir. Atina gibi büyük bir şehir olmadığından da son derece samimi, hatta bir kasaba samimiyetine sahip diyebilirim. Neoklasik mimarisi zaman insana İtalya’nın bir kasabasındaymış hissi veriyor olsa da "yok burası kesin Yunanistan" dedirtiyor insana..
Daracık sokakları, nefes zorlayan merdivenleri, özenli mimarisi, küçükçük limanı, bolca kafe ve restoran yanında bal dükkanlarıyla da gezilmeye doyulmayan bir atmosferi var kesinlikle..

Syntagma Meydanı, şehrin en büyük, ama yüzölçümüne oranlarsak oldukça da geniş diyebileceğimiz ana meydanı oluyor. Çevre mimarisi çok sevimli gerçekten. Elbette tüm meydan çevresi kafelerle dolmuş ve hayatın Yunanlar için daima bir başka güzellikte seyrettiğini hatırlatıyor insana.. 

Zamanında Yunanistan'ın ilk parlamento binası olarak kullanılmış ve şimdilerde Vouleftiko adı altında belediye tarafından “Düşünce Merkezi” olarak kullanılan bina bu meydanda.. Ayrıca önemli de bir cami var meydanın bir köşesinde.. Varlığını artık bir cami olarak değil de tiyatro binası olarak sürdürüyor.. Bu arada binanın ismi de Trianon olarak biliniyor ve eğer söylenenler doğru ise Osmanlı Dönemi'nden kalmış en eski cami örneği kendisi.. 






Syntagma Meydanı'ndan itibaren başlayan ve trafiğe kapalı olan eski şehrin dar sokakları Megalos Dromos (Great Road) adıyla anılıyor. Bu sokakların ana caddesi Vasileos Konstadinou. Şehrin tüm ambiyansı ve yaşam kültürü neredeyse bu harika cadde ve onun ara sokakları üzerine konumlanmış diyebilirim.. Neo-klasik yapıları, begonvil sarkan şirin balkonları, tavernaları, kafeleri ve butikleriyle bir sürü keyifli seçenek sunan ve kesinlikle hayat kokan sokaklar bunlar.. Bu yüzden de şehrin en sevilesi noktası kesinlikle burası. Sanki pitoresk görüntüler birleşmiş, enfes bir tablo ortaya çıkmış gibi…











Syntagma Meydanı’nda geçip, şehrin kıyı şeridine ulaştığımızda ise klasik bir Yunan kıyı kasaba görüntüsü, yani sıralanmış restoran ve kafelerin bulunduğu liman bölgesi karşılıyor bizi.. İnsanları sakın, telaşsız ama alabildiğine de konuşkanlar. Yani tam da bildiğimiz gibiler.. Olağan hali ile akıp giden şehir yaşamlarını gözlemlemeyi seviyorsanız, bu sahilde bir köşeye ilişip lokal halkın sunduğu manzaraları izlemek kesinlikle hoşunuza gidecektir..

Lezzetli Not: Syntagma’dan limana doğru yürürken, yolunuzu Antica Gelateria di Roma’dan geçirirseniz şehirde lezzetli bir dondurma deneyimi de yaşamış olursunuz (Adres: 3 Pharmakopoulou and Komninou)

Liman bölgesine indiğinizde, denizin içinde seyre dalınası bir kale göreceksiniz. Adı; Bourtzi, ama daha çok Venedik Kalesi olarak biliniyor. Şehri korumak amacıyla inşa edilmiş ve büyük kaleyi büyük bir başarı ile savunmuş bir kale kendisi ve limandan kalkan ufak teknelerle ziyaret etmeniz de mümkün..



Mutlaka Yapmalı: Hatırlarsanız şehir için romantik demiştim yazının başında. Nerede o romantiklik derseniz; romantik bir yürüyüş yolundan bahsedebilirim size. Limana indiğinizde yüzünüzü denize verince solunuzda kalan kıyı şeridinde yürüyüşe başlayın. Yol sizi denizin kıyısından minik minik yükselerek devam eden nefis bir patika yola kavuşturacak. Bu patika yol daha sonra yine deniz seviyesine inecek.. Bir yanınızda kale surları ve Bronz Çağından günümüze dek ulaşan kayalar, diğer yanınızda Argolic Körfezi’nin kristal suları... Arvanitia Promenade olarak bilinen bu enfes yolda yürümekten nasıl büyük keyif alacağınızı inanın kelimelerle ifade edemem.. Muazzam bir deneyim!







YEME - İÇME

Neler yiyelim, içelim derseniz; çok tanıdık ve fazlasıyla lezzetli olan Yunan mutfağı tüm ihtişamıyla Nafplion’da da karşınızda. Mezeler, etler, bir liman şehri olmasının avantajı olarak tazecik balıklar.. Uzo elbette masanızdan eksik olmayacak, ama Nafplion'da uzo yanında Tsipouro da deneyimleyeceksiniz mutlaka.. Tsipouro, daha az şekerli üzümden üretilen özgün bir rakı çeşidi. Biz kendisini bir miktar İtalyanların grappa-sına benzetiriz, zira uzoya göre alkol seviyesi çok daha yüksektir. Ayrıca anason içeriği sayesinde bizim rakımıza da daha yakın buluruz kendisini.

Bu arada lokal şarap tadımı yapmak isterseniz, sofra şarabı sipariş edebilirsiniz. Bu en ekonomik seçenek olur akşam yemeklerinizde.

Öğle ve akşam yemeği için; şehrin Megalos Dromos bölgesinin dar sokaklarında olursunuz yüksek ihtimalle.. Rengarenk masalar, klasik Yunan taverna örnekleri, dar sokakları süslemiş tatlı dekor detayları arasında dolanırken mutlaka gönlünüze göre bir mekanda karar kılabilirsiniz.. 



Eğer bir et restoranındaysanız, tavsiyem ya uzo soslu ya da nane soslu et veya tavuk denemeniz. Hatta bu denemeyi tam olarak lokal bir atmosfere sahip Epi Skinis'de yapabilirsiniz. (Adres: 19 Amalias)

Karima Kastro, şehrin keyifli tavernalarından biri. Menüsünde geleneksel Yunan mezeleri ağırlıkta ve hakikaten lezzetli bir deneyim sunuyor. (Adres: Papanikolaou 32.)

