Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

19 Ocak 2017 Perşembe

EZE VILLAGE - Anne Çocuk Tatili Vol.3

Selam!

Anne-Çocuk seyahatimizde Seyahat Planları ve Villefranche postları sonrası bu kez sıra Eze Village serüvenimizde.. 

Şehirdeki üçüncü günümüze yine aynı heyecanla ve erkenden uyanıp, sabah kahvaltı rutinimizi La Fougasserie’den baget ve kruvasan, Cours Saleya pazarından taze meyve alarak Promenade de Anglais üzerinde bulunan ikonik mavi banklarda ve denize karşı yerine getirdik.. Sonra da Linges D’azur’un 82 numaralı otobüsüne atlayıp, Eze Village’e giden kısa yolumuza yine Riviera'nın enfes görüntüleriyle koyulduk.. Bıdı bıdı konuşurken yol hızlıca akıp gitmişti.. 



Eze, seyahat hayatımız içinde “evet biz burada yaşlanırız” dediğimiz birkaç adresten biri. Bir Orta Çağ kasabası ve bulunduğu rakım nedeniyle Cote d’Azur kıyı şeridinin oksijen merkezi kabul ediliyor kendisi.. Daha önceki seyahatimizde kasabaya girer girmez Eze'in bilinçli nefes almak, yazmak, okumak ve meditasyon yapmak için ne kadar huzurlu bir doğal ortamı olduğunu düşünmüştüm. O hisleri bu seyahatte de aynı şekilde kendime hatırlatıp durdum.. Hatta Alpico’ya, “kayalık bir zemin ve surların içi hep merdivenli, ama burada yaşarsak hiç şikayet etmeyeceğim” de dedim. Karşılık olarak “ben de etmem, her gün denize gideriz” dedi.. Çocuk işte..

Kasabanın daracık taş sokakları, lezzetli lokal restoranları, minik değil minnak denecek kadar şirin kafeleri, içinde zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığınız sanat galerileri, seramik dükkanları, 
surların içinden enfes manzaralara açılan sur pencereleri ve her gün gitsem bıkmayacağım nefis bir plaj işletmesi bulunuyor sahilinde.. Surlar içinde yürürken, Patti Smith’in gitmeyi adet edindiği meşhur kahve dükkanı gibi, ben de bu kasabada bir mekan bulup her gün aynı köşeye sığınabilirim ve yazar okurum diye düşündüm o an... Ayrıca Alpcan’ın da dediği gibi deniz her daim yanı başımızda olacak… İster kuş bakışı izler ister yanı başına inerim.. Nefis!

Hayaller bir yanda gerçekleşmek için sıra bekleyedursun….. Eze, deniz seviyesinden yaklaşık 450 mt yukarıda kaldığından kendisine “kartal yuvası” diye bir benzetme yapılmış. Bana kalırsa seyrine doyum olmaz manzaralarıyla bu kasaba Antik Dönem tanrılarının dünya yüzeyine saçtığı cennet parçalarından biri.. Hakikaten nadide bir güzelliği var ve insan kasaba sokaklarında dolanırken kendini tarifsiz huzurlu hissediyor.. 

Kasabada görülecek yerleri sıralamak yerine sokaklarında sakince dolaşmanızı, sanat galerini dolaşmanızı, her fırsatta manzaranın tadını çıkartmanızı tavsiye edebilirim ancak... Yürümenin bir felsefesi olduğuna inanarak, sonsuz bir minnetle hem de... Yorucu, ama ruha heyecan veren bir yürüyüş sonrası kasabanın en tepe noktasında bulunan Jardin Exotique bahçeleri ziyaretini de yapabilirsiniz böylece. Bahçede nadide bitki türleriyle ve envaiçeşit kaktüs ile tanışıp, sonrasında bir taş üzerine yerleşip, havanın sıcaklığına da aldırmadan dakikalarca etrafı seyre dalabilirsiniz, zira nefes kesici bir manzarası var gözünüze değecek.. Ayrıca, bahçe içinde bulunan Jean-Philippe Richard ellerinden çıkmış ve Yeryüzünün Tanrıçaları olarak adlandırılmış heykeller de hayranlık uyandırıcı.. Özellikle körfez manzarasına karşı duran ve Tanrıça Isis’e adanmış olan heykel çok etkileyici diyebilirim.

