Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

20 Ekim 2017 Cuma

PUGLIA - Itria Vadisi

Selam!

Açık konuşmak gerekirse, Bari ve Brindisi şehirlerini evvelden beri bilirdim de 2012 yılında Justin Timberlake ve Jessica Biel, Masseria Borgo Egnazia Resort'te evleninceye dek Puglia bölgesi ve özellikle de Itria Vadisi hakkında pek bir bilgi sahibi değildim.. Haberim olduktan sonra bu bölgeye dair ne okusam ve ne işitsem hep bir yükseliş hep bir "hadi" duygusuna kapıldım diyebilirim. Özellikle vadi köylerinde çekilmiş fotoğraflara maruz kalınca içimde heyecan rüzgarları esmeye başlıyor ve direksiyonu o yöne doğru kırıyordum, ama sonra bir şekilde bir başka seyahat baskın çıkıyor ve biz yine Puglia’yı es geçiyorduk sevgiliyle.. Ne zaman ki ilk postta da bahsettiğim gibi; ülkeyi en güneyden başlayıp gezme kararını verdik ve Sicilya seyahatimizi gerçekleştirdik, sonrasında hayat bizi sakince Puglia’ya doğru yönlendirmeye başladı. Doğru zaman gelip çattığındaysa, ilk postta bahsettiğim hazırlıklar sonrası Puglia seyahati için ruhen ve bedenen hepimiz hazır hissediyorduk.. (Seyahat Planları)

Bari'ye direkt uçup, arabamızı teslim aldıktan sonra yüzümüzde kocaman bir gülümseme, karnımızda heyecanın sebep olduğu o tanıdık açlık hissi (heyecanlıyken hep daha aç hissederiz ve bu galiba açlıktan çok bir kadeh şarap içip heyecanımızı yatıştırmak dersek daha doğru olur), kulağımızda sevdiğimiz müziklerle ve gözümüze değen çevrenin güzelliğinden büyülenerek Itria Vadisi'ne doğru yol almaya başladık.. “Puglia'da bambaşka bir İtalya deneyimleyeceksiniz" cümlesini ana yoldan çıkıp, vadinin derinlerine doğru ilerlemeye başlar başlamaz hemen hatırladık diyebilirim.. Köy yollarının güzelliğini, bölge mimarisinin minik minik kendini belli edişini, zeytin ağaçlarının devasa gövdelerini muazzam bir ilgiyle takip ediyorduk. Hakikaten büyüleyiciydi…

Biz şehre varmadan evvel, henüz sabahın erken saatlerinde, küçük çaplı bir yaz fırtınası olmuş ve ardında bıraktığı serince hava ve seyrek yağmur bizi bir miktar ürpertirken, hafif hafif arabamızın camını da ıslatıyordu ve
 bu doğa hareketi yolculuğumuzu iyiden iyiye melankolik bir havaya sokuyordu.. Nefisti..

Havalimanı sonrası 1 saat 15 dakika kadar süren keyifli bir yolculuk sonrasında Alberobello ve Martina Franca köyleri arasında bulunan trullo evimiz Trullo di Mathilde'ye ulaştık. Evimizi teslim alıp, kendisine ve içinde bulunduğu araziye adeta aşık olduktan sonra, Alberobello ile tanışmak için yeniden yola koyulduk.. 



Itria Vadisi'nde her biri birbirinden farklı özelliklere sahip, ama hepsi de birbirinden güzel 
Fasano, Alberobello, Locorotondo, Cisternino, Martina Franca ve Ceglia Messapica isminde köy ve kasabalar bulunuyor. Bu köy ve kasabaların ortak özelliği zeytin ağaçları ve üzüm bağlarıyla çevrelenmiş olmaları ve bu durum, köyler arası geçiş yollarını hakikaten muazzam bir görsel şölene çeviriyor.. Bölgenin dar ve patikamsı yolları zeytin ağaçları ve üzüm bağları yanında ara ara trulli evleri ve Masseria denilen çiftliklerle de adeta süslenmiş durumda. Bu doğa ile iç içe geçmiş tertemiz yerleşimler, görmeye alıştığımız manzaraların öylesine dışındalar ki; adeta şehirli insanı hipnoz ediyorlar..

Yollarda ilgimizi çeken ve hayran olduğumu en önemli detay, zeytin ağaçlarının devasa gövdeleri ve zaman zaman bir ağaç boyuna ulaşmış ve altında gezinme imkan veren üzüm bağlarının güzelliği oluyor.. O kocaman ağaç gövdelerine sarılmayı, üzüm bağlarının arasında güneş ışınlarının hüzmeleri eşliğinde sakince yürümelerimizi hakikaten yaşam boyu edindiğim deneyimlerin en iyileri arasına koyuyorum ben.

Gönül isterdi ki seyahat süremiz çok daha uzun olsun ve tüm vadi köylerinin yaşamına dahil olabilelim, ama günlerimiz kısmen sınırlı olduğundan ve bir yerde yalnızca bulunmuş olma fikriyle seyahat etmeyi pek sevmediğimizden, yerleşim yerleri içinde birkaç seçim yaparak seyahatimizi bu plan doğrultusunda şekillendirdik diyebilirim..







A L B E R O B E L L O

Dile gelişi dahi fazlasıyla keyifli olan Alberobello, adını geçmiş zamanlarda bölgeyi kaplamış olan ilkel meşe ormanı Arboris Belli'den almış. Zaten "Albero" da İtalyan dilinde ağaç anlamına geliyor. İsmi kadar kendisi de sevilesi kasaba için, Puglia bölgesinin en turistik kasabası diyebiliriz. Bu denli turistik ve popüler olmasının nedeniyse, Puglia'nın tipik mimarisi olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmış bulunan konik çatılı trulli evleri. Bu evler kasabanın neredeyse tamamına yayılmış durumda ve evlerin çok çok iyi korunmuş olmaları da bu turistik gelişimin bir diğer nedeni sayılıyor... 

Trulli evlerinin çatıları hakkında anlatılan hikaye kısaca şu şekilde; zamanında Napoli kralı bölge halkından çatısı olan her ev için oldukça ağır