Bir Yunan şehrine ya da kasabasına gittiğimizde bizim deneyimlemek istediğimiz ilk şey; esnaf lokantası mantığıyla geleneksel Yunan yemekleri pişiren lokal bir mekan oluyor. Palio Archontiko tam olarak o aradığımız mekan. Şiddetle de önerebilirim kendisini! (Adres : 7 Siokou)

Konu balıksa; Aparakos nefis bir tercih olur. Taze balığınızı seçersiniz ve özlenen Yunan mezelerlerine de doyarsınız bu mekanda. Yunanistan'da en pahalı tabak genel olarak balık kabul edilebilir. O nedenle bizim de klasik balık restoranlarımızdaki gibi sipariş öncesi fiyat konusunda pazarlık yapmanızı öneririm ya da yine taze ama minik balıklar seçerek daha hesaplı bir sofraya sahip olabilirsiniz. Minimalist dünya görüşümden midir bilinmez ama balığın bile miniğine gidiyor benim siparişleri hep.. (Adres: Boumpoulinas 81)



Nafplion günlerimizde, çocukların uyku düzenini de düşünerek gece hayatına elbette hiç bulaşmadık biz. Yaptığımız tek şey akşam yemeklerinden geç kalkmak oldu, ancak ara sokaklarda birbirinden şirin lokal barlar görmüştük ve hayat buralarda oldukça eğlenceli görünüyordu.. Bu mevsimde yani ekim ayında böyle ise yaz aylarında Megalos Dromos bölgesi kim bilir nasıldır diye sorunca, Efie bizim “iğne atsak yere düşmez” lafımızın Yunan versiyonunu söyledi, güldük bolca.. Neticede her şey öyle ortak ki bu iki ülke topraklarında. Her benzer iş bizi güldürürken, çok da mutlu ediyor, biliyorum…



Arıcılık, Nafplion şehrinin ekonomisinde oldukça önemli bir yer tutuyor. Şehirde dekorları da ilgi çekici olan birçok bal dükkanı göreceksiniz. İçeriye adım attığınızda ise en az yarım saatinizi orada geçireceğinize emin olabilirsiniz; zira damağınız için en doğru balın kararına varma kısmı pek keyifli ve bol denemeli geçiyor. Nectar & Ambrosia bu manada bizi en çok mutlu eden dükkan oldu diyebilirim.. (Adres: Staikopoulou 1)

Birçok Yunan adasında karşımıza çıkan deri sandalet üretimi Nafplion şehrinde de pek yaygın. Sandaletleri hediyelik eşya seçenekleriniz arasında baş köşeye koyabilirsiniz, ancak şunu da unutmayın ki eski şehrin dar sokakları arasında nefis butikler ve tasarım objeler satan hediyelik eşya dükkanları da karşınıza çıkacak..



Bana göre Nafplion şehrinde en azından iki tam gün vakit geçirilmeye değer. Yine de zamanımız bol çevreyi de gezelim derseniz; şehrin üç km kadar dışında (Epidavros yolunda) Fougaro adıyla; kafe, restoran, sanat galerileri ve butiklerin bir arada bulunduğu toplu bir yaşam alanı bulunuyor. (Adres: 98 Asklipiou) 

Ne Zaman Ziyaret Edilmeli? 

Bana daha çok bahar aylarında seyahat edilesi bir adres gibi hissettirdi kendini Nafplion, lakin yazın burada olmayı tercih edip, çevre plajlardan yararlanarak keyifli bir yaz tatili de pekala mümkün oluyormuş..

Mevsimler yazı gösteriyorsa, çevre gezileri daha çok plaj odaklı olacaktır diye düşünüyorum. Karathona; şehri yaz aylarında ziyaret edecekler için önemli bir plaj notu olabilir, zira hem pek güzel bir plaj hem de mavi bayraklı bir suya sahip.. Arvanitia (şehrin hemen arkasında kalan, kısa sürede ulaşabileceğiniz ve çok da cici bir işletmesi bulunan plaj), Neraki, Tolo, Assini, Kastraki, Plaka, Psili, Amos, Vivari (ki kendisi bana göre bu çevrenin en güzel plajı) St.Nikolaos, Candia ve Iria (Iria yakınları kamp ve karavan alanı olduğundan, bu plaj daha bakir ve sessiz oluyormuş) şehrin çevresinde konumlanmış iyi ve denemeye değer plajlar… Ya da tüm kıyı şeridini ve bu bahsettiğim plajları tekne turu ile de deneyimlemeniz mümkün.. Belce iyi de bir fikir olabilir; zira bu körfez çok çok güzel... 



KONAKLAMA

Biz konaklama için Efie ile ortak bir secim yapıp, ismini kaleye ulaşmak için tırmanılması gereken 999 adet merdivenden alan 999 Luxury Hotel'i seçtik biz. Mavi panjurlu, tertemiz, sevimli, güler yüzlü ve kahvaltısı oldukça zengin olan butik bir işletmeydi kendisi. Kahvaltımızı minik terasında yapmayı ve bu esnada eski ama aşırı sevimli Napflion binalarına bakmayı çok sevdik.. Tavsiye ederim…





Eğer Atina'yı birkaç kez ziyaret etmiş ve artık farklı bir deneyim yaşamak niyetindeyseniz; Nafplion'un iki katlı ve renkli evleri, dikkat keserseniz hemen görebileceğiniz kapı tokmakları, begonviller saçılmış dar sokakları ve dingin yaşamı size ilaç gibi gelir diye inanıyorum... 

sevgiler
lulu
x

Serinin diğer postları;

15 Temmuz 2015 Çarşamba

LOUTRAKI

Selam.

Yunanistan'da yaptığımız araba yolculuğumuzun ilk durağı bir önceki postta anlattığım Korint Kanalı olmuştu. Kanalın seyri sırasında hem heyecanlanıp hem de bir parça soluklanacak zaman bulduktan sonra, Yunanlı dostlarımızdan oluşan konvoyumuzla yola devam edip, yemek öncesi bir aperitif almak için daha önce planladığımız gibi kaplıcalarıyla ünlü Loutraki kasabasına uğradık.

Loutraki, Korint Körfezi'nde Geraneia Dağları'nın eteklerine tatlı tatlı bakan ve termal sularıyla Antik Yunan'dan beri de popülerliğini kaybetmediği söylenen bir bir adres. Geraneia Dağları; Saronik Körfezi, Korint Körfezi ve Alkyonides Körfezi'ni adeta kucaklayan sıradağların ismi..

Antik Yunan'da Thermai Artemis olarak geçermiş adı; zira tanrıça Artemis burada banyo yapmış ve büyülenmiş.. Sonra da erkek ikizi Apollo'yu davet etmiş bu termal banyoya. Apollo da aynı şekilde büyülenince Olympos tanrılarının en sevdiği şehir oluvermiş burası ve tanrıça Artemis'in adı verilmiş.. Kasabanın bugünki adı olan Loutraki de zaten "küçük banyo" anlamına geliyormuş..

Korint sonrası en fazla 15 dakika araba kullanılarak ulaştık Loutraki’ye. Bu kasaba, Yunan orta sınıfının yazlık evlerinin bulunduğu bir bölge olması yanında, gazinolarıyla da ünlü olduğundan yabancı turistlerin de ilgisini çekermiş. Ayrıca Atina'ya çok uzak olmaması yanında, sahilinin uzun (yaklaşık 4 km) ve denizinin de güzel olması nedeniyle kasaba bahar, özellikle paskalya vakti ve yaz aylarında yerli turistlerin çok rağbet ettiği bir hafta sonu adresi olmuş. (Atina'ya yaklaşık 80 km uzaklıkta bulunuyor.)

Sahilinin uzunluğu bizim de çok hoşumuza gitti, çünkü manzarası öylesine güzel ve pitoreskti ki; bu manzara eşliğinde yürümek de bir başka keyif verdi hakikaten.. Bizi ıslatmayan, ama denize de sakın sakın isabet eden yağmur damlalarını izlemek doyumsuzdu diyebilirim.. Daha sonra oturduğumuz mekandan kalkmak da aynı şekilde manzaranın lezzeti yüzünden pek kolay oldu diyemem.. Oturdukça oturasımız geldi, kıyının ardında uzayıp giden çirkince ve yüksek yapılaşmasına da hiç ama hiç takılmadık diyebilirim..


PLAJ:

Loutraki kasabasının uzun plajı dışında; Schinos ve Milokopi plajları yazın kasabayı ziyaret edecekler için not olsun.. 


YEME - İÇME

Yemek konusu Yunanistan sınırlarında nerede kötü bir deneyim yaşatabilir ki? Daha önce ülkenin herhangi bir noktasına seyahat etmişseniz, sizin de bu noktada şüpheniz yoktur diye düşünüyorum.. Loutraki’de sahil boyunca ve sokak aralarında sıralanmış onlarca, belki de yüzlerce mekan bulunuyor. Bunlar içinden keyfinize göre bir seçim yapabilir ve manzaraya karşı keyifli bir öğle yemeyi yiyebilirsiniz..

Biraz atıştırmak ve bira içmek için sahildeki mekanlar içinden El-Nino’yu tercih ettik biz.. Atıştırmalıkları lezzetli, biralarımız da buz gibiydi.. Hava bulutsuz ya da az bulutlu olsa ve gün batımını da sükunetle izlesek fena olmazdı gerçi, ama yine de bulunduğumuz an ve elde olan şartlarla mutlu olmadık diyemem.. 

Bonus Not: Paskalya zamanı yapılan paskalya çöreklerinin Yunanistan yerel lezzetleri listelerinde yer bulduğunu da şuraya eklemek isterim.. Tsoureki denilen bu klasik paskalya çöreklerini seviyorsanız, bu bilgi de bonus olarak elinizde olsun..  





KONAKLAMA

Eğer Loutraki'de konaklama yapacaksanız bilin ki; hem otel, hem pansiyon hem de kiralık ev bulma konusunda hiç sıkıntı yaşamazsınız. Özellikle ev konusunda çok fazla seçenek olur diyor arkadaşlarımız, zira son yıllarda birçok yazlıkçı karada bulunan kıyılar yerine adalara yöneldiğinden, bu tip old fashion kalmış yazlık bölgelerinde evleri olanlar evlerini kiralamaya başlamışlar..

KASABADA YAŞAM

Zamanında, yani kasaba yaz tatili açısından popüler olduğu zamanlarda gece hayatı da hareketliymiş. Barlar, gazinolar, canlı müzik mekanlarındaki buziki geceleri oldukça iyi bir kitle tarafından takip edilirmiş. Bu mekanlar az çok hala görülüyor sahil boyunda...

Loutraki'nin kendi sahili ve denizinin güzelliği yanında çevresinde de görülmeye değer birçok sahil (genelde mavi bayraklı sahiller), kasaba, termal bölgeler ve 2500 yıllık tarihi kalıntılar mevcut. Yani, Loutraki'de konaklamak ve yakın çevreyi gezmek isterseniz bu kesinlikle cazip ve de hesaplı bir fikir olabilir.. (Antik Yunan'dan Heraion of Perachora yani Hera Tapınağı'nı ziyaret edebiliyorsunuz örneğin. Ve dahası hemen tapınağın yanı başında da enfes bir deniz sizi bekliyor..) 

Ama yine de daha farklı ve cazip destinasyonlarda konaklamanızı öneririm. Buralar, aynı bizim de yaptığımız gibi, yol üzerinde nefes almak için uğranan soluklanma noktaları olabilirler ancak ya da daha çok Antik Yunan peşinde koşarken uğranacak bir durak diyebilirim...

sevgiler
lulu
x


29 Haziran 2015 Pazartesi

CORINTH


Seyahat anılarımın manevi olarak en kıymetlisi olan Yunanistan, yine nefis deneyimlerle dolu bir tatil şansı sundu bize. Dostlarımız sayesinde turistik isimlerin dışında kalmayı başarabildiğimiz, Yunan kültürüne dair nefis gözlemler edinebildiğimiz bir seyahatti ve bize yine çok iyi geldi..

Bu son seyahatte, uzun ama keyifli bir araba yolculuğu yapacak ve önceki seyahatlerde üç adasını deneyimleme şansı bulduğumuz ve toplamda dört adadan oluşan Saronic Körfezi'nin son adası Poros'u seyahatin son durağı yaparak deneyimleyecektik.

Daha önceki postlarımda bahsetmiştim, ama kısa bir açıklama daha yapmak isterim.. Saronic Gulf, Atina şehrine en yakın adaları içine alan bir körfez. Bu körfezin adaları Atina'ya çok yakın olsalar da hala aşırı turistik olduklarını düşünmediğimiz adalar.. En azından Kiklad grubu adalarıyla karşılaştırırsak; kesinlikle turistik değiller diyebilirim. Hatta, daha çok Yunan halkının yazlıklarının bulunduğu adalar olarak aklınıza yazabilirsiniz kendilerini.. Her ada kendi içinde farklı özelliklere sahip ve refah seviyeleri de birbirinden farklı. Biz, sırası ile Spetses, Hydra ve Aegina ziyaretlerinde bulunmuştuk daha önceki seyahatlerimizde. Bu kez de grubun son ve belki de en az turistik olanı Poros'u deneyimleyecektik.. 

Poros, körfez adaları içinde Hydra sonrası ikinci küçük adaydı ve yapılacaklar listesi de oldukça kısaydı. Ayrıca, ada Yunanistan ana karasına en yakın ada da olduğu için kendisini araba yolculuğu yapacağımız seyahatimizin arkasına ekledik ve bu durumda extra feribot kullanmak zorunda da kalmadık... (Ya da çokçok kısa bir geçiş feribotu maceramız oldu demeliyim..) Ama bu adaları hiç görmemiş olanlara adalar arası "hop on hop off" turu yapmalarını ve bu vesileyle dört adayı da ayrı ayrı deneyimlemelerini önerebilirim..

Seyahate hazırlanırken; Poros sonrası, seyahat hayatımızda ilk kez bir bölgeyi daha doğrusu bir körfezi tam olarak ve içimize sinerek gezmiş olacağımız için içsel heyecanım inanılmaz boyutlardaydı.. Sonrasında ise; bir gezgin için bu duygunun tam olarak ne ifade edebileceğini az çok deneyimlemiş oldum, çok çok mutluydum.. Dilerim bir gün Yunanistan'ın tüm adaları için de bu tip duygular içinde dolanabilirim..



Gelelim seyahatin ilk durağına...

Kilişe ama bir gerçek olan "komşu kapısı" şehrimiz Atina'ya keyifli bir uçuş sonrası ulaştık. Havalimanından çıkar çıkmaz da kiraladığımız aracı teslim almak üzere araç kiralama noktasına transfer edildik. Teslim sonrası ise direkt Attika Odos (tallway) istikametini takip edip, otobana çıktık ve Elefsina yönüne doğru yol aldık.

NOT1: Eger akıllı telefonlarınızdan yol haritası kullanacaksanız Attika Tollway için Avrupa otoban kodu E94)

NOT2: Yunanistan otobanlarında yerleşim yerlerine "exit" tabelalarından çıkış yapılarak ulaşım sağlanıyor. Bizim ilk durağımız Korint Kanalı olduğundan Exit 12'den çıkış aldık..



İsmi kulağıma çok hoş gelen ve Halikarnas Balıkçı'sı adıyla yazmış Anadolu sevdalı yazarımız Cevat Şakir'in de söylediği gibi adı Anadolu'dan Yunanistan'a gelmiş Corinth'i (Mitolojide sonu "nth" ile biten tüm yer ve kent adlarının Anadolu'dan geldiğini söyler Balıkçı. Yalnız söylemekle de kalmaz, tarihi didik didik edip bu söylemini kanıtlar da...); yani pek çok kişinin kentinden daha çok bildiği insan yapımı muazzam deniz tünelini aslında üç sene evvel Hydra Adası'ndan Maceralı Geri Dönüş yolculuğumuz sırasında jet hızıyla da olsa görmeyi başarmıştık. Bu kez ise dünya gözüyle kanalı telaşsızca inceleme, birkaç gemi ve küçük teknenin kanalı tamamen geçişine şahit olma şansımız oldu.. 

Yani aslında kanal bir seyahat ya da konaklama noktası değil de bir tip geçiş noktasıydı bizim için.. O nedenle de araba yolculuğumuzun Korint üzerinden geçmesi bizi çok sevindirdi diyebilirim.

Korint Kanalı, Yunanistan kara topraklarını ikiye bölen ve ülkeyi görülmeye değer Peloponnesos yani Mora Yarimadası'ndan ayıran, %100 insan yapımı bir kanal.. 6,3 km uzunluğunda kendisi ve aynı zamanda Korint Körfezi ile Saronik Körfezi'ni de birbirlerine bağlıyor. Ayrıca, Ege Denizi ile Adriyatik Denizi'ni de birbirine bağladığından uzun yol kaptanlarına yaklaşık 400 km'lik bir yol avantajı veriyor.. 

Günümüzde kullanılan büyük cruise gemileri kanalın darlığı nedeniyle bu yoldan yararlanamıyorlarmış, ancak küçük boyuttaki gemiler ve tekneler için oldukça önemli bir deniz yolu trafiği olduğu söyleniyor. Bu arada k
analdan geçiş için uygulanan ücret tarifesi çok da uygun değilmiş öğrendiğimiz kadarıyla, ancak Mora Yarımadası'nın fırtınalı olma ihtimali ve uzunluğu göze alındığında kesinlikle tercih ediliyormuş. Bu arada gemilerin kanaldan geçişi aynı Boğaz hattımızda da olduğu gibi, bir kılavuz eşliğinde gerçeleşiyor gördüğümüz.. Bu durumun zorunlu mu olup olmadığına pek emin değilim aslında, ama bizim Boğaz kıyılarımız için göze alınan tehlikenin bu kanalda göze alındığını pek sanmıyorum..



Gelelim kanalın seyrine...

Üzerinden yol geçtiği için, her iki şeridin yol kenarında kanala ürkerek bakacağınız çelik köprüler bulunuyor. Bu köprülerden her an düşecekmiş hissi ile ve başım deli gibi dönerken 
(yükseklik korkum nedeniyle) baktım kanala.. “Keyifli miydi?” derseniz, çok da evet diyemem veremem, ama bungee-jumping yapan delileri izlemek eğlenceli ve heyecanlıydı diyebilirim. Yani ben gibi değilseniz belki de macera sever ruhunuza bir bugee-jumping heyecanı da yaşatırsınız o noktada.

Bu arada soluklanmak isterseniz çevrede eskilikten yıkılan birkaç turistik cafe ve souvlaki restoranı bunuluyor, ama tavsiyem kanalı izleyip hızla oradan uzaklaşmanız ve çok daha keyifli bir yemek peşinde olmanız olur.... 



Korint; Yunanistan ana karasında yapacağınız seyahatlerde gideceğiniz istikamete yakın ise, yolu uzatmak pahasına dahi olsa planlara dahil olabilir diye düşünüyorum. Ama elbette tek başına bir Korint seyahati tavsiye edecek kadar delirmedim.. ;)

sevgiler
lulu
x

Serinin diğer postları;

27 Nisan 2015 Pazartesi

MILANO - Osteria del Borgo Antico

Selam!

Sizi bilemem ama benim için Milano; aramızda kurduğumuz bağın kuvvetine de yürekten inandığımdan İtalya'nın en kıymetli şehridir.. Yolum iş için sürekli bu şehirden geçer, ama hayat da beni bir şekilde bu şehre doğru iter ya da şehir beni özel hayatımda da kendine doğru özenle çekiyor diye inanıyorum.. Brera sokaklarını her Milano sevdalısı gibi ben de çok çok severim. Navigli'nin kanal kenarı muhabbetlerine her daim varım. Porta Ticinese'nin irili ufaklı vintage dükkanlarını gezmeye, kreplerini yemeye doyamam. Montenapoleone'nin burnu büyük havasını soluyarak sokaklarında gezmek beni pek iyi hissettirir ve şehrin en büyük meydanı Duomo’ya her ayak basışımda Duomo Katedrali’nin ihtişamı karşında heyecanlanıveririm.... Gel gelelim, şehrin mutfağı ile yaşadığım aşkı tüm bu sevdiğim detayların üzerine koyar, hatta ilk sırada tutarım; zira bu mutfak beni asla şaşırtmamıştır, hep yeni bir şeyler öğretip ziyadesiyle mutlu etmiştir.

Bu yılın (2015) ilk Milano seyahatinde Osteria del Borgo Antico adında lokal bir restoranda enfes bir akşam yemeği yedik arkadaşlarımla.. Restoran, şehrin Sempione bölgesindeydi ve lokasyonu itibariyle kesinlikle turistik bir mekan değildi.. Bu anlamda da bizim tam olarak Milano’dan aradığımızı bize veren enfes bir deneyim oldu.



Her konsantre menüde yaşadığım mutlulukla başladı Borgo Antico serüvenimiz. Kafa karıştırmaktan uzak, tadında bir seçki vardı ellerimizde.. Servis son derece ilgili, zamanlamaları da çok başarılıydı. 
Fiyatların ise bu kalitede bir menü sunan restoranlar arasında makul kaldığını söyleyebilirim.. 

Başlangıç olarak, iki sevdiğim lezzeti (ahtapot ve enginar) bir arada sunan bir seçenek tercih ettim. Tam ismi; Tiepid Octopus Salad with Patatoes and Fresh Artichockes. Hani Roma'nın Ghetto'sunda yemeye alışık olduğumuz ve pişirmesi herkesin harcı olmayan enginarlar vardır ya.. İşte aynı o enginarlar gibi sulu suluydu enginarlar.. Ahtapot ise elbettte bir lokum...

Bizim kültürümüzde çiğ et pek de alıştığımız bir lezzet değil hala, o nedenle de restoranların menülerinde pek kolay yer bulmuyorlar; ancak Avrupa'da restoran menülerde çok sık karşımıza çıkıyorlar.. Tartar deniyor bu yemeğe. Et ya da balık, asitli diğer gıdaların yardımıyla doğal yollarla pişiriliyor tartar tabaklarında.. Bir benzetme olacaksa, İtalyanların carpaccio başlangıcını seviyorsanız, tartar da sevebilirsiniz diye düşünüyorum.. Borgo Antico'da oldukça başarılı bir tartar denemesi yaptığımızı söyleyebilirim.





Ana yemek olarak benim tercihim, görür görmez beni Portekiz seyahati anılarımıza ışınlayan bir cod fish oldu. Menüdeki tam ismi; Salt Cod with Porto Wine, Patatoes and Turnip Top olarak geçiyordu.

Aslında okyanus balıkları bizim Boğaz balıklarımızın yanına bile yaklaşamıyorlar lezzet olarak, ama bu gerçeğin bilincinde verilmiş bir cold fish siparişi sizi çok da mutsuz etmez diye düşünüyorum. Biz bu bakış açısıyla Cascais’te (postu burada) yediğimiz balık tabağından büyük keyif almıştık, Borgo Antico'da da aynı keyfi alabildik..

Ana yemek yanına, İtalya’da makarnasız bir akşam olmaz diyerek bir de Deniz Mahsüllü Tagliolini sipariş ettik. Ne diyebilirim ki, makarna söz konusu olduğundan, bu insanlar bu işin ehli.. Enfesti!



Şarap konusunda şeften tavsiye almanızı tavsiye edebilirim.. Açıkçası biz de kendimizi şefin ellerine teslim edelim diye düşünğrken, şefin ağzından çıkan sangiovese üzümünü yakalayıp, hiç düşünmeden bu üzümden elde edilmiş şahane bir Toskana şarabı içmek istedik. Menümüzle tam olarak eşleşmiş olmasına dahi aldırmadık açıkçası, zira bu üzümden (kupajlısından bahsetmiyorum) elde edilmiş bir şişe her restoranda kolay kolay karşımıza çıkmıyor..

Osteria del Borgo Antico; size İtalyan mutfağının pizza ve makarnadan ibaret olmadığını gösterecek leziz bir tavsiye. Olur da bir fırsatınız olursa, denemenizi hakikaten çok isterim. 
(Adres: Via Piero della Francesca, 35. Milano.)

Sevgiler
Lulu
x

13 Şubat 2015 Cuma

PAPS ITALIAN

Karaköy’de yine harika işler oluyor!

Semt bir taraftan yeni açılan kafe/restoranlar, kahve dükkanları ve özgün butikleriyle bizi mutlu etmeye devam ederken, diğer yandan da o bayıldığımız kendine has olma halinden gram eksilmiyor. Bu hali ile de bizi şehrin karmaşasından çekip alıyor, pamuklara sarıyor gibi hissediyorum.

Aslında benim Karaköy sevdamın başlangıcı Mums Cafe'dir. Sonrasında o sevdayı haklı kılan onlarca mekan açılmış olsa da Mums'ın huzurlu ortamı ve lezzetlerinden asla vazgeçmediğimi söyleyebilirim.. En mutlu sabah kahvaltılarım ya da elimde kitabımla kendime sığındım ve sakin kalmak istediğim zamanlarımda şehirdeki en kıymetli köşem daima Mums olmuştur.. (Mums postunu buradan okuyabilirsiniz.)

Geçmişte birçok kez "Mums'ın bir de restoranı olsa" fikrini sevgiliye fısıldamışlığım vardır, zira bu minnak mekanda aradığım tüm özeni bulmak, beni akşam yemeği açısından da heyecanlandırırdı, eminim.. Evren beni seviyor olacak ki; harika haber sevgili Yıldız'dan geldi. Yıldız ve sevgili annesi İlkin Hanım'ın ellerinden çıkan Mums sonrası, ailenin erkeklerine emanet edilen Paps Italian adında bir de İtalyan restoranı olacaktı! Oh la la..



Bu heyecanla Paps'a hızlıca bir tadım ziyaretine gittim elbette. Heyecanlıydım, zira Paps yalnızca Karaköy semti için değil; dekor, menü ve lezzet kalitesi ile İstanbul'da var olan tüm İtalyan restoranları içinden kolayca sıyrılabilecek bir özenle hazırlanıyordu.. Restoranın oluşum aşamasında menü Papermoon’un usta İtalyan şefi Pino’ya emanet edilmiş ve Pino önderliğinde geliştirilen konsantre menü ve restoran, yine şef Pino'nun Napoli’den yakın arkadaşı olan şef Luigi'ye teslim edilmişti.
 
Sevgiliyle bir mekana gittiğimizde ilk önce ne içeceğimize karar verdiğimizden, size ana menü öncesi bir İtalyan restoranı için önemli bir kriter olan şarap menüsünden bahsetmek istiyorum. Paps'ın şarap menüsü ağırlıklı olarak İtalyan şaraplarından oluşuyor doğal olarak. Beni asıl heyecanlandıran kısım ise; listelerine Türkiye'den seçilmiş çok özel bir şarap seçkisinin de eklenmiş olmasıydı. Daha önce ismini duydunuz mu bilmiyorum, ancak bilmeyenler icin "Chateau (Şato) Kalpak" şarabı Paps şarap menüsünün yıldızı kabul ediliyor. Türkiye'nin en iyi ilk üç şarabından biri sayılan şarap, Trakya/Şarköy bölgesinde, tek bağdan çıkıyor ve sınırlı sayıda üretiliyor. Öğrendiğimiz, bu şarap iki çeşit (şu an için) ve biri ana ürünken, diğeri de yan ürün olarak piyasaya sunuluyor.. Tadını ve aromasını son derece dengeli bulduğumuz yumuşak içimli bir şaraptı kendisi ve ben gibi kırmızı şaraba çok da düşkün olmayan biri için bile nefis bir denemeydi diyebilirim..

Şarabı sipariş ettikten sonra sıra peynir ve şarküteri tabağına geldi, zira iyi bir İtalyan restoranında yemek öncesi bu keyfi yapmak kaçınılmaz.. Muhteşem bir Kars Gravyer örneğiyle aşırı mutlu olduğumuz peynir tabağımızı şiddetle önerebilirim. Gravyer peynirini İsviçre'den Türkiye'ye getiren aile, Mums ve Paps ailesinin çok yakın dostlarıymiş. Bu tanış durumu nedeniyle de Gravyer Paps menüsünde sağlam bir yer edinmiş. Çok da iyi olmuş. Bunun dışında trüflü peynirleri Formaggi al Tartufo'nun da atlanmaması gerektiğini eklemeliyim..

Şarküteri tercihleriniz Napoli, Milano ve Picante salamları ya da proscuitto, coppa ve sopressata gibi lezzetlerden oluşuyor. (Domuz ürünü tercih etmiyorsanız lezzetli bir breseola ya da füme antrikot seçenekleriniz de bulunuyor..)



Bıraksalar günlerce burrata ile beslenebilecek biri olduğumdan, başlangıçlar içinde ilk denememiz hiç düşünmeden burrata oldu. Bu peynir yapıldığı ülkenin sınırları dışında pek denenmemeli diye düşünürüm ben açıkçası, zira taze olması bu peynirin en önemli kriteridir ve kesinlikle günlük olarak tüketilir. Ayrıca da bir İtalyan peyniri olduğundan ülkemizde başarılı bir denemesinin olduğuna da hiç rastlamadık diyebilirim... Konu Paps olunda bu denemeyi yapmak da kaçınılmazdı bizim için ve hakkını verdiklerini de rahatça söylemek mümkün..

Permigiana di Melenzane, yani parmesan ve scamorza peyniri ile doldurulmuş patlıcan baslangıçlar içindeki bir diğer favorimiz oldu. Et suyu ile tam da gerektiği kadar pişirilmiş domates sos aşırı lezizdi.

Kuşkonmaz, lezzetine tutkun olduğumuz ve sağlık açısından da tüketmeye özen gösterdiğimiz bir sebze. Paps menüsünde tereyağı ve parmesan ile hazırlanmış basit ama çok lezzetli bir kuşkonmaz bulunuyor.. Bu tip aroma ve lezzet anlamında kendi başına yeterince iddialı olan sebzelerin üzerinde yapılmış küçük dokunuşlar nefis sonuçlar veriyor, bence atlanmaz.. 





Menünün salata bölümünden bir denememiz olmadı. Başlangıç sonrası ya da ana yemek öncesi salata yemeyi ihmal etmeyenler adına, yine çok konsantre bir şekilde hazırlanmış ama yeterli seçeneğe sahip salata çeşitlerinin olduğunu söyleyebilirim.

Altı çeşit makarnaya yer verilen menüde ev yapımı ispanaklı fettucini benim için enfes bir tercih oldu. Adaçayı ile aromalanmış tereyağı sosunun damağımda bıraktığı lezzeti hala duyumsuyorum.. Lazanya ise, hazır soslar ile hazırlanan benzerleri içinde ev yapımı hali ile şahane bir seçenek! Damağımızda oluşmuş pası sildi diyebilirim..

Diğer seçenekleri denemeye yer kalmadı elbette, ama Sicilya seyahatini yakın bir zamanda yapmış biri olarak Rigatoni Norma için çok yükseldiğimi söyleyebilirim. O nedenle sonraki Paps ziyaretimde ana yemeğim kesinlikle o olur diye düşünüyorum.. Bir de aklımda kalan Risotto konusu var, zira Risotto'nun iflah olmaz bir fanıyım ben.. Onu da illaki bir ara gelip deneyeceğim.. Bu arada risotto menüde "günün risottosu" şeklinde yer bulmuş ve elde olan en taze malzemelerle günlük olarak hazırlanıyormuş..



Ve Pizza!

Napoli pizzasını biliyorsanız Paps size tam olarak bu lezzeti sunacak diyebilirim, yani o incecik hamurun dolgun hatta pofidik kenarlarını... Menü yine çok konsantre olduğundan kafanızı karıştırıp sizi kararsız bırakmayacak şekilde hazırlanmış. Pino'nun bu konudaki danışmanlığı hakikaten son derece etkili olmuş diye düşünüyorum. Damak zevklerinize göre tercihinizi kolayca yapabiliyorsunuz..