Alpico ile havanın olağan dışı sıcağına aldırış etmeden; bitkilere, heykellere, manzaraya kayıtsız kalamadık biz de ve yaklaşık 45 dakikamızı bu masalsı ortamda geçirdik.. Arada da bolca fotoğraf çekinip anılar biriktirdik..

 










LEZZET:

Surlara doğru yol alırken, kasaba meydanına yakın Le Pinocchio isimli bahçeli restorana kısa ve hafif bir yemek yemek için girdik Alpico ile.. Aslında kahvaltının üzerinden çok zaman geçmemişti ama öğle yemeğimiz gecikecek gibi duruyordu ve bunu bir önlem olarak düşünmüştük, ancak restoran bizi pek cezbetmedi.. Yemek yerine sıcağa karşı buz gibi ev yapımı limonata içmeyi tercih ettik, çok da iyi geldi.
(Adres: 1 Avenue du Jardin Exotique)

Daha sonra surlarının içinde dolanırken, Jardin Exotique bahçelerine girmeden evvel ise hemen sağ yanınızda kalan Deli Salads Bar & Olive Oils Shop gözümüze öyle güzel göründü ki; uzun ve yorucu bir tırmanış yaptığımızdan bu minicik ve huzur kokan mekanda detoks karışımları içerek hem su ihtiyacımızı giderdik hem de soluklandık.. Bu içecekler bize sıcakta iyi gelmiş, Alpcan'a anlata anlata bitiremediğim restoran için bekleyebilme enerjisi de katmıştı. Gelip geçen ama artık köyün en yüksek noktasına neredeyse varmış olan yorgun insanların suratlarını okuduk Alpico ile.. Yüz ifadelerine göre "içinden ne geçiriyor?" tahminlerinde bulunup, şapşalca gülüştük.. Güzel bir oyundu. 

Eğer hem soluklanıp hem de manzara eşliğinde yemek yemek isterseniz, bir Orta Çağ şatosundan otele dönüştürülmüş Chateau Eza’nın kafe ya da restoran kısmını tavsiye edebilirim. Yemek için başka bir planımız olmasaydı eğer, öğle yemeğimizi sanırım burada alırdık... (Chateau Eza’nın restoran kısmı için rezervasyon şart, kafesinin ise sirkülasyonu daha çok olduğundan rezervasyonsuz yer bulunabiliyor.)

Çıtayı daha da yükseltmek, romantik ve nitelikli bir yemek yemek isterseniz; Hotel Cherved’Or oldukça iyi bir öneri.. Notlarınızda mutlaka bulunsun.. 


Eze kasabasının bu kadar huzurlu bir yer olması ve havasının temizliği önemli sanatçıların da ilgisini çekmiş elbette.. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock, To Catch a Thief filmini bu kasabada çekilmiş mesela.. Romantik bir gerilim için kasabanın iyi bir tercih olduğunu sokaklarında dolaşırken anlayabiliyor insan. Bir diğer ünlü kişi ise, kasabanın bir dönem sakini de olmuş Nietzsche. Yazar ve düşünür Nietzsche, hayatının bir bölümünü sağlığının yolunda gitmemesi nedeniyle burada geçirmiş, hatta Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının bir bölümünü de bu köyde yaşadığı sırada yazmış.. Kasabada, yazarın bu kitabını kaleme aldığı patika yol şimdilerde nitelikli bir turistik aktiviteye dönüşmüş durumda. Zaten bizim de Eze kasabasını yeniden ziyaret edişimizin asıl nedeni bu yol... 

Kasabanın ana meydanından surlara doğru çıkarken hemen Hotel Cherved’Or’un sol yanında kalan minik bir patika yol göreceksiniz. Yolun girişinde CHEMIN Frederic NIETZSCHE yazılı bir tabela bulunuyor ve işaret ettiği yol sizi çeşitli dinlenme noktaları beraberinde Eze Sur Mer’e, yani Eze kasabasının sahiline ulaştırıyor.. Yaklaşık 1,5 saat süren bu taşlık patika yol yürüyüşü zorlu ve kesinlikle aşırı yorucu bir parkur, ancak nefis bir deneyim olduğunu söyleyebilirim..

Alpico'yu dünyadan geçmiş bu müthiş beyinle ismen de olsa tanıştırmayı ve onun izlerini takip ederek deniz kıyısına ulaşırken yaşayacağımız fiziksel deneyimi açıkçası fazlasıyla önemsiyorumdum ben, zira bu aktivitenin nefis bir Anne-Çocuk Tatili macerası olacağına inancım tamdı. Öyle de oldu! 
Patika yoldan yürürken, hem Akdeniz bitki örtüsünü keşfedip hem de yazarı da etkilemiş olan manzaralara şahit olduk..

