Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

27 Aralık 2016 Salı

COTE D'ZUR SEYAHAT PLANLARI - Anne Çocuk Tatili Vol.1

Merhaba!

2016 yaz sezonu için tatillerimizden birini Bey'in yoğun programı nedeniyle Alpico ile baş başa geçecek bir Anne-Çocuk Tatili olarak planladık. Düşüncesi dahi içimi kıpır kıpır eden bu fikrin, hem Alpico ile olan ilişkimize yeni bir boyut katacağına hem de sanat anlamında onun resim pratiğine, hayal dünyasına, ama en önemlisi de ruhuna ilhamlar saçacağının çok bilincindeydim.

Alpico sanata yatkın bir çocuk.. Bunu sezmeye başladığımızdan ve bizim için önemli olan isimlerden de bu ışığın varlığını dinlediğimizden beri, anlık ya da tüm hayatını etkileyebilecek kararlar açısından mutlaka duruma çok yönlü olarak yaklaşmaya çalışıyoruz. Hafta sonu planlarımız, tatillerimiz, hediyelerimiz ya da okul araştırmalarımız hep üzerine yoğunlaşılarak veriliyor. Buradaki amaç elbette Alpcan'ın bir sanatçı olması ya da sanat eğitimi alması adına onun küçük omuzlarına fazlaca yüklenmek değil. Hatta kesinlikle değil ve bu noktada biz de aşırı titiz davranmaya çalışıyoruz. Amacımız daha iyi bir insan, daha özgür bir ruh olması adına ufkunu olabildiğince açabilmek, beslenmesine katkı sağlamak; zira kendisi buna çok açık..

Tabi diğer tarafta da bizim gelişimimiz var... Çünkü bir çocukla "yeniden" büyümek ve olduğun "sen"in daha fazlası olabilme ihtimali müthiş heyecan verici!



İşte ben bu geçerli nedenler ışığında tatilimizi planlamaya başladığımda aklımı kurcalamaya başlayan bir soru bir de düşünce oldu.. Soru; “yaz tatilini sanat ile nasıl birleştirebilirim?” idi. Düşünce ise; bu denli üzücü, yaralayıcı ve basitçe "kötü" denebilecek bir dünya düzeninde yaşarken, ruhumu serin tutmak adına nitelikli bir seyehatte sanata yakın durmak kendimi tedavi etmenin iyi yolu olurdu.. Öyle bir dönemdi, üst üste bir sürü kötülük vardı etrafımda ve uzaklaşmak, bu enerji çeperinin dışına çıkmak en doğrusuydu...  

Aklıma ilk gelen ilk destinasyon Fransa’nın Cote d’Azur kıyı şeridi oldu diyebilirim. Neticede bir Rönesans aşığı olarak Floransa’ya da aklım kayabilirdi, ama onun zamanı henüz 5,5 yaşında bir çocuk için gelmemişti, bunun bilincindeydim.. Ayrıca deniz de yanı başımızda olmazdı ve ağustos sıcağında seyahat ikimiz için de eziyete dönüşebilirdi.. Cote d’Azur’u düşünmemi sağlayan ilk şey ise Antibes anılarım oldu. Antibes, daha önce ziyaret ettiğimizde hayran kaldığımız bir Picasso müzesine sahipti ve eşsiz Akdeniz manzarasıyla sıcak bir yaz gününde hakikaten serinletici bir etki bırakmıştı üzerimizde.. Alpico o zaman henüz 2,5 yaşındaydı ve bebek arabasından renkleri şaşkınlıkla takip ettiğini çok net hatırlıyordum. Bu mis hatıra eşliğinde yine bir Cote d’Azur tatili planlarsam, daha önce gittiğim, kısmen de bildigim bir bölgeyi sevgili yanımızda yokken de rahatça gezebilir ve kendimi ilk yalnız tatilimizde daha güvende hissedebilirim diye de düşündüm açıkçası.. Ayrıca Nice şehrinin eski şehir bölgesi Vieux Nice’de kiraladığımız daireyi de yeniden kiralayabilirsem bizim için nefis bir nostalji olabilirdi.. Planlarımı bu şekilde netleştirdim, uçak biletlerimizi kestirdim ve evimizi, yani üç sene evvel kaldığımız nefis daireyi de yeniden kiralamayı becerdim.

Ancak tam o günlerde dehşet bir olay yaşandı Nice şehrinde… Bastille Day kutlamalarının yapıldığı 14 Temmuz 2016 akşamı tüylerimizi diken diken eden bir terör saldırısına uğradı şehir. Çok üzücüydü olanlar.. Görüntüler kahrediciydi ve ben de seyahatimize dair büyük bir korku içindeydim haliyle.. Ancak sevgiliyle oturup konuştuğumuzda şuna karar verdik; sevgimizi o şehrin insanlarıyla paylaşmalı, acılarına ortak olmalı ve yaşamaya inatla devam etmeleri için onlara kuvvet vermeliydik. Bu itici güç eşliğinde planlarımızı daha da hızlandırdım. Fransa’da yaşayan arkadaşlarımdan ve Alpcan’ın sanata bakış açısını geliştirmek isteyen büyüklerimden aldığım tavsiyeler sonrası enfes bir seyahat planı çıktı ortaya.. Seyahatimizi, her anı dolu dolu geçecek şekilde, ama yol arkadaşımın 5,5 yaşında olduğunu unutmadan hazırladım. Alternatifleri, vaktimiz kalırsaları, olmazsa olmazları, mutlaka O’na tattırmam gerekenleri.... 

İlk postta, size bu planları başlıklar halinde sunacağım. Sonraki postlarda ise bu başlıkları ve gerçekleşenleri detaylıca anlatacağım. Anne-Çocuk Tatili’mizin birçok annenin hayali olduğunu ya da birçok anneye cesaret vereceğini düşündüğümden, bu serinin çok yerini bulan postlar olacağına inanıyorum..

İşte yaşandığı an, yani pratikte üzerinde birçok değişiklik yaptığımız seyahatimizin netleşmiş planları;   

1. Villefranche Sur Mer ve St. Jean Cap Ferrat kasabaları, Villa & Jardins Ephrussi de Rothschild Malikanesi ve Bahçeleri gezisi: Gün yorucu olmaz ise, Cap’tan onbeş dakikalik yürüyüş ile Beaulieu Sur Mer kasabasına geçiş ve kasaba ziyaretlerinde mutlaka deniz!

2. Eze Village ve Jardin Exotique Botonik Bahçe ziyareti. Sonrasında “Nietzsche Yolu” üzerinden Eze Sur Mer: Bu enfes ama dağlık olan kasaba ziyareti ve patika yoldan deniz kenarına iniş muazzam yorucu olacağından, yolun sonunu sevgiliyle aklımıza kazınmış o mükemmel sahil restoranında yeniden bir yemek yer ve plajından da denize gireriz planı ile noktalıyacağız..

3. Antibes şehir turu ve Picasso Müzesi: Hem sanat hem deniz hem lezzet! Nefis bir gün olacak.. 

4. Monaco/Monte Carlo ve Ocean Oceanographic Museum ziyareti: Bu ziyaret
bize yine deniz alternatifi sunacak, ayrıca Monaco Prensliği'nin asker değişim töreni izleyip sonrasında da F1 yollarından çıplak ayak yürüyüş yapabileceğiz..

5. Chagall ve Matisse Müzeleri: Sanırım Alpcan için sanat anlamında en önemli ve ilham verici gün o gün olacak.. Sonrasında ve öncesinde de Nice'in eşsiz turkuaz mavisinde doyasıya yüzebiliriz..  
 
6.Modern Sanatlar Müzesi (Musée d'art moderne et d'art contemporain M.A.M.A.C): Bu plan aslında opsiyonlu.. Günü orada olduğumuzda farklı bir hale de getirebiliriz, zira yaşı itibariyle Modern Sanatlar ne kadar doğru bir zamanlama henüz emin değilim.. 

NOT: Bu günlerin her birine sabah ve akşam ritüelleri olarak şunları ekledik Alpico ile.. (elbette planlarımız ailece hazırlandı!) Aynı 2013 yılı seyahatimizdeki gibi; erkenden evden çıkılsın, Cours Saleya pazarından meyve alışverişi yapılsın, mahalle fırınımızdan sandviçlerimiz taze taze hazırlatılsın ve kahvaltımız ya Promenade des Anglais boyunca uzanan banklarda ya da Nice’in taşlık plajında, ama mutlaka denize karşı yapılsın. Akşam uyumadan ise ya dondurma ya da macaron!! 

Şimdi biz sırt çantalarımızı takıp, uçağımızı yakalayalım.

Oh la la! 

lulu
x

Serinin diğer postları:

19 Ekim 2016 Çarşamba

KALEM ADASI OLIVIERA RESORT

Merhaba,

Kendimizce pek çok geçerli nedenimiz olduğundan tatillerimizi, özellikle de yüksek sezondaki yaz tatillerimizi Türkiye sınırlarında geçirmeyi pek tercih etmiyoruz. Oysa ne çok seviyorum Ege sahillerimizi, aksam esintilerini, denizini, lezzetlerini.....

Yoğun çalışan ve yıllık izin haklarını yasal hakkıyla kullanamayan biri olarak bayram tatilleri -özellikle de yaz aylarına denk gelen şu son yıllar- tatil için en kıymetli zamanlarım oluyor haliyle. Ancak, tam da bu zamanlar Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyılarının neredeyse %100 doluluk oranına ulaştığı o vahim tatil dönemlerine de denk geliyor.. Gitmek, gittigin yerde hizmet almak, plajında yer bulmak, yemeği hakkıyla yemek hakikaten büyük bir dert.. Tatilden geri dönmekse -araç ile de uçak ile de- başlı başına bir mesele.. Bu tokat yemiş gibi yapılan tatillere ödenen bedellere hiç girmiyorum bile... Durum böyle olunca, vizesi her daim hazır olan ve uçak fiyatlarını kovalamayı seven bir aile olarak, aklımız gerçekten sıfırlansın, bedenimiz gerçekten dinlensin ve tatil için ödeyeceğimiz bedellerin karşılığını da alalım istiyoruz. Hepsini geçiyorum; medeniyet istiyoruz, farklı kültürleri daha yakından tanımak istiyoruz ve hatta yaşadığımız yeri özlemeye bile ihtiyacımız oluyor... 

Neyse, konu böyle ama aslında anlatmak istediğim şey kendimize Türkiye içinde nefis bir tatil alternatifi bulmuş olmamız... 

Bodrum/Mazı köyüne bağlı İnceyalı Koyu sonrasında konfor olarak çok daha yükseğe çıksa da duygu olarak “cennetimden bakarken” şeklinde adlandırabileceğim harika bir deneyim yaşadık bu yaz.. Aslında kendisini yaklaşık beş yıl kadar evvel keşfetmiştik fakat gidilecekler listesi bir türlü o sıraya gelmemişti.. Şimdi düşününce; iyi ki 2016 yılı Şeker Bayramı tatilimizi son dakikaya dek planlayamamışız ve iyi ki çaresizce ne yapacağım diye debelenirken notlarımda bir anda Kalem Adası'nı görmüşüm diyorum...



Antik Çağ’ın en büyük deniz savaşının sularında geçtiği rivayet edilen Kalem Adası, İzmir'in Dikili kasabası kıyılarının sonunda bulunan Bademli Köyü'nün tam karşısında bulunuyor. Mini-minnacık yapısı nedeniyle birçok insanın bilgisi dışında kalmış bir adacık burası. Eğer yeryüzüne serpiştirilmiş cennet parçacıkları varsa (ki ben mitoloji sevdiğimden varlıklarına çok inanıyorum), bir tanesi kesinlikle Kalem Adası olabilir.. Gerçekten de ada cennetin bir yansıması gibi. 

Bu arada ada çevresindeki kum, ışığını farklı bir güzellikle denize yansıttığından, Antik Çağ’da da bu adaya Arginnsai yani “ışık saçan” denirmiş... Bu bilgiyi de eklemeden geçmek istemedim.. 





Kalem Adası, 1973 yılından bu yana Dartar Ailesi'ne ait özel bir mülk.. 480 bin metrekarelik bir alanı olan ve zeytin ağaçlarıyla kaplı yemyeşil bir ada diyebilirim kendisine. Adanın bir yüzü Bademli Köyü'ne yüzme mesafesindeyken, diğer yüzü de Midilli Adası ile romantik romantik bakışıyor.

Turkuaz suyu ve ipeksi kumlarıyla ünlü olan adaya, belki biraz klişe gelecek ama "Türkiye’nin Maldivler’i" benzetmesi yapılıyor ve kabul etmek gerekir ki bu abartılmiış bir benzetme değil.. (Hoş, denizinin Ege suyu olması, benim nazarımda adayı Maldivler’den çok daha üstün kılıyor.)

Yaz aylarında deniz suyu sıcaklığı Ege'nin meşhur soğuk suyuna göre daha ılıkça oluyormuş, derinliğiyse tam olması gereken ölçülerde diyebilirim. Sığ olarak başlayıp, sakince derinleşiyor.. Bu iki özellik birleşince çocuklu ailelerin adayı tercih etmeleri için de önemli iki kriteri oluşturuyor.. Ayrıca plajının mavi bayraklı olduğunu da eklemeliyim.. 







Dartar Ailesi, adaya kendi tatil anlayışları doğrultusunda ve de babalarının vasiyetini yerine getirmek amaçlı bir otel inşa etmişler. İsmi; Kalem Adası Oliviera Resort. Eko Turizm mantığıyla, büyük botanik bahçeler içine ahşap ve doğal taşlar kullanılarak inşa edilmiş otel, adanın doğal zenginliklerini kesinlikle korumuş durumda.. Taş olarak adada görünen tüm bahçe dekorları kayıtlı tarihi eserlerden oluşuyor..

Tesis adanın tek işletmesi ve dolayısıyla da Türkiye tatil ortalamasının üzerinde bir fiyatlandırmaya sahip, ancak sunduğu nadide tatil deneyimi göz önüne alındığında karşılığını almak içinizi rahat ettiriyor. Açıkçası bu yorumu sunulan hizmetin ya da otel lezzetlerinin üst seviyede olması nedeniyle yapmıyorum, zira aynı fiyat ortalamasında olup Oliviera Resort’den çok daha iyi işletilen tesisler kesinlikle mevcut. Nadide bir tatilden kastım; özel bir adada olmak, tertemiz bir suya dalmak, plajlarda sıkış-tepiş bir tatil geçirmemek ve aradığınız sakinliği gerçekten bulabilmek... Bu nedenle de Kalem Adası, ruhunuzu dinlendirmeye ihtiyacınız olduğunda ya da romantik bir kaçamak yapmak istediğinizde tercih edebileceğiniz nefis bir tatil noktası olabilir...

Konaklama süresini hafta sonu veya en fazla dört gece olarak sınırlandırabilirsiniz, çünkü adada sahip olacağınız üçlü ritüel; deniz, yemek ve dinlenme olacak.. Dört gün de bu ritüeli sindirmeye fazlasıyla yeterli. Adada bu tatile ekstra ne eklenebilir derseniz; su sporları merkezinde su altı dalış kursu, konusunda iddialı olan SPA ekiplerinden masaj alma ve belki çevre koyları gezmek adına kısa tekne turları yapılabilir. Geceleri ise; yemek öncesi Sunset Bar’da apreritif alıp, Midilli Adası’na karşı gün batımı ve restoranda akşam yemeği dışında bir alternatifiniz yok.. Tabi bu yorumun ucu çok açık, zira kendi kendine zaman geçirmekten keyif alan bireyler için aslında 
yapacak çok fazla şey de olabilir.. 









İşletme, 2016 Yaz sezonunda yarım pansiyon olarak hizmet veriyordu. Sabah kahvaltıları -yoğun bayram dönemleri dışında- serpme olarak sunuluyor ki; bu detay açık büfe kahvaltılarından hoşnut olmayanlar için önemli bir detay.

Akşam yemeği ise, otel restoranında ve alakart olarak sunuluyor. Başlangıç mezeleri masanıza “şefin seçimi” şeklinde sunuluyor. Restoran menüsünden ara sıcak, salata, ana yemek ve tatlınızı siz alakart olarak seçiyorsunuz. Akşam yemeği ve gün içindeki tüm içecekler ile öğle yemekleri ekstra olarak ücretlendiriliyor. Bu noktada alkol fiyatlarının ortalamanın altında kaldığını rahatça söyleyebilirim, ancak öğle menüsü nitelikli bir işletmede dahi ödenen bedellerin 1,5/2 katı kadar yüksekti.. Tek tesisli bir adada, bu tip bir fiyat politikası pek de mantıksız ve anlaşılmaz bir durum değil aslında, ancak daha özenli ve lezzetli olması gerekirdi diye düşünüyorum.. 

Akşam menüsünde de yemekler çok iddialı diyemem, ancak beklenti yüksek tutulmazsa herkesin damak keyfine uygun bir şeyler bulacağına ve memnuniyetsiz bir şekilde restorandan ayrılmayacağına inanıyorum.. Ayrıca Midilli'ye karşı güneşin batışı eşliğinde yenecek romantik bir akşam yemeğinde eksikliklere de pek takılmıyor insan denebilir..

Oliviera’da sevdiğimiz detaylardan biri, yıllardır çocuklarıyla bu işletmede keyifli tatiller geçiren kemik bir misafir kadrosuna sahip olmasıydı. Alpico’nun Kalem Adası mutluluğu ve bizim de gerçek anlamda dinlenmiş olmamız göz önüne alınırsa, bu kemik kadroya biz de dahil olabiliriz gibi hissediyorum..





ULAŞIM:

Adaya ulaşım konusu bir miktar zahmetli gibi duruyor, lakin korkmaya da gerek yok. İzmir/Dikili sahil bölgesine Soma yolu üzerinden ulaşıp, oradan da Bademli Köyü'ne doğru ilerlemeniz gerekiyor. Bademli minicik bir balıkçı köyü. Daracık ve bakımsız sokaklarınındaki şirin bahçeli evleri, kapı önü çiçekleri ve ağaçları sayesinde mis gibi kokuyor oluşunu çok sevdik biz.. Bu görüntüler eşliğinde köy kahvelerini, manav ve bakkal dükkanlarını geçtikten sonra karşınıza çıkan dar patika yolu aracınızla takip ettiğinizde yol sizi Oliviera Resort’un otopark alanına getiriyor. Ulaştığınız noktada minik bir liman ve otele ait küçük bir bot bulunuyor. Bot ile adaya ulaşmaksa yalnızca üç dakika!

Sonrası ise; otelin ilk açıldığı yıl içimize işleyen ve merak uyandıran sloganı gibi; 
“Bir adanız olmasını ister miydiniz? Ada Sizin...” 

Sevgiler,
lulu
x

2 Eylül 2016 Cuma

ELAFONISOS

Selam yeniden!

Son postta anlattığım Monemvasia günleri sonrasında, hiç abartmadan söyleyebilirim ki; hayatımda yüzdüğüm en temiz, en berrak denizi yani Elafonisos Adası’nı da deneyimleme şansımız oldu. Aslında yazılarımda "en" betimlemelerini pek kullanmak istemem, zira beğenileri gözler görünür güzellikler de olsa çok kişisel ve değişken bulurum; ancak Elafonisos kesinlikle benim için "en" mertabesinde bir yüzme deneyimiydi.. Ayrıca ada suyu Yunanistan sınırları içinde otoriteler tarafından da bu şekilde kabul görmüştü..

Elafonisos Adası, Peloponessos yani Mora Yarımadası'nın Laconia Körfezi'nde bulunuyor. Haritadan kontrol ederseniz Kythira Adası'nın hemen kuzeyinde kalan bir İyon Denizi adası olduğunu anlayabilirsiniz.. (Bu, Elefonisos ziyareti sonrası bir de Kythira alternatifi yaratabilirsiniz anlamına da geliyor bir bakıma..)

ULAŞIM:

Monemvasia’dan Elafonisos Adası'na...

Monemvasia'dan Elafonisos'a ulaşım dar, virajlı ve yaklaşık bir saatlik bir araba yolculuğu ile Neopolis kasabası üzerinden sağlanıyor. Neopolis Limani'ndan ise sizi adaya ulaştıracak arabalı feribotlardan birine biniyorsunuz ve turkuaz rengin onlarca farklı tonunu görebileceğiniz kısa ama doyulmaz bir feribot yolculuğu ile 10/15 dakika içinde adaya ulaşıyorsunuz.. Şunu çok net hatırlıyorum ki; feribotun ardında bıraktığı dalgaların renk tonlarına baktıkça, adayı programımıza dahil etme kararımıza henüz adaya varmadan iyi ki demiştim.. (Bu muazzam turkuaz tonlarının henüz feribot yolculuğunda kendini belli etmesinin nedeni; adanın Antik Dönem'de bir yarımada oluşu ve tektonik hareketler sonucu ana karadan ayrılmış olmasının bir sonucu olarak kabul edilirmiş..)

Atina'dan Elafonisos'a..

Atina şehrini gezip, sonrasında Monemvasia üzerinden Elafonisos’a geçelim isterseniz, yolculuk yaklaşık 320 kilometreyi buluyor, ancak virajlı ve dar yollar nedeniyle yaklaşık beş saat sürüyor. Beş saat sonrası bahsettiğim kısa ama enfes feribot yolculuğu ile adaya ulaşıyorsunuz (yaz aylarında feribotlar yarım saatte bir sefer yapıyorlar).

Deneyimlediğimiz birçok uzun yol seyahatini de düşünerek konuşursam; Yunanistan’da sinyalizasyon sistemi hiç fena sayılmaz diyebilirim.. Bilmediğiniz bir yola bile sapsanız, ulaşacağınız nokta belli ise büyük bir sıkıntı yaşamadan yol alıp, doğru istikameti kolayca bulabiliyorsunuz. Yurt dışında internet kullanmayı tercih etmiyorsanız, yola çıkmadan evvel gerekli notları almanızı öneririm.. Ya da internet varken belirlediğiniz rotayı, yol boyunca internetiniz yokken de rahatlıkla kullanabilirsiniz..





ADA.. 

Elafonisos, görüntülerine iyice aşına olmaya başladığımız Kiklad adalar zincirindeki adaların güzelliğine sahip değil. Güzellik bir yana, elle tutulur bir mimarisi olduğunu dahi söylemek zor.. Ancak adanın çevresi davetkar sularla ve upuzun kum plajlarla çevrelenmiş olduğundan, adaya dair “Yunanistan'ın en güzel suyuna ve en uzun kumsallarına sahip” cümlesi sıkça duyuyorsunuz..

Genel olarak kahvehaneler, mini marketler, oda ve pansiyonlar, kamp alanları ve liman boyunca sıralanmış tavernaları içeren gerçekten minyatür bir ada Elafonisos.. (Adanın tamamı 19 km) Diğer gördüğümüz minyatür adalar 
Antiparos ya da Angistiri ile karşılaştırılmayacak kadar da çarpık ve ayıp olmazsa çirkin diyebilirim kendisi için.. Yalnızca liman bölgesinde resimlemeye değer bir kilisesi bulunuyor ve bu kilise dar bir köprü yardımıyla köye bağlanıyor... 

Ada, yabancı turistlerin pek itibar ettiği bir nokta olmadığından (en azından bu yıllarda durum bu..) tam anlamıyla doğal bir yaşamı var ve bu sayede ziyaretlerinizde adanın lokal hayatının içine kolayca dahil olabiliyorsunuz.. Gerçek bir deniz deneyimi yanında sakinlik ve huzur arayanların, yeryüzündeki cennet hissini burada yakalayabileceklerini sanıyorum.. Suyuna bir kez dalıp çıktığınızda, kumlarına ıslak vücudunuzla uzandığınızda ne demek istediğimi anlayabilir, hatta siz de Elafonissos‘un dünyaya verilmiş bir armağan olduğuna inanabilirsiniz...

(görsel Hameni Atlantida sitesinden)

Plajlar.. 

Adanın en ünlü plaji Simos. Lokaller buraya Frango-Saracenico da diyorlar, zira ikiz olarak kabul edilen plajları birbirinden ayıran kayalık bir adacık var ve bu adacığa verilen isim bu.. Plajın kumu tahmin edilemez incelik ve ipeksilikte.. Bu denli ipeksi bir kuma daha evvel dokunduğumu hatırlamıyorum.. Suyun rengi ise transparan ve turkuaz/zümrüt tonları arasında dolanıp duruyor… Olağanüstü bir görsel zenginliği var ve kendinizi tam olarak egzotik bir adada hissetmenizi sağlıyor.

Adanın geniş ve uzun plajlarına kum tepecikleri arasından yürüyerek ulaşıyorsunuz. Plaj sedir ağaçlarıyla çevrili ve özellikle yaz aylarında kum tepelerinden beyaz ve lila zambaklar adeta fışkırmış durumda oluyor. Bu müthiş pitoresk görüntülerle denize ulaştığınızda, tam olarak "ilk bakışta" büyülenme hali yaşanıyor.. 

Simos plajına adanın en organize kampı olan Simos Camping’in içinden geçerek ulaştık biz. İçinden geçerken gerçekten kendimi film setinde gibi hissettiğimi hatırlıyorum.. Burada ailece kısa da olsa konaklamalı bir yaz tatili geçirmek, Alpico için ne kadar farklı bir deneyim olurdu kim bilir diye düşünmeden edemedim.. Kesinlikle konfor alanlarımızın dışında kaldığımız, ama bir taraftan da yepyeni deneyimlerle dolu bir tatil olurdu mutlaka. Bu arada gözlemlediğimiz kadarıyla, hayat kalitesi oldukça yüksek seviyede bir kamptı Simos. Bir kere tertemiz ve çok düsenli duruyordu. Lokal bir Yunan tavernası vardı ve mutfağından günlük olarak yararlanmak mümkündü. Duş, soyunma/giyinme odalarından da aynı şekilde günlük olarak yararlanılabiliyordu. Kamp alanındaysa; oda, karavan ya da çadırda konaklanama yapılabiliyordu..

NOT: Simos Yunanistan'da kamp yapılmasına izin verilen az sayıdaki plajlardan da biriymiş.. 


(görsel visitkythera sitesinden..)



 









Eğer adayı yüzme deneyimi noktası olarak planlamak yerine, kafa boşaltmak ve rahatlamak adına iki günlük kısa bir tatil kaçamağı olarak düşünecekseniz birkaç detay daha eklemek istiyorum.

Adada Simos kadar güzel olan ve sakinlik konusunda sizi kesinlikle en üst seviyeye ulaştıracak diğer plajlar; Panagitsa, Kontogoni ve Lefki olarak sıralanabilir. Limandan minik bir tekne kiralayıp, yabani çiçeklerle bezenmiş Kato Nisi ya da diğer adıyla Virgin Mary adacığına da gitmek cazip bir fikir.. Elafonisos çevresindeki tek çakıl plaj olan ve dolayısıyla şnorkel ile çok keyifli dalışlar yapılabildiği söylenen Aglyftis adacığını da adaya kadar gelmişken görülecekler listesine dahil edilebilirsiniz. Fakat, bu adacığın suları aşırı sığ olduğundan tekne ile ulaşım bir noktaya kadar mümkün oluyormuş, sonrasında adacıkta bulunan şapele ancak yüzerek ya da yürüyerek gidilebilirmiş..

Elafonisos, sanki ıssız bir adada yalnız kalmışsınız hissini veren, medeniyetten uzak kalabilmeyi başarmış ve kelimenin tam anlamıyla “kendi halinde” bir ada.. İhtiyacınız olan her şeye ulaşmanız mümkün olmadığı gibi, ulaşmak da istemiyorsunuz diyebilirim ki; bunun içine teknoloji de pekala giriyor.. 



Valizinizin de teferruatlı hazırlanmasına gerek yok bu ada için.. Peştemal, mayo/bikini, efil efil tek bir elbise, flip flop, güneş gözlüğü, güneş kremi ve bir adet şapkayla bu adada 2 koca günü mutlu mesut geçirebilirsiniz.. Sonuçta bu adada yapılacaklar özde hep aynı; sularında yüzmek, dinginliğini doyasıya yaşamak ve gün batımında enfes mezeler, balıklar ama özellikle de "barbun" yemek... Bu durumda da aslında ihtiyacınız olan tek şey ideal bir hava sıcaklığı ve pasparlak bir güneş!

Restoran olarak tek bir deneyimimiz oldu bizim.. Sahildeki sayılı mekan içinde mavisiyle bizi kendine çeken Antonis’de tam da gün batımı vakti yedik yemeğimizi... Klasik bir Yunan sofrasıydı. Tazecik, bol kepçe ve anne eli lezzetindeki mezelerimizi, onlardan da taze barbun balığımıza eşlik ettirdik….

Böyle bir adada, böylesi basit bir gün sonunda, huzurla uykuya dalmak hakikaten çok isterdim.. Dilerim başka bir zaman diliminde o da olur.. 

sevgiler
lulu
x

22 Ağustos 2016 Pazartesi

MONEMVASIA

Selam!

Benim için konunun sözlü veya yazılı olması hiç fark etmiyor, Yunanistan’ı anlatmayı, ülke içinde yapılabilecek alternatif tatil önerilerinde bulunmayı ve dolayısıyla kendi deneyimlerimi paylaşmayı çok seviyorum. Daha önce birçok farklı ada, şehir ve kasabayı heyecanla anlatmış olsam da Monemvasia anlatacaklarım içinde şu ana dek yaptığım en farklı tavsiye olabilir...

"Neden Monemvasia?" derseniz; Mykonos postunda da bahsettiğim gibi, arkadaşlarımız Frini ve Spyros’un düğün töreni Monemvasia’da olacaktı. Frini’nin ailesi bu kasabanın yerlilerindendi ve genelde yaz aylarını bu nefis kasabada geçiriyorlardı. Ayrıca da Monemvasia evlenmek ve balayı yapmak için Yunanistan’ın en romantik noktalarından biri olarak kabul görüyordu.. Dolayısıyla, arkadaşlarımız burada yarı zamanlı yaşıyor olmanın avantajıyla, düğünlerini de burada yapmaya karar verince, biz de düğün sayesinde kış sezonuna girmeden evvelki son uzun tatilimizin ilk ayağını romantik Monemvasia kasabası olarak belirledik.. Yani Efie’nin senelerdir anlata anlata bitiremediği kasabayı sonunda çeşitli geleneksel ritüeller eşliğinde deneyimleyebilecektik..
 
Monemvasia; Yunanistan'ın güneyinde kalan Mora Yarımadası'nın güneydoğu ucundaki büyük bir kayanın eteğinde ve denizin tam olarak üzerinde konumlanmış, surlarla çevrili bir Orta Çağ kasabası. Aslında pek de etkileyici bir yanı olmayan yeni yerleşim bölgesini geçtikten hemen sonra, kara ile bağlantısı sonradan sağlanmış kazıklı bir yol sayesinde Movemvasia’nın asıl görülmesi gereken kale surlarına yani eski şehir bölgesine ulaşılıyor..

Monemvasia'yı gerçek dünya coğrafyası üzerinde bir ada olarak düşünebilirsiniz aslında, zira ada 375 yılında yaşanan büyük bir deprem sonrası ana karadan ayrılmış ve yaşamı kolaylaştırmak adına da 70’li yılların başında bir kazıklı yol ile kara bağlantısı yeniden sağlanmış..

Kasabanın eski yerleşim bölgesi olan Kastro Monemvasia, aşağıdaki görselde de göreceğiniz gibi adanın yalnızca bir yüzünde toplanmış olan yerleşim yeri.. Tüm adaya dağılmak yerine bu korunaklı yerleşim fikri ve dolayısıyla da tek bir sur girişini tercih edilmiş kasabada ki bu sayede denizden gelen saldırılara hazırlıklı olunabilsin.. Zaten Yunanca "mone" ve "emvasia" kelimeleri de tek giriş anlamına geliyormuş.


(Görsel adanın konumunu daha iyi anlayabilmeniz için Wikipedia'dan alındı.)

Surların giriş kapısından eski şehrin içine girdiğinizde restore edilmiş ya da hala tüm eskiliğiyle zamana meydan okuyan yüzlerce dünya güzeli ev bekliyor sizi.. Bazıları hala ev olarak kullanılsa da çoğunlukla otel, restoran ya da butik olarak işletilen bu evler hakikaten gözlerimize şenlik sunuyorlar.. Daracık taş sokaklardan ilerlerken, her biri fotoğraflanmaya değer ve Yunanistan'ın genel mimari şeklinden farklı kapılar, lokal restoranlar, köşe başı kahvehaneleri, rengarenk bahçeler ve hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkıveren deniz manzaraları ile karşılaşıyorsunuz. Aslında bu görüntülerin bir çoğu Mora Yarımadası yani Peloponnesos çevresi için çok olağan, ama bu bölgeye seyahat etmemiş olanlar için yepyeni bir Yunanistan deneyimi denebilir.. 

Surların derinlerine indikçe sessizleşen ve tenhalaşan sokaklarında tam kaybolduk derken ya küçük bir meydan ya minik bir kilise ya da lokal bir Yunan restoranı çıkıveriyor karşınıza.. Şaşırtıyor, gülümsetiyor, keyiflendiriyor ve keşfetmenin o nefes hazzını veriyor insana.. 

Evliya Çelebi de 1668 yılında bu kasabayı ziyaret etmiş ve yazılarında nergislerin, yaseminlerin, sümbüllerin insanın damarlarına işleyen kokularından bahsetmiş.. Bu detayı öğrenmek o kadar hoşuma gitmişti ki; seyahat öncesi heyecanımı arttırmış ve adaya vardığımda daracık sokaklarda salınırken yerlere dökülmüş çicekleri gördükçe Evliya Çelebi izinde adayı gezdiğimi düşünür olmuştum..









ÖNEMLİ TARİHİ YAPILAR

Surlar arasında birçok minik taş kilise görecek ve fotoğraflamak için harika kareler yakalayacak olsanız da kasabanın iki önemli kilisesini görünecekler listesine eklemeniz yeterli. Elkomenos Christos Meydanı'ndaki Agios Nikolaos Kilisesi 13.yy'dan günümüze dek ulaşabilmiş bir Bizans yapısı ve Monemvasia’nın en önemli kilisesi kabul ediliyor.. Frini ve Spyros’un düğün seremonisinin yapıldığı kilise olması açısından bizim için de çok anlamlı bir yapı kendisi.. Kilise, eski şehrin tam merkezinde bulunuyor ve önündeki geniş meydan sayesinde düğün öncesi ve sonrası keyifli bir sosyal ortam yaratıyor misafirlere.. 

Agia Sofia ise, yine Bizans döneminden kalan bir diğer kilise, ancak kale surlarının en tepesinde olması nedeniyle ulaşımı bir parça meşakkatli... Yine de tüm zorluğuna rağmen ulaştığınız noktadaki engin deniz ve kasaba manzarası nefes kesici..







Monemvasia'da Lezzet..

Genel olarak Monemvasia'nın yerel mutfağının enfes zeytinyağlar, ünlü şaraplar ve yerel hayvan yetiştiriciliğindeki başarıları sayesinde her zaman taze olarak ulaşılan otlar, sebzeler ve etler sayesinde son derece şanslı olduğunu söylenebiliriz.. Malzemelerinin kalitesini geleneksel tariflerini de koruyarak besledikleri için lezzet çıtalarının yüksek olduğu kesin.. Aynı zamanda kasabanın hemen önünde uzanan Mirtoan Denizi sayesinde deniz ürünlerine de her daim tazecik ulaşmak mümkün oluyor. Tüm bu bileşenler neticesinde Monemvasia için romantik bir kasaba olmanın ötesine geçip, gastronomik olarak da cazip bir isim kabul edilebilir demek bence pek ala mümkün.. 

İlk olarak Atina şehrinin bulunduğu körfez olan Saronic Körfezi adalarından Spetses ve Hydra’da karşımıza çıkan nefis bademli kurabiye Amygdalota,
Movenvasia'da da pek meşhur bir lezzetmiş meğer.. Günlük şeker ihtiyacınızı fazlasıyla karşılayacak bu lokal kurabiyeyi her pastanede bulmanız mümkün. Ayrıca, hediyelik olarak da iyi bir tercih olabilir kendisi.. Lokallere göre Amygdalota’nın Monemvasia’da daha lezzetli oluşunun (öyle olduğunu iddia ediyorlar) en önemli nedeni kasabanın üst kalite badem ağaçlarıymış. Sayıları her geçen gün azalıyor olsa da Movemvasia'nın lokal pastanelerinde hala kasaba bademleri ile imal edilmiş kurabiyeler bulabiliyorsunuz..

Movemvasia şarapları Yunanistan genelinde iyi bir üne sahip. Yunanistan'da yenen yemeklerde sofraların içeceği genellikle uzo olur ama, Monemvasia’da yemeklerinize eşlik edecek bir lokal lezzet olarak şarabı özellikle denemenizi öneririm. Mükemmel olarak yorumlanan Malvazia üzümlerinden yapılmış şaraplarının tadı kadar rengi de çok cezbedici, bunu da ayrıca belirtmiş olayım. (Bu arada Malvazia; kırmızı, beyaz ya da rose olarak şaraplanabilen bir asma çeşidi..) 


(Gorsel Byzantino Boutique Hotel/Movemvasia sitesinden)

Cuma gecesi çok geç bir saatte kasabaya ulaştığımızdan ve cumartesi gecesi de düğün partimiz yemekli organize edildiğinden Movemvasia’da ciddi bir restoran deneyimi yaşadık diyemem, ancak yurt dışından gelen misafirlerin tanışıp kaynaşması için düzenlenen öğle yemeği sayesinde kasabanın en geleneksel restoranı kabul edilen Mataula Garden‘ı bana kalırsa doyasıya deneyimledik. Mataula, kale surları içinde olan bir bahçe içi restoranıydı.. Hem eşsiz bir Mirtaon Denizi manzarasına sahipti hem de kasabanın geleneksel mutfağından geniş bir tadım yapma şansı sundu bize.. Yunan mutfağının vazgeçilmezlerinden etli dolma, kök sebze haşlamaları, incecik sebzeli börekler (ki ıspanak ile doldurulmuş ve el ile açımış olan bu incecik böreğe Saiti diyorlar), musakka, kabak ve patates kızartmaları, geleneksel ev makarnası ve elbette bir klasik olan Yunan salatası eşliğinde kocaman bir masada, bağır-çağır ve kahkahası bol bir geç öğle yemeği yemiştik.. Nefisti!

Ev makarnası, daha çok da makarnanın spaghetti versiyonu adanın kendine has lezzetlerinden biri ve not edilesi.. Özellikle de deniz ürünleriyle yapılan tarifini çok önemsiyor yerliler.. Lokal restoranların neredeyse tamamında makarna siparişiniz taze bir şekilde hazırlayıp servis ediliyor.. Ayrıca pişmemiş hallerini de kale içindeki lokal dükkanlardan satın alabiliyorsunuz. Elbette her yerde olduğu gibi yerinde ve tazecik tüketmekse en güzeli.. (Alpico'mun da şirinliği!)  



Yemek öncesi yine aynı ekip, Enetiko Cafe’de manzaraya karşı soluklanıp kokteyl tadımları yaptık. Sıcak havada, dar sokaklar arasında yaptığımız uzun ve fiziksel olarak yorucu, ama bir yandan da ruh dinlendirici kabul ettiğim yürüyüş sonrasında bu duraklama hepimize çok iyi geldi..

Aperitif keyfi yapmak için manzaralı birçok mekan alternatifiniz var kasabada.. Hepsinin de eşsiz diyebileceğim Myrtoo Pelagos yani Myrtoan Sea (Mirtoan) manzarası mevcut.. Bu arada Mirtoan Denizi'ni haritadan kontrol ederseniz; Kiklad adalar grubu ve Peloponnese yani Mora Yarımadası arasında uzanan Akdeniz'in bir alt bölümü, Ege Denizi'nin de bir parçası gibi durduğunu görebilirsiniz. Mitolojide öfkeli bir Pelops tarafından fırlatılan efsanevi kahraman Myrtilus'un tam olarak denizin bu bölgesine düşmesi sonrası denizin bu adı aldığı anlatılıyor.. 

Adaya yeniden gidersek aklımıza ve notlarımıza restoran To Kanoni’yi de not ettiğimizden, bu mekanı da sizinle paylaşmak istiyorum; zira Atina’dan Monemvasia’ya transferimizi saat dolayısıyla taksiyle yapmış ve taksimizi tamamen tesadüfi olarak To Kanoni’nin sahibi ile paylaşmıştık. İsmini aklıma kazıyamamış olsam da çok tatlı, samimi ve tam bir Yunan kadınıydı kendisi.. Onun bize kendi elleriyle yapacağı yemek, bizim de ona adayı yeniden ziyaret edeceğimize dair verilmiş bir sözümüz var... "Eğer yeniden gelirseniz Peloponnesos mutfağını tüm karakteriyle size öğretirim" demişti bize ve bu söylem pek hoşumuza gitmişti.. Bahsettiği kızarmış lokal keçi peynirini, Kanoni'nin meşhur patlıcan yemeğini ve en çok da 
portakallı hazırladığı sosislerini yemek için heyecanlandık diyebilirim..

Monemvasia romantik bir destinasyon olduğundan kesinlikle sakin bir gece hayatına sahip.. Hatta “Lounge Nightlife” burası için tam yerinde bir tanımlama olabilir.. Kale surları içinde genelde teraslara açılan ve eşsiz manzarası ile romantiklik saçan birçok mekan bulabilirsiniz..



ULAŞIM

Monemvasia’ya ulaşmak için üç yolunuz var. İlki kendi aracınız ile Atina’dan yaklaşık 3/3,5 saat kadar yol almak.. Bunun için A7 otoyolundan Corinth ve Tripoli tabelalarını takip etmeniz gerekiyor.. İkincisi otobüs alternatifi, ancak otobüslerin birçok noktada duraklama yapması seyahat süresini yaklaşık 6 saate çıkarıyor ve mantıksız oluyor.. Bir üçüncü yol ise, yaz aylarında Pire’den kalkan feribotlar.. Yalnız bu kısım biraz karmaşık olabiliyormuş, zira ancak yüksek sezonlarda ve talep dahilinde bu hat açılabiliyormuş. Taksiyi ise bir alternatif olarak yazmıyorum bile. Hakikaten gereksiz bir ücret.. Biz düğün nedeniyle özel bir tarifeden yararlanmış olmamıza rağmen çok da akıllıca bir yol olduğunu söyleyemem.. 

Kasabaya ulaştığınızda kesinlikle bir araca ihtiyacınız olmuyor. Küçük otobüslerle yeni yerleşim bölgesi ve eski şehir arasında ara taşımacılık yapılıyor, ama yol yürüyüş ile on beş dakikadan fazla sürmüyor. Yeni şehir bölgesinde daha hesaplı bir konaklama yapar ve kale surlarına otobüs ile gelirseniz, surların tam girişinde iniyorsunuz. Gel gelelim deniz kenarından yürümek, yürüyüş yolunun güzelliği nedeniyle son derece deneyimlenesi bir aktivite! Kale içinde kalmayı tercih ettiğinizde ise ihtiyacınız olan şey rahat bir ayakkabı diyebilirim..

Bir Mora Yarımadası gezisi planlıyor ve Monemvasia'yı bu gezinin bir durağı yapıyor ya da kasaba çevresinde günlük gezintiler yapmayı planlıyorsanız, bu noktada arabaya mutlak ihtiyacınız olacak.. Özellikle Movemvasia'nın yakın çevresinde dahi gezinmek isteseniz düzenli olarak çalışan bir taşıma sistemleri olmadığını bilmenizi isterim.. (en azından 2015 yılında yoktu). Bu tip gezileri organize etmek için araba, motor, ATV kiralamalarını yeni Monemvasia’nın merkez meydanından yapabiliyorsunuz. Ya da direkt havalimanından araba kiralaması yapabilirsiniz.

Monemvasia’da, Kastro Monemvasia denen eski şehir/kale içi ve Nea Monemvasia diye bahsedilen yeni şehir bölgesi dışında; Agia Paraskevi, Agios Ioannis, Agios Stefanos ve Gerekas köylerini ziyaret edebilirsiniz. "Gerekli mi?" derseniz, bence değil.. ancak yine de gitmeye karar verirseniz, dünya üzerinde atılan her adımın bir geri dönüşü olacağına ve size mutlaka bir güzellik sunacağına da inanıyorum ben…

Eğer toplu taşıma ile kasabaya gelmişseniz, geri donüşte Yeni Monemvasia’nın merkezinde bulunan KTEL otobüs durağından otobüse biniyor ve Sparta ve Molai şehirleri üzerinden Atina’ya ulaşılıyor..

Seyahat Zamanı..

Efie’ye göre adayı ziyaret etmek için en ideal zaman kesinlikle Paskalya dönemi. “Tüm seyahatlerimi düşününce en lokal Paskalya kutlamaları burada oluyor bence” demişti surların içinde dolanırken.. Bana göre de Monemvasia çok keyifli bir bahar kaçamağı, uzun bir Yunanistan seyahatinin nefes aldırıcı bir durağı ya da romantik bir balayı destinasyonu olabilir gibi geliyor.. O nedenle de yazdan ziyade daha çok bahar aylarında ziyaret edilmeli diye düşünüyorum.

Bunu söylerken niyetim kesinlikle denizinin güzel olmadığı ve burada bir yaz tatili geçirilemeyeceğini ima etmek değil, aksine kasabada yapılacaklar listesinin içinde enfes deniz deneyimleri de yer aldığından, manzara bonusu da ekleyerek; sakin, dingin ve romantik bir yaz tatili arayışında olanlara enteresan bir alternatif olabilir diye de düşünüyorum.. Hatta buraya dek gelmişken görülmeden dönülmemesi gereken bir minik ada ve muhteşem bir plaj bulunuyor ki o plaj, Yunanistan sınırlarında şu ana dek gördüklerimin ve de yüzdüklerimin en iyisi, en temizi, en etkileyicisiydi diyebilirim.. (Kendisi bir sonraki post konumuz..)

KONAKLAMA:

Konaklamak için bizim tercihimiz düğünün de yapılacağı Hotel Lazareto oldu. Frini ve Spyros düğüne davetli olan misafirler için otel ile özel bir anlaşma yaptığından oldukça makul bir fiyata konaklamamız mümkün oldu.. Bahçesi çok geniş ve keyifli, kahvaltısı zengin ve özenli, odaları tertemiz, oldukça büyük ve taş olması nedeniyle de son derece serindi.. Denizin yanı başında, kale surlarına giden yolun hemen üzerinde konumlanmıştı ve gün doğumu vaktinde yaptığım meditasyon ile kendini bana daha da sevdirmişti... Sahip olduğu geniş metrekare sayesinde düğün organizasyonu için de en ideal otel kesinlikle Lazareto idi, ancak bir daha Movenmasia'ya gitme şansımız olur ise surların içinde, denize yükseklerden de bakabileceğim Byzantino Boutique Hotel ya da Dina's House gibi minik bir butik otelde kalmayı tercih edebilirim..




Düğün daveti, öncesi ve sonrasıyla hem eksiksiz hem de müthiş keyifli bir organizasyondu. Sayelerinde tam olarak geleneksel bir Yunan kilise nikahına şahit olmuş olduk (Efie evlendiğinde eşi Stepan Ermeni olduğundan, Ermeni kilisesinde ve Ermenilerin gelenekleriyle bir kilise düğünü yapılmıştı). Keyifli bir kalabalık, kaliteli bir açık büfe içinde lezzetli Yunan klasikleri, kişiye özel sipariş edilebilen kokteyller, bazen geleneksel ama çoğu zaman da popüler Yunan müzikleriyle harmanlanmış unutulmaz bir gece yasattılar bize.. Yunanlıların senelerdir deneyimlediğim "anlatılmaz, yaşanır" Türk sevgisi sayesinde ve düğünün tek Türk misafiri olarak kendizi celebrity gibi hissettiğimizi söyleyebilirim. :)





Belki klişe olacak ama dünya gözüyle görülmeye değer kendine has bir Orta Çağ kasabası 
Monemvasia ve bambaşka bir Yunan deneyimi sunduğu da tartışılmaz.. Kasaba her anlamda ruhumuza ilaç gibi geldi diyebilirim.. Bu yüzden de veda ederken kale surlarına mutlaka yeniden geleceğimizi fısıldayıverdim...

Bu arada; bu yıl Lonely Planet’in Monemvasia’ya “Best Place to Visit Europe in 2016” kategorisinde ilk sırayı vermesine kesinlikle şaşırmadım... Hakkıdır efendim! :)

* Monemvasia sonrası mutlaka; Elafonisos

sevgiler
lulu
x

22 Haziran 2016 Çarşamba

MYKONOS - Lezzet ve Eğlence Rehberi


Selam!

Mykonos'a dair ilk post adaya ulaşım ve plajları üzerine olmuştu. Şimdi ise sırada ada lezzetleri var, zira ada her ne kadar plajlarıyla popüler olsa da bir bakıma plaj başarısının bir uzantısı olarak restoranlarının da oldukça iddialı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle de adanın mekanları üzerine konuşacak oldukça detaylı bir listeye sahip olabilirsiniz..

Öncelikle şunu da belirtmek istiyorum; genel olarak Mykonos’u bir Yunan adası olarak görmememizin ya da onu diğer Yunan adalarından ayırıyor olmamızın nedeni de bu iddialı eğlencelere ve tabaklara ödenen hakikaten yüksek bedeller demek gerekiyor. Kimseyi korkutmak istemiyorum elbette, ancak Mykonos'u hakkıyla yaşamak demek kesinlikle ciddi bir seyahat bedelini gözden çıkartmak anlamına geliyor. Bugüne dek yaptığımız en pahalı Avrupa tatilinin Cote D’azur kıyıları olduğunu düşünürken, Mykonos sonrasında Güney Fransa’ya kalmış diyebiliyoruz rahatlıkla... Bunları şikayet etmek adına değil de bilinçli ve hazırlıklı bir seyahat planlamanın Mykonos için oldukça önemli olduğunu hatırlatmak için yazıyorum... 

Bir önemli nokta da temmuz ve ağustos aylarında adada olmanın hayal edilemez bir kalabalığa karışmak anlamına geliyor olması.. Aradığınız şey bu ise elbette tercih sizin, ama adayı doğası, plajları ve lezzetleriyle doyasıya yaşayabilme niyetindeyseniz Mykonos’u en doğru vakti haziran ya da eylül ayları olarak not edilebilir.. (Haziran ayının ikinci yarısı olması tüm mekanların açılmış olması anlamına da gelir..)



Little Venice, sanıyorum ki Mykonos'un en popüler ve akıllarda kalan görüntüsüdür diye tahmin ediyorum.. Gerçekten çok sevimli, pitoresk bir güzelliği var buranın ve aperitif almak için adanın en keyifli bölgesi kesinlikle burası. Aperitifinizi gün batımı seyrine dalmışken alırsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Güneş ufuk çizgisinde sanki suya dalarcasına gözden kaybolurken, bu seremoniyi sıra sıra dizilmiş barlardan gözünüze en keyifli gelenine yerleşerek izleyebilirsiniz.. Benim Little Venice’deki kokteyl favorim 
Galleraki, Efie’ninki ise La Scarpa. Ama yine de ambiyans olarak bir mekanı diğerinden ayırmak pek de mümkün değil… 

Little Venice’in hemen solunda Mykonos’un sembolü sayılan yel değirmenleri bulunuyor. Her daim kalabalık, resimlemeye doyulmaz güzellikte ve güne veda etmek için adanın en ideal noktası kesinlikle burası.. Yani ister deniz kenarında konumlanmış mekanlara isterseniz de içeceğinizi elinize alıp yel değirmenlerinin yanına ilişip gün batımını izleyebiliyorsunuz.. 





Chora, adanın Little Venice'i de içine alan merkez bölgesi. Daracık sokakları, bembeyaz badanalı evlerine karışmış mavi, yeşil ve pembelikleri, kendine has butikleri, evlerin balkon ve teraslarından sarkan sardunya, zambak, yasemin ve begonvilleri, kafe-restoran ve barlarıyla tatil boyunca zamanınızı en çok geçireceğiniz yer kesinlikle burası. Özellikle de ünlü Matoyianni Caddesi tam bir Yunan adası sokak deneyimini sunuyor ve her adımınızı fotoğraflamak isteyeceğiniz güzellikte..

Chora'nın sokakları ağustos aylarında biraz kaba olacak ama tam olarak "et ete" kıvamında olduğundan, anlatmaya çalıştığım lezzeti alabilir misiniz pek emin olamıyorum, ama Efie’ye göre o zamanlar bile şikayet etmeden gezilebiliyormuş.. (Ben Alaçatı'nın o tip kalabalığını asla sevmediğim için Mykonos'u da sevmem gibi hissediyorum..) Tavsiyem, Chora sokaklarını doya doya ve değişik açılar ve sokaklardan defalarca tekrarlayarak gezmeniz, zira bu sokaklar tam olarak fotoğraflarda gördüğümüz o tatlı ada sokakları oluyor ve ada severler için doyumsuz güzellikteler...

Yürürken ayaklarınızın sizi götürdüğü her mekanda bir kadeh içseniz, geceniz sabahı rahatça buluyor diyebilirim.. Zaten birçok Mykonos ziyaretçisi için bunu yapmak bir Mykonos ritüeli diyebiliriz... 

Adanın A+ ziyaretçileri genelde Matoyianni Caddesi’ndeki havalı işletmelerde içkilerini yudumluyor ya da butiklerde alışveriş yapıyorlar. Paparazziler her daim bu insanların peşlerinde oluyor ve izlemesi enteresan kareler sunuyorlar.. Biz gittiğimizde Yunanistan’ın Ask-ı Memnu’su kabul edilen Brousko çekimleri yapılıyordu ada sokaklarında, hatta bir sahnesinde farkında olmadan bizi de görüntülere dahil etmişler.. Daha sonra arkadaşlarımız bizi görüntülerde görüp çığlıklarla telefon etmişti.. Aramızda tatlı bir anıdır kendisi.. :)



BAR / GECE KULÜBÜ

Mykonos bir eğlence adası olduğundan, mekanlardan bahsetmeye öncelikle gece kulübü ve barlarla başlayabilirim bence.. Sonra da lezzetlere geçeriz.

Astra, Chora merkezdeki en ünlü işletme diye biliniyor. Tria Pigadia Caddesi’inde bulunuyor ve yirmi yılı aşkın bir süredir adanın en iyilerinden de biri. (Dolce & Gabbana’nın da adadaki favorisiymiş kendisi.) Sabahın ilk ışıklarına dek kaliteli bir ortamda partilemek için nefis bir mekan diyebilirim, zira burası benim de kişisel favorim.

Skandinavian Bar, Chora'daki barlardan bir diğeri. Mekanın dışındaki masalar yalnızca gece değil, günün her saati daima tıklım tıklım oluyor. Gece yarısından sonra ise sokak partilerinde bir ekol olduğunu söylüyorlar.

Cavo Paradiso, adanın en ünlü ve en iyi gece kulübü. Yeri, Paradise plajının solundaki tepe diyebiliriz. Gece 23:30 gibi kapılarını açıyor, ama kalabalığın toplanması sabaha karşı 2 hatta 3’ü buluyor. (Aslında bu bilgiyi tüm gece kulüpleri için bu şekilde not edebilirsiniz..) Ada müdavimleri (müdavim diyorum, zira Mykonos’a bir kez giden ve bu tip eğlenceleri sevenler her yaz adaya gitmeye devam ediyor...) Chora’daki restoranlarda yemek yiyip, bu bölgedeki kafe ve barlarda takılıp, geç saatlerde de genel olarak Cavo Paradiso'ya yol alıyorlar. Mekanın parti takvimini merak edenler şu siteyi takip edebilirler. Benim müzük zevkime pek uyduklarını söyleyemem, ama bir kez de olsa deneyimlenmesi gereken bir mekan bence de...  
http://cavoparadiso.gr/default.asp



YEMEKLİ PARTİLER

Aynı mekanda akşam yemeği yedikten sonra geceyi partiye bağlamak bir başka Mykonos klasiği.. Benim de konfor alanıma giren bir eğlence tipi olduğundan kendisini pek sevdiğimi söyleyebilirim..

Chora merkezde bulunan Ramezzo, hem deniz ürünleri mutfağı hem de partileriyle adanın iyi restoranlarından biri kabul ediliyor. İsterseniz restoran menüsü, isterseniz bar menüsü tercih edebiliyorsunuz. Kokteyllerinden Spicy Cucumber kesin tavsiyem olsun.

Klasik bir Yunan mutfağı ve adanın en lezzetlisi mi? İşte onun için bir başka ikonik isim olan Sea Satin çıkıyor karşımıza. En iyi deniz ürünleri, en lezzetli Yunan mezeleri ve Yunan müziğine hasret kalacağınız bir Yunanistan tatilinde en iyi Yunan müziğini buradan başka bir yerde bulamayacağınız çok net diyebilirim.. Sea Satin’de saat 23:00 sonrası müziğin ritmi ve sesi yükselmeye başlıyor ve sonrası masa tepeleri, sırtakiler eşliğinde şahane bir eğlence ortamı.. Çok ama çok eğlenceli bir deneyim ve kesinlikle benim de ada favorim kendisi...  

Interni, Matoyianni Caddesi'nde bulunan ve adanın bana göre en güzel bahçesine sahip restoran/barı. Belki bir deniz manzarası yok, ancak zeytin ağaçlarıyla çevrili oluşu ve bembeyaz dekoru ile adanın tüm kalabalığından kaçabileceğiniz iç açıcı bir mekan burası. Akdeniz mutfağının da iyi bir örneği olarak notlarınıza ekleyebilirsiniz. Yemek sonrası sizi bekleyenler ise; iyi müzik, fancy içkiler ve seviyeli bir parti ortamı... 

Super Paradise plajının sağında kalan tepede, plajları anlatırken bahsettiğim Jackie O’Bar bulunuyor. Jackie O’Bar, konsept partileri ve drag queen showlarıyla 2015 yazının en çok konuşulanıymış. Burada geceye erken saatte başlayıp şef Christoforos Peksias’ın ellerinden lezzetli bir akşam yemeği yedikten sonra, gecenizi programın akışına bırakıyorsunuz. Araba ile gidecekler için bedelsiz vale hizmetleri var ve bu hizmet Mykonos için iyi bir avantaj.. Ayrıca Chora merkezden kalkan otobüsler ile Super Paradise plajina ve oradan da yürüyerek mekana ulaşabiliyorsunuz. (Efie bir de Ornos plajından kalkan taksi botlar ile direkt mekana varış yapılıyor diye ekledi..)

Ornos plajında tam olarak bir plaj restoranı olduğunu söyleyebileceğimiz Kuzina bulunuyor. Atina’da da şubesi olan restorana Mykonos’ta gitmedik açıkçası, ama tavsiye edebilirim, zira Efie kendisi için sağlam bir yorum yaptı... Restoran, Ammos Hotel'in plajında ve bir bölümü plajın üzerinde konumlanmış durumda. Şef, Yunan mutfağıyla Akdeniz ve Asya mutfaklarını birleştirip farklı lezzetler denemenizi sağlıyormuş. Özellikle de sushi tadımlarının mükemmel olduğunu söylüyorlar. Yemek sonrasıysa, müziğin sesi yükseliyor ve parti saatleri başlıyor..

Ornos’un bu seneki favorisi Santa Marina Butik Otel’in plajına yerleşen Buddha Bar Beach olmuş. Deniz, güneş, öğle yemeği, happy hour, aperitif, akşam yemeği derken sonrasında gelen DJ performaslarıyla bu mekanda sabahı bulmanız çok olası… 

ROMANTİK AKŞAM YEMEĞİ

Matsuhisa, adanın–en iyi- olarak bahsedilen Japon restoranı. Dünyaca ünlü zincir restoran Nobu’nun bünyesinde bulunuyor kendisi ve Belvedere Hotel'de hizmet veriyor. Restoranda yeni nesil Japon mutfağını deneyimliyorsunuz. Matsuhisa Bar’da ise Martini kokteyller, vintage şampanya seçenekleri ve nefis finger food seçenekleriyle hafif bir akşam yemeği yiyebiliyor ya da yemek öncesi geceye keyifli bir başlangıç yapmış oluyorsunuz. Belvedere Hotel'de ayrıca Thea Restoran bulunuyor ve kendisi de Akdeniz mutfağının seçkin bir örneği oluyor. Belvedere Hotel Chora'nın tepe kısmında bulunduğundan her üç seçenek de nefis bir manzaraya sahip ve bence aşırı romantikler! Yani, adada sevgiliyle başbaşa olsak bir gecemiz kesinlikle Matsuhisa'da geçerdi.. 

Eğer Japon mutfağını seviyor ve yine özel bir kutlama ya da balayı için adadaysanız rotayı pekala Kiku’ya çevirebilirsiniz. Oldukça pahalı bir tercih kendisi, ama dünyanın en iyi Japon mutfaklarından biri olarak kabul ediliyor ve pekala da özel bir kutlamanın adresi olabilir.... 

MÜTEVAZİ AKŞAM YEMEKLERİ

M-eating, daha mütevazi, ancak lokal ve lezzetli bir Yunan mutfağı deneyimlemek adına not edilebilir. Servisi özenli, bahçesi ferah ve restoranın sahibinin ayrıca şef olması avantajıyla yemek hakkındaki fikirlerinizi bizzat gelip kendisinin alması çok sevimli.

Avra, bir başka tavsiye edilesi akşam yemeği mekanı. Bahçe içinde olması da, en azında yemek sırasında kalabalıklardan sıyrılmak adına iyi bir alternatif.

Nautilus, Mykonos'un en sevilen restoranlarından biri kabul ediliyor. Servisi ve sunumu ile lokal Yunan mutfağı yanında, Akdeniz ve dünya mutfağından da lezzetli denemeler yapabileceğiniz, tatlı bir işletme kendisi..

İtalyan mutfağını özleyenler icin Chora'da "ortalama" bir lezzet olarak not alınabilecek ve "hızlı ye kalk" konseptine sahip olabileceğiniz Pasta Fresca Barkia bulunuyor. Çok kalabalıklarda fazla gürültülü ve özensiz bir servisleri oluyor açıkçası, ama yine de ikonik Mykonos fotoğraflarından birinin sahibi olduğunu eklemek gerek.. Tercih ederseniz, tavsiyem ikinci kata çıkıp, arka balkonuna yerleşme şansını zorlamanız..

La Familia, halatlarla çevrelenmiş şirin bir Yunan restoranı..
Samimi de bir ortamı var.. 

Ve son olarak Mamalouka, Chora sokaklarında karşınıza çıkacak güzel bir bahçe içi restoranı. Teması organik malzemelerle hazırlanan organik yemekler, Yani tam olarak benlik... Oldukça ilgi çekici menüleri ve aşırı sevimli bir mekan girişi ve ortamı var diyebilirim.. 

2020 Revize Not: Mykonos'ta klasikler restoranlar genel olarak devam ederken, bazı restoranlar konsept değişikliğine de gitmiş gibi duruyorlar.. Sea Satin için ise kapatılmış gibi bir not gördüm ama  bu pandemi nedeniyle geçici bir durum mu yoksa kesin bir karar mı sanırım 2021 yazında göreceğiz... 

KAHVALTI

Kahvaltı konusunda otelimizin kahvaltısı yeterli olduğundan çok bir deneyim yaşadığımızı söyleyemem, ancak adaya vardığımız ilk gün ve döneceğimiz günün kahvaltısını dışarıda yaptığımızdan, Alpcan için de bizim için de olabilecek en iyi tavsiyeleri notlarıma eklemiştim. Liman sonrası valizleri otele yolcu edip, Chora’nın dar sokaklarından Fato a Mano’ya koşar adım ulaştık diyebilirim. Hedefimizde mekanın dillere destan olmuş patatesli omleti vardı. Ve evet, kesinlikle enfesti! Dönüş günü ise Efie'nin favori kahvaltı mekanı Bonbonniere'de güne oldukça keyifli ve doygun başladığımızı söyleyebilirim. Bir de tavsiye edebileceğim ve yine dar Chora sokakları arasında rastlayacağınız Artisan Bakery var. Kendisi kahve ve kruvasan ikilisi için adanın en leziz mekanlarından biri..

DONDURMA, YOĞURT ve LİMONATA

Daha önce hiç limonata tavsiyesi vermemiştim ama Mykonos bana bunu da yaptırıyor, zira yaz içeceğiniz limonata ise, Alley kesinlikle notlarınıza girmeli diye düşünüyorum. Burası adeta adanın limonata cenneti.. Aslında Alley’yi limonata ve kokteyl bar olarak da düşünebilirsiniz. Mekanın önünde oturup, gelip geçeni izlemek tam bir Mykonos’ça bir tavır.. Gün içinde adanın dar sokaklarında dolanırken yorulur ve susarsanız, kendinizi Alley’e rahatça teslim edebilirsiniz..

Happyo, önünde Alley gibi gelip geçeni izleyeceğiniz bir oturma alanı bulunan dondurma ve yoğurt dükkanı. Dondurulmuş yoğurt hakikaten Yunanistan demek benim için, zira kendisiyle seneler evvel yine bir ada ziyaretinde tanışmış ve çok sevmiştim.

I Scream, ise benim adadaki dondurma favorim.
Bayağı iddialı bir lezzeti ve çeşidi var.

SOUVLAKI ve GYROS

Souvlaki ve Gyros tavsiyesi vermeden Mykonos lezzetlerini tamamlamak mümkün olmaz elbette; zira özellikle Mykonos'ta mekan mekan dolaşıp sabahı bulduğunuzda gidilecek yegane adres, ülkenin street food lezzetleri olarak bir souvlaki ya da Gyros dükkanı oluyor.. Zaten Yunanistan sınırlarına girip bu lezzetleri tatmadan dönmek, hele ki ilk seyahatiniz ise söz konusu bile olmuyor diyebilirim. KalammmakiaMy Plate of Mykonos ve özellikle de Gyros Corner daimi önü kuyruk olan adanın en ünlü souvlaki ve gyros dükkanları.. Ben çok souvlakici değilimdir açıkçası ama iyi kalite bir Gyros'a da asla hayır demiyorum.. 

Yemek hakkında son birkaç söz... 

Mykonos'ta öğle yemeklerini genel olarak plajlarda almış oluyorsunuz, zira plaja git, plajdan çık ve yemeğe git gibi bir ulaşım telaşı bu adaya hiç uygun değil ve zaten gerek de yok.. İlk postta anlattığım gibi neredeyse tüm plajlar lezzet anlamında iddialı olduklarından bu postta bahsettiğim tüm restoranları akşam yemeği alternatifi olarak düşünebilirsiniz...

Akşam yemeklerinde restoranların hemen hemen hepsine rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Akşam yemeklerinizi garantiye almak açısından bu durumun zaruri olduğunu bile söyleyebilirim.. Hatta bazı restoranlar için adaya gitmeden evvel de rezervasyon yapmanızı önerebilirim.. Biz, Sea Satin için bunu yapmıştık mesela.. İyi ki de yapmışız.. Bu tavsiyemi önemsemenizi isterim, çünkü kalabalıklar içinde ne yiyeceğiz ya da nerede yiyeceğiz sorusu zamanınızı çalacak ve daha beteri liman yakınındaki turistik mekanlara mecbur kalmanıza neden olacak bir durum... Tabi bu tavsiyemin önemi yediğiniz yemeği ne kadar önemsediğinize göre de değişir.. O da ayrı bir konu..

Ve hayır, pelikan Petrus’tan bahsetmeyeceğim.. ;)

sevgiler
lulu
x

17 Haziran 2016 Cuma

MYKONOS - Ulaşım ve Plaj Rehberi

2015 yazı için Yunan arkadaşlarımla nefis bir tatil planlamıştık. Frini ve Sypros Mora Yarımadası'nın en güney ucunda bulunan Monemvasia isimli bir Orta Çağ kasabasında evlenecekti ve biz de bunu fırsat bilip Monemvasia'da düğün kutlamaları ile başlayacak hafta sonumuzu Atina ve Mykonos'u da içine alan upuzuuun bir tatile dönüştürecektik.

Seyahat baştan sona harika anılarla dolu geçti. Alpcan, onunla hayatı her anlamda paylaşmaya can attığımızdan elbette yanımızdaydı. Monemvasia’da Efie’nin oğlu Varoujan ve Stellios’un yeğeni Dimitra ile çok keyifli vakit geçirdiler. Seyahatin Mykonos bölümünde ise önce kendine iyi bir arkadaş edindi, sonra ise Varoujan ile yeniden kavuştular birbirlerine. Çok mutluydu. Çocuğa çocuk gerekiyor neticede...

İstanbul / Atina / Monemvasia / Elafonisos / Atina / Mykonos / Atina / İstanbul şeklinde planladığımız seyahate, bu kez son destinasyon ile başlamak istiyorum, zira Mykonos'ta olduğumuz sırada şöyle bir tweet atmıştım; "Mykonos'u bir de benden dinleyin isterim". Bu yaz ya da gelecek yılların yaz aylarında popüler tatil kültürünün bu en popüler adasını düşünüyorsanız eğer; diyeceklerim size mutlaka bir yön verir diye düşünüyorum..

 

"Yunanlı olarak doğsan bile Yunanlı olmak öyle basit bir iş değildir" der Byron Ayanoğlu "İstiridye Üstü Girit" kitabında... Bu cümleden yola çıkarak, ülkenin daha çok kuytu köşelerine gidip, kültürünü daha da yakından tanımaya ve aramızdaki bağı kuvvetlendirmeye çalışıyorum senelerdir. İnsanını seviyorum, yemeğini seviyorum, denizinin mavisi ve hani derler ya; "kokusunu" seviyorum... Dahası bu ülkenin bana iyi geldiğini de çok iyi biliyorum, ama bilmediğim şu imiş ki; Mykonos gibi popüler seyahat adreslerinden her ne kadar uzak dursam da aslında bu tip adresler de görülmeliymiş ve Mykonos ise asla korktuğum gibi değilmiş..

Benim gibi popüler kültür seyahatlerinden koşar adım uzaklaşan biri için bu karar nasıl verildi derseniz, söyle açıklayabilirim; Yunanlı arkadaşlarım senelerdir şu cümleleri kurarlar; "Mykonos'un denizinde yüzmeden Yunan denizinde yüzdüm dememelisin. Çocukla bile seyahat etsen en çok eğleneceğin ada kesinlikle Mykonos'tur. Tam bir Yunan mutfağı değil, ama dünya mutfağından neredeyse en iyi denemeleri Mykonos'ta yaparsın..." Bu üç cümleyi belki 15 yıldır sürekli işitiyorduk, ama yine de sonuç olarak daha kendine has ve popülerlikten uzak adaları görmeyi tercih ediyorduk sevgili ile... Ne zaman ki 2015 Eylül ayı için bu seyahati konuşmaya başladık, arkadaşlarımız "hiç tartışmasız Mykonos'a gidiyoruz çünkü Eylül ayı adanın en yaşanılası zamanı" diyerek duruma son noktayı koydular.. İyi ki de öyle yapmışlar.. 

Mykonos, Ege Denizi'nin güneyinde bulunan ve Kiklad grubu adalarını oluşturan 220 adadan yalnızca biri. Cinsel kimliğinizin asla yargılanmadığı ve herkesin bildiği gibi kendinizi gerçek anlamda özgür hissedeceğiniz tam bir eğlence adası kendisi. Gezip görülecek bir tarihi yapı neredeyse yok denebilir bu ada üzerinde. O nedenle tam anlamıyla bir yaz ve plaj tatili için daha ideal bir ada ismi var mıdır emin değilim... (Kiliseleri hesaba katmıyorum, zira neredeyse 500 adet minik kilisenin varlığından bahsediliyor adada ve bu kiliselerin yaklaşık 100 tanesini aramadan buluyor ve fotoğraflayabiliyorsunuz.) Mykonos'un haritası incelendiğinde yüzölçümü çok büyük olmayan bir ada için gerçekten "fazla" denebilecek plaj sayısını gördüğünüzde de buranın neden bir yaz tatili adası olduğunu hızlıca anlayabiliyorsunuz.. Zaten bu
 nedenle de Mykonos için tarih dışında; plaj konuşuluyor, lezzet konuşuluyor, gece hayatı “kesinlikle” konuşuluyor ve hatta alışveriş bile konuşuluyor! 


ADAYA VE ADA İÇİNDE ULAŞIM...

Eğer adaya uçak ile gitmeyi planlıyorsanız; Türkiye'den Bora Jet ve Atlas Global'ın direkt uçuşları bulunuyor. A
daya ulaşmak için en ekonomik (özellikle de erken rezervasyon sayesinde) ve en kolay yol bu. (2015 yılı için bu durum böyle, ancak siz yine de her yıl uçuş durumunu ve hava yolu şirketlerini kontrol etmelisiniz..)

Bizim ilk seyahat noktamız Atina üzerinden Monemvasia kasabası olacağından, tatilimizin Mykonos bölümünü Pire Limanı'ndan kalkan hızlı feribotlarla organize ettik. Mykonos'a Atina’nın ana limanları olan Pire ya da Rafina’dan kalkan onlarca feribot seferi bulunuyor. (En yoğun kullanılan ve bilinen seferler Pire'den..) Hellenic Seaways, SeaJets, Blue Star Ferries ya da Aegean Speed Lines bilinen en güvenli feribot şirketleri diyebiliriz.

Atina Elefterios Venizelos Havalimanı ve Rafina Limanı arası yaklaşık 30 dakika sürüyor. Şehir merkezinden Rafina'ya gitmekse 40 dakikayı buluyor. Tercihiniz Rafina Limanı olursa Mykonos seyahatiniz Pire’ye göre yarım saat daha erken tamamlanıyor. (yani 3 yerine 2,5 saatte) Pire Limanı'na ulaşım ise kesinlikle çok çok daha kolay ve bol seçenekli oluyor. Havalimanı Pire arası otobüsle 45 dakika sürüyor. Atina merkezinden ise tramway ve otobüs ile biraz daha uzun sürese de en olay yol olarak taksi ile Pire'ye yalnızca 15 dakikada ulasabiliyorsunuz.

Mykonos genel olarak hızlı feribotlarla gidilmesi gereken kısmen uzak adalardan biri, ama daha ekonomik bir yolculuk olsun isterseniz büyük yolcu feribotlarını tercih edip, seyahat masraflarınızı ciddi anlamda kısabilirsiniz. Bunun karşılığı ise; 5/5,5 saatlik bir feribot yolculuğu anlamına geliyor. Hızlı feribotlar kişi başı ortalama 60 euro'dan başlarken, büyük feribotlarda bu fiyat 29 euro'lara kadar iniyor. (Güncel fiyatları seyahat zamanı mutlaka kontrol edin) 

Son olarak, önce Atina ve sonra da Mykonos ara uçuşu almanız mümkün. Hatta bu ara uçuşa, Olympic Airlines ya da Aegean Airlines erken rezervasyonuyla hızlı feribot bileti fiyatına dahi sahip olabilirsiniz.

Adaya varıp, otelinize yerleşince (hemen hemen tüm otellerin liman/otel ya da havalimanı/otel arası ücretsiz transfer hizmetleri bulunuyor) plajlara gitmek için adanın tam merkezi yani Chora/Fabrika durağından kalkan otobüsleri kullanabiliyorsunuz. Bu noktada sizi kalabalık için uyarmalıyım, zira sıcak havada inanılmaz bir kalabalığın içinde ve itiş-kakış bir otobüs mücadelesine girmek durumunda kalınıyor bu durakta.. Hatta bu kalabalık ortam, ilk tecrübede insanı adaya geldiğine dahi pişman edecek seviyede duruyor. O nedenle araba, motor ya da ATR kiralamak hem kalabalıklardan sıyrılmak hem de otobüslerin pek sık uğramadığı plajları keşfedebilmek adına gayet yerinde bir karar diye düşünüyorum. Ancak şunu da sakın göz ardı etmeyin; Mykonos ATV ve motor kazalarında ciddi bir potansiyele sahip bir ada. Yollar dar, dik ve çoğu ziyaretçi ayık gezmediğinden bu araçların çok riskli olduğu söyleniyor. Benim tavsiyem, motor ehliyetinin aranmadığı ve motora göre çok daha güvenli olan ATV’yi tercih etmeniz.. (iyi bir acentadan, güvenlik kontrolü yapılmış bir ATV tercih etmenizi de ayrıca öneririm. )

Adanın tüm plajlarına deniz taksileri sayesinde kolayca ulaşmanız da mümkün, ancak Mykonos gibi pahalı bir adada bu alternatif fazlasıyla hiç ekonomik bir tercih olmuyor. Kara taksilerinde de durum pek iç açıcı değil. Taksi adedi çok az ve ada müthiş kalabalık olduğundan, taksiler birçok noktada işinize yarayamıyor.. Bunu da aklınızın bir köşesinde tutun derim.. 

 

MYKONOS PLAJLARI

Mykonos'un denizi hakkında bilmek gereken en tatlı şey; adayı çevreleyen tüm sahillerinin suyunun muhteşem bir renge sahip ve belki de adaya ait konuşmaya değer önemli şeyin de bu sulara ev sahipliği yapan plajlar oluşu... 

Sahillerde rüzgar yönüne göre -ki Mykonos sıkı rüzgar alan bir ada- günlük değişimler yaşanıyor olsa da deniz suyu daima turkuazın en güzel tonlarında ve son derece davetkar.. Bu nedenle de sahilleri plaj işletmelerine göre değerlendirirken, denizinden bahsetmeye pek gerek kalmıyor.

Kalo Livadi sahilinde bulunan Sol Y Mar benim için adanın en keyifli işletmesiydi ve restoranı da gerçek anlamda tatmin ediciydi bizim için.. Efie’nin söylediğine göre burası daha çok yerli turistlerin tercih ettiği bir işletmeymiş. Bir Mykonos klasiği olarak saat 18:00 sonrası Sol Y Mar’da da partiler başlıyor, ancak diğer plajlara oranla hem daha sakin hem de kesinlikle daha kaliteli bir eğlence anlayışları var.. 

2020 Aralık, Revize Not: Benim notlarım 2015 yazı tecrübelerimi içeriyor ve Mykonos'ta işletmeler oldukça sık isim değiştiriyorlar.. Solymar ise bir ada klasiği ve hala dimdik ayaktalar.. 2021 yaz aylarında pandemi biter ve sınırlar açılır ise bu işletmeye şans verebilirsiniz..





Elia Beach için Sol Y Mar sonrası en sevdiğimiz ikinci plaj işletmesi diyebilirim. Hem plaj organizasyonu hem de restoran bakımından fazlasıyla tatmin ediciydi bizim için. Orada yediğimiz karides saganaki tabağının lezzetini hala aramızda konuşuyoruz sevgiliyle.. Yunanistan'da neredeyse her işletmede bu tabağı yiyebilirsiniz aslında, ama bazıları işte böyle daha hatırlanası izler bırakabiliyor damakta.. Belki de ambiyans etkisidir.. Kim bilir.. Bu arada işletmenin müzikleri de benim "iyi müzik" tanımlamama göre diğer plajların bir gömlek daha üzerindeydi.. Denizinden bahsetmiyorum bile, zira o noktada hiç şüphe yok!

Bu arada Elia birçok sahilde karşılaşabileceğiniz gibi nüdist ve gay friendly bir işletme.. Eylül ayında bu durum çok hissedilmiyordu ve o nedenle de çocuk ile ziyaret edilmesinde bir sakınca yoktu.. Bu notu ekledim ama bunu, durumu itici bulduğumdan değil, daha çok çocukların yaş itibariyle kafalarının karışmaması açısından yaptığımı da belirtmek isterim..

NOT 2020: Elia Beach, Elia Beach Oteli'nin bir uzantısı olduğundan işletme aynı şekilde hayatına devam ediyor.. 

Elia'nın bir yanında Agrari plajı bulunuyor. Biz buraya yalnızca göz ucuyla baktık. İşletme kuş bakışı oldukça keyifli duruyordu, denizi de öyle... 



Super Paradise, adanın en çılgın plajlarından biri, hatta üzerine en eski ve yerleşik işletmelerinden de biri kabul ediliyor, zira adada her sene değişen işletmeler ve yeni açılanlar arasında Super Paradise dimdik ayakta durmaya ve Mykonos eğlence hayatının nabzını tutmaya devam ediyor..

Saat 17:00'de başlayan iddialı partileriyle ünle bir plaj burası. Ayrıca “nude” takılmak için kendinizi en rahat hissedeceğiniz ya da nude takılanları en doğal karşılayacağınız plaj işletmesi de burası.. Restoran için çok iyi şeyler söylemek mümkün olmasa da Mykonos'un günlük ve olağan çılgınlığıyla devam eden hayatını gözlemlemek için belki de en doğru adres için Super Paradise denebilir. Yüksek sezonda adada olacaksanız "iğne atsan yere düşmez" tanımlamasını kesinlikle burada deneyimleyebilirsiniz.

Bu arada Super Paradise sonrasında Paradise plajını deneyimlemeye bir Mykonos klasiğidir derler, ama biz çocuklu ekip olarak o yoldan gitmedik elbette.. ;)

Super Paradise plajının en sağında kalan kayalıkların tepesinde 2015 yazının favori mekanı Jackie O'Mykonos bulunuyordu. Mekanın konumu oldukça iddialı, havuz kenarı partileri ve drag queen showları ise çok konuşuluyordu. Gün doğumunu yaşamak ya da batışını izlemek için en havalı mekanlardan biri olduğunu da notlarınıza ekleyebilirsiniz bence. Mekanın mottosu da "from sunrise to sunset"  idi zaten.. 

2020 NOT: Mekan hala ayakta.. Ayrıca bir de Jackie O'Bar var adada.. Onu da deniz kenarında gün batımı ve aperitivo keyfi yapmak için not edebilirsiniz..  

 

 

Paraga sahili içinde bulunan Kahlua Mykonos nefis bir plaj. Bence, Kahlua'nın "happy hour" adı altında yaşattığı öğleden sonrası keyifleri sunset ile birleşince aşırı iddiali bir seçenek olup çıkıyor.. Restoranın da çok çok başarılı olduğunu söylemek gerek.. Yani akşam yemeği standardında bir servis ve lezzet kalitesi var bu işletmenin..

Paraga sahilinin bir diğer isletmesi ise 2015 yılının yenisi Scorpions. Scorpions, diğer plajlara göre daha kayalık ve burunda olduğundan çok daha rüzgarlı, ancak zen dekorasyonu sayesinde fazlasıyla ilgi çekici bir işletme.. Ege mutfağının geleneksel lezzetlerinin farklı yorumlamalarını burada deneyimleyebiliyorsunuz. Nezih de bir kalabalığı olduğunu söyleyebilirim. Yani tıkış-tıkış olmayı sevmeyenlere bire bir.. 

NOT 2020: Beş sene içinde müthiş bir popülerlik kazandı Scorpions. Pandemi nedeniyle geçiçi olarak kapatılmış durumda şu an, ancak 2021 yazında yeniden açılacağı söyleniyor... 

*Görsel Scorpions'un kendi web sitesinden..
 


Haritalarda gösterilmeyen, ama Platys Gialos sonrası ulaşılan Psarou koyunda bulunan N'ammos şüphesiz ki adanın en ünlü ve en kozmopolit plaj işletmesi.. Parti konusunda adada daha havalı bir işletme hakikaten yok. Öğle yemeklerinin çok iyi, partilerinin çok çılgın olduğunu mutlaka siz de duymuşsunuzdur. Efie, Stellios ve tanıdığım tüm diğer Yunan arkadaşlarım için en iyi plaj işletmesi tartışmasız N’ammos. Ancak, ne zaman? Kesinlikle mayıs ayı sonu diyorlar... Zira sonrası tam bir "et ete" durumu...

Bizim tercihimiz N’ammos olmadı (gerçi aylardan Mayıs olsaydı da tercihimiz olmazdı), zira bizim deniz tatil anlayışımızda makyaj yapmak ve takıp takıştırmak suretiyle plaja inmek gibi bir huyumuz kesinlikle yok.. Bu tip bir çevrenin baskın olduğu yerde de kendimi pek mutlu hissedeceğimi sanmıyorum.. Ancak yine de itiraf etmeliyim ki; henüz bekar olan Yunan arkadaşlarımdan biri bekarlık vedasını Mykonos’ta yapar ve N’ammos’ta partilerse, bir anda yükselen müziğe kendimi kaptırır, hatta masa tepesine de rahatça çıkar dans ediveririm..


*Görsel N'ammos''un kendi web sitesinden..



Panormos sahili için adanın en elit plajlarından birine sahip diye bahsediliyor. Dört adet plaj barı ve mükemmel yemekler sunan restoranları varmış.. Principote ise bu kesinlikle notlarınızda olması gereken bir işletme.. Biz konumu nedeniyle Panormos sahiline gitmedik açıkçası, ama bizim Yunanlıların favorilerinden biriydi kendisi.. Ayrıca dediklerine göre yoğun yaz dönemlerinde bile kalabalıkları en azından kabul edilebilir seviyeyi geçmiyormuş...




EKONOMİK PLAJ ALTERNATİFLERİ.. 

Her Yunan adasında olduğu gibi Mykonos’ta da bir Agia Anna sahili bulunuyor. Bu sahil diğer koylardan farklı olarak çok kendi halinde ve uygun plaj ücretleri uygulayan (sezlong + şemsiye 10 euro) birkaç işletmeye sahip ama dürüst olmak gerekirse Mykonos ortalamasının çok altında lezzetler sunan bir kafe ve restorana sahip.. 
Diğer yandan, denizi pırıl pırıl ve bulunduğu koy minik olduğundan diğer plajlar rüzgarlı ve dalgalı dahi olsa daima sakince bir suya sahip.. Ayrıca benim gün batımı icin favorim kesinlikle bu sahil oldu.. Aldım şarabımı ve sevdiklerimi yanıma, güneşin gözden yitirilişine tüm duyularımla şahit oldum.. Nefisti..



Platys Gialos, ortalama fiyat aralığında kalıyor diyebileceğim ve Agia Anna'ya göre çok daha derli toplu plaj işletmelerine sahip; aynı şekilde ekonomik otellerle ve restoranlarla da çevrelenmiş uzunca bir sahil.. Kumsaldaki işletmeler oldukça sıkışık bir düzendeler ve denizi de diğer plajlarda olduğu kadar turkuaz değil.. Yani Agia Anna denizi Platys Gialos'un birkaç gömlek üzerinde diyebilirim rahatlıkla.. Ama yine de bilginiz olsun ki; ani ve deli bir yaz yağmurundan kaçıp sığındığımız Notos Beach Otel'in restoranı Notos hiç de fena değildi..





Ornos, yine birçok plaj işletmesi ve restoranın bulunduğu tatlı bir sahil. Ortalama fiyatlar ve ortalamanın biraz daha üzerinde bir lezzete sahipler diyebilirim, ancak denizi muhteşem. 

İşte tüm bu plajlar bizim Mykonos'ta deneyiyimle şansı bulduklarımız ya da hakkında bilgi edindiklerimiz.. Fakat başta da söylediğim gibi tam anlamıyla bir yaz tatili adasında olduğunuz için her tepenin sahili, her dönemecin sonrasında yeni bir plajla karşılaşmanız da çok olası..

Bu posta son olarak ada plajları hakkındaki üç önemli ek bilgiyi de ekliyor ve lezzet önerileri için diğer posta geçiyorum.. 

1. Mykonos’ta plajların hemen hemen tamamının sağ köşesi "nude friendly"
bölgesi oluyor. Ada gerçek anlamda özgürlükler üzerine kurulduğundan bu pek de yadırgayacağınız bir durum olmayacaktır diye düşünüyorum. Hatta bir süre sonra çıplaklık normalleşiyor bile diyebilirim.. Yine de bu bilgi çocuklu tatilciler için dikkat edilmesi gereken bir nokta olabilir.. 

2. Mykonos gerçekten pahalı bir tatil seçeneği. Ekonomik bir otelde kalsanız ve öğünlerinizi geçiştirseniz dahi plajlara ve partilere harcayacağınız bedeller oldukça yüksek olacaktır.. Her gün plajlara şezlong ve şemsiye ücreti ödemek istemiyoruz derseniz, gideceğiniz her plajda -bizden farklı olarak- size de yer var elbette.. Ünlü işletmelerin sahillerinde kumların üzerine rahatlıkla uzanabiliyorsunuz demek oluyor bu.. Bunu tercih edip, öğleden sonra partiler başladığında işletmelere dahil olan çok fazla insan göreceksiniz zaten.. 

3. Son olarak; hemen hemen her sene yerinde seyreden ikonik plaj işletmeleri yanında, isim değiştiren, yeniden açılan ya da kapananlar da oluyor adada. O nedenle, şu an bu postta bahsettiğim işletmelerin bazıları yakında yok olabilir, ama bulundukları koylar her zaman bir başka işletme ile yoluna devam eder.. Bunu da eklemiş olayım...  

Mykonos lezzetlerinde buluşmak üzere!

Sevgiler
lulu
x