Gelelim İtalyan gecelerinin en keyifli kısmına... 
Tatlısız bir İtalyan gecesi olabilir mi? Türkiye’de -en azından ben kendi adıma bunu söyleyebilirim- çok başarılı örneklerine rastlamadığım Panna Cotta'nın kahve ve çikolata soslu birleşimi ve kilolarca yiyebilirim hissi veren hafifliği çok başarılıydı. Tiramisu yemeyi de çok özlemiştik ve İtalya sınırlarındaymışçasına keyifle yedik.. Ancak beni tatlı menüsünde en heyecanlandıran kalem denemeye yerim kalmasa da cannoli oldu. Sicilya’nın ünü boyunu aşmış tatlısını bir sonraki Paps ziyafetime sakladım.

Bu arada Mums kendi ekmeklerini üretmeye başladığından, Paps da bu ekmeklerden brioche olanını servisine dahil etmiş. Brioche benim daha evvel de tadını bildiğim, hatta Sicilya seyahatinde Brioche Ice Cream hali ile tanışıp daha da sevdiğim bir ekmek çeşidiydi. Belki bu ekmeği ileride bu şekilde de servis edilir.. Belli mi olur? 



Son bir not eklemek gerekirse; mekan rezervasyon kabul etmiyor. Bence bu durum çok sevimli çünkü mekanı her daim ulaşılabilir kılıyor benim nazarımda ve ben bu rahatlığı hissetmeyi seviyorum, zira rezervasyonsuz müşteri kabul etmeyen ya da rezervasyon aşamasında ulaşılmaz davranıp, telefon görüşmelerinde bizi çileden çıkartan mekanların sayısı oldukça çok.. 

Paps Italian şehre gerçekten Hoş Geldin! 

Adres: Kemankeş Karamustafa Pasa Mah.
Mumhane Cad. Fransız Geçidi Sok. No:16/17
(Fransız Geçidi'nin bir köşesi Mums, diğeri ise Paps)

Sevgiler
lulu
x

13 Ocak 2015 Salı

SİCİLYA - Alternatif Geziler

Selam yeniden..

Sicilya serisi için hazırladığım dört ayrı post sonrası artık serinin son postuna başlıyorum ve diliyorum ki bu son post ile birlikte planlarınıza daha net karar vermeniz için küçük de olsa bir katkıyı sağlayabilirim.. 

Katanya ya da Taormina'da kalıyor ve araç kiralamadan seyahatinizi kısa ama heyecanlı ya da bol adrenalinli gezilerle doldurmak istiyorsanız, adada çok sayıda alternatife sahipsiniz.. Bu alternatifleri tur şirketleri ile organize edebilir ya da araç kiralayıp kendi özgürlüğünüzle de gerçekleştirebilirsiniz..

"City Sightseeing" çocuk sahibi olmadan evvel "tur otobüsüyle şehir mi gezilirmiş!" diye önemsemediğim bir aktiviteydi, yalan yok. Ancak Alpcan sonrası gördüm ki; şehrin tarihi değerlerini çocuk ayağıyla gezmek bazı yaş aralıklarında hakikaten zor (çocuk için) oluyor. Puset pek tabiki işimizi kolaylaştıran bir araç, ama zaman zaman pusetin de fiziksel zorlukları olabiliyor anne ve babalar için. İşte o vakitler hop on hop off servis sunan otobüslerle yapılan şehir turları çocuklu aileler için harika bir kurtarıcı diyebilirim. Kulağınızdaki kulaklıktan "fazlaca" kitabi bile olsa şehrin önemli tarihi eserleri hakkında genel bilgiler de edinebiliyorsunuz böylece.. Ya da kendi notlarınız dahilinde kulaklıksız yol almanız da mümkün olabiliyor.. 

Taormina'da bu turu yapmak icin 140 dakikalık bir program ayırmışlar ve durak noktalarını; Giardini Naxos, Letojanni, Taormina ve Castelmola şeklinde sıralamışlar.. Bu turu iki eşit parcada da kendi seçim noktalarınız dahilinde yapma şansınız oluyor. O zaman vakit ve ödeyeceğiniz rakam da yarıya düşüyor.

NOT: Bu turu Katanya şehrinde ister otobüs, ister minik şehir trenleri ile yapabilirsiniz. Biz Taormina'da kendi aracımızı kiraladığımız için yapma gereği duymadık, ama şehir treni ile Katanya'yı yüzeysel de olsa keyifle dolandık.. Daha sonra da detaylı incelemelerimizi kendimiz organize ettik..


 
Katanya şehri hakkında daha önce denayimlerimi paylaşmıştım. Buraya dek gelmişken şehir turumuz sonrası Acitrezza kasabasını da görmeyi ihmal etmedik.. İlk postta da bahsetmiştim; Acitrezza büyük Etna felaketinin kıyı şeridinde yarattığı muazzam bir doğal güzellik.

Aci Castello, Katanya ve Taormina arasında kalan ve Etna'dan gelen taşlarla inşa edilen bir Norman kalesi bulunan küçük bir köy. Onun birkaç km ilerisinde de bir balıkçı köyü diyebileceğimiz Aci Trezza bulunuyor. Her iki köyde de keyifli vakit geçirebilir ve denizinden faydalanabilirsiniz.. Hatta konaklamak için tercih edeceğiniz noktalar bile olabilir bu köyler.. 

Mitolojiye göre; Acitrezza'da deniz içinde bulunan dev lav taşlar, tek gözlü dev Cyclops'un Odysseus'a fırlattığı lav taşlarıdır.. Hakikaten dünya gözüyle görülmeye değerler..



Etna Turu Sicilya seyahatlerinin kesinlikle olmazsa olmaz destinasyonu.. Bana kalırsa adada başka bir şey yapmasaniz dahi bu tecrübeyi yaşamak şart.. Etna, yolu meşakkatli, ama bir o kadar da görkemli olması nedeniyle yaklaşık 6/7 saat ayırmanız gereken bir tur. S.Venerina ve Zafferana köylerinden geçerek ve lokal bal dükkanlarına uğrayarak ilerlerken lav kalıntılarına ve lavların o coğrafyada yarattığı müthiş yıkıma tanıklık ediceksiniz.. Silvestri Krateri ise gezinizin en büyük heyecan noktası olacak hiç kuşkusuz... 1892 yılındaki patlamada oluşmuş bu krateri görmek kelimenin tam anlamı ile nefes kesici bir an..

Bu turu münferit yapabilirsiniz elbette, ancak tur satın alıp çok daha kapsamlı geziler de planlayabilirsiniz. Bunun için de kıyafet (sahil sıcaklığı olmayacak elbette zirvede..) ve ayakkabı bakımından mutlaka hazırlıklı olmanız gerekir. Bunun yanında yüksekliği yaklaşık 3300 mt olduğundan ve 2900 mt.lerde yürüyüş yapacak olmanızdan dolayı yüksek irtifa hastalığı ihtimalini de düşünmenizde fayda olur.. 

Taormina'dan Etna'ya çıkışın yaklaşık bir saat sürdüğünü ve muazzam keyifli bir yolculuk olduğunu da söylemeliyim.. 

Etna turunu ayrıca Etna Şarap Turu olarak da planlayabilirsiniz. Dağ eteklerinde yetişen leziz üzümlerden, enfes şaraplara uzanan üretim serüvenini şarap eksperlerinden öğrenmek ve tadım fırsatı bulmak mutlak ki unutulmaz bir deneyim olacaktır..




Gole Alcantara adanın şahane önerilerinden bir diğeri. Alcantara, Etna Dağı'nın kuzeyinde kalan bir nehir aslında. Büyük Etna patlamasında nehre ulaşan lavlar suyun etkisiyle daha hızlı soğumaya uğrayınca kristalleşme yaşanmış ve doğa bize enfes bir görsellik bahşetmiş... Alcantara'yı yalnızca görsel olarak ziyaret etmek dışında off road ya da tekking turlarına da katılabiliyorsunuz..



Castelmola Taormina kasabasından bir sonraki yüksek noktanız. Mideleri sağlam tutmakta zorlanacağınız müthiş virajli yoluna katlanabilirseniz eğer, 1600 feet yükseklikte hem daracık sokaklarında huzurla dolaşacağınız mistik bir Orta Çağ köyü ile tanışacak hem de gözlerinizi Messina Körfezi ve Etna Dağı'nın etkileyici görüntüsüyle ödüllendireceksiniz... Bu köy için en basit tanım ile bir manzara köyü demek de mümkün bu bağlamda..

Kilise gezmeyi severler için Chiesa San Giorgio farklı ve hatta göze çarpmayacak kadar sıradan bir kilise örneği.. Gezmek isterseniz görmek için kendinizi zorlamanız gerekebilir..  

Piparelli kurabiyesini şarabınıza batırarak manzaraya karşı keyif yapmanızı da ayrıca tavsiye ederim.. ;) Bu köyde bu keyfi yapacağınız en iyi seyir noktası köyün en popüler mekan olan ve her daim kalabalık olmasına şaşırmadığımız Antico Cafe San Giorgio.
 
Bar Turrisi ise köyün en enteresan mekanlarından biri. Yunan mitolojisinden yola çıkarak 1947 yılında ortaya çıkmış bir penis kafesi kendisi.. Bu mekandaki her obje, ama her obje bir penis içeriyor. Açıldığı ilk zamanlar bir badem şarabı tadım dükkanı gibiymiş Bar Turrisi ve günümüze dek ulaşmış, felsefesi olan ve belki de dünya üzerindeki en enteresan mekanlardan biri kabul edilebilir. Castelmola evelden ezelden cinsel eğilimlere karşı açık bir yaşam tarzını savunduğundan, Helenistik Dönem'i takip eden sanatçılar tarafından da sıklıkla tercih edildiği söyleniyor. Bu açıklık 1947 yılında böyle bir mekanın oluşumuna olanak sağlamış diyebiliriz.  




Syracuse ve Ragusa (ilk postta kısmen detaylandırdığım gibi) adanın güzel ve görülesi şehirlerinden ikisi. Bana kalırsa her iki şehre de vakit ayırmak seyahatinizi taçlandıracaktır. Syracusa'nın eski ve dar sokaklarını, çevresindeki doğal oluşumların güzelliğini gördükten sonra Ortigia Adası'nı da kesinlikle es geçmemenizi yinelemek istiyorum..



Eski Fiat 500'leri kim sevmez ki? Bu şehirde bu arabalardan kiralamak ya da günlük GodFather Turu'nu Fiat 500 ile yapmak filmin müptelaları arasında gerçekten de çok popüler.. 



Isola Bella..

Taormina'da kalıp Isola Bella koyunu görmeden ve mevsimiyse o sularda yüzmeden dönmek elbette pek mümkün değil... Mazzaro koyundan kalkan minik teknelerle Isola Bella'ya gidebiliyor ya da farklı turlar satın alarak koy yanında koyum çevresindeki etkileyici mağaraları da gezebiliyorsunuz.. Kristal suların en güzel ve sessiz diplerine dalmak için yoğun olarak tercih ediliyor bu turlar.. Ayrıca tur uzun da sürmediğinden günün kalanı için farklı planlar da yapabiliyorsunuz.. 



Aeolion Adaları Turu: Tekne ile adaları gezmek yine Sicilya'nın sunduğu keyifli gezi alternatiflerinden biri. Şu an faaliyeti devam eden volkanik Stromboli Adası (yıl 2014), Salina, resimlemeye doyamayacağınız Panarea, Lipari ve dahası görülmeye çok değer duruyorlar.. Biz de ailece adayı yeniden ziyaret edebildiğimizde bu adalardan en az ikisini programımıza dahil etmeyi çok istiyoruz.

Balayı için adada olacak çiftlere (bütçelerinin daha yüksek olduğunu düşünerek) Helikopter Turu tavsiye etmek istiyorum. Ah keşke yükseklik korkum olmasa ve bütçemi zorlayıp yapabilsem dediğim bir hayal aktivite kendisi.. Etna Dağı, lav kalıntıları, volkanik Aeolian adaları, Agrigento Vadisi ve eski Yunan tapınaklarını gökyüzünden görebilmenin büyüsünü düşünemiyorum bile...



Palermo Turu yeterli vaktiniz varsa tercih edebileceğiniz bir seçenek olsa da ben adayı iki ayrı seyahatte gezmeli fikrinde çok ısrarcıyım. İlk seyahatte Katanya ve çervesini yaşayıp sindirmek kesinlikle daha mantıklı geliyor bana, zira ada gerçekten da çok büyük ve gezilecek çok fazla nokta mevcut... Ama siz gelmişken Palermo'yu da görmekte ısrarcıysanız karar elbette sizin.

Alışveriş yapmayı seven ruhunu deniz tatilinde bile sakinleştiremeyenler de olabilir düşüncesiyle Sicilia Qutlet Village notunu da buraya eklemek istiyorum. Pek çok İtalyan markanın bir arada bulunduğu bu alışveriş köyüne ulaşmak için www.siciliaoutletvillage.it adresinden shuttle rezervasyonu yapabiliyorsunuz. Hafta arası 10:00/20:00, h
afta sonu ise 10:00/21:00 saatleri arasında ziyaret etmeniz mümkün.