Ancak yine de şunu söylemeliyim ki; bizim için çok çok zorlayıcı bir serüvendi Nietzsche Yolu.. Zaman zaman ıssızlığından korkarak devam edemeyeceğimizi bile düşündük diyebilirim.. Yine de sabırla ve sakinlikle yürümeye devam ettiğimizde, dağların arasından sıyrılıp adeta bir güneş gibi doğan deniz manzarasını dünya gözü ile görebildik.. İşte o an, enerjimizi ulaşacağımız noktaya odaklayarak ikimizin de doğadan güç bulduğumuzu açıkça söyleyebilirim... Ayrıca bir oğlak erkeğinin en belirgin özelliklerden birini bu zorlu aktivite sayesinde yaşayarak tecrübe ettiğim için de mutluydum. Asla vazgeçmedi. Nietzsche’s Footpath noktaları dışında kesinlikle duraklama yapmadan parkuru tamamladı ve benim de durmamı istemedi. (İtiraf ediyorum; dizlerim titriyordu parkuru tamamladığımızda..)  Sahile ulaştığında ise yaşadığı mutluluğu ve gözündeki pırıltıyı ve yüzüne vuran “bir işi başarmış olma” gururunu tarif edebilmem mümkün değil. Muazzam bir deneyimdi ikimiz için de.... 







Eze Sur Mer’de, yanı Eze'nin sahilinde daha önceki seyahatte deneme şansı bulduğumuz ve geçirdiğimiz saatlere doyamadığımız Anjuna Beach isminde nefis bir plaj işletmesi ve restoranı bulunuyor. Alpico ile sahile ulaştığımızda ilk olarak 2013 yılı seyahatimizde çektiğim fotoğraflardan en sevdiğim kareyi aynı noktadan yeniden çekip sonra da Anjuna Beach'e doğru açlık ve yorgunluğun verdiği sakinlikle denizin içinden yürüdük.. Taşlık zeminde bu iş de pek kolay değildi ama en azından ayaklarımız sudaydı ve serinlemiştik...

Günün geri kalanı; meyve kokteyllerimiz eşliğinde keyif yaparak, zaman zaman kısa şekerlemelerle kendimizi dinlendirerek, Eze kasabasının sakin denizinde yüzerek ve de restoranında enfes bir geç öğle yemeği yiyerek geçti... O gün, işletme oldukça kalabalıktı ve öğle yemeği servis edilen masalara canlı müzik eşlik ediyordu. Çoşkulu, lezzetli, Alpcan’ın sanatçılarla sevimli diyaloglar kurduğu unutulmaz bir gündü oldu bizim için.. 

NOT: Fransa'da, özellikle de Cote d'Azur kıyı şeridinde plaj işletmeleri hem kalite hem de fiyat olarak Avrupa ortalamasının bir miktar üzerinde kalıyor.. Anjuna’da fiyat politikası genel ortalamanın da üzerinde diyebilirim, ancak karşılığını tam olarak geri alabildiğiniz bir işletme kendisi..







Çocuklar enfes varlıklar. Bu mutlu günün sonunda Alpico ve ben inanılmaz yorgunduk, ama buna rağmen Nice’e tren ile vardığımızda Promenade du Paillon parkına uğramayı kesinlikle ihmal etmedik. Alpcan’ın sularda gösterdiği performans böylesi bir gün sonrası hakikaten şaşırtıcıydı. O’nu ve mutluluktan çıldırmış diğer çocukların enerjisini seyretmek bana da çok iyi geldi, yorgunluğumu aldı diyebilirim…

Park sonrası evimizde biraz soluklanıp, akşam için hazırlandık ve yine koşarak eski şehrin bir diğer ünlü dondurmacısı Fenocchio'dan dondurma almaya gittik. Dondurmamızın üzerini de Les Gourmandises d’Angea‘dan aldığımız macaronlarla süsleyiverdik. Harikaydı bu yaramazlıkları Alpico'nun heyecanına eşlik ederek yapmak.. Biraz sahilde, biraz eski şehrin dar sokaklarında dolandıktan sonraysa dinlenmeye çoktan hazırdık ve sanıyorum ki ikimizin de gözleri henüz başımız yastığa değmeden kapanmıştı....



Serinin diğer postları:
sevgiler
lulu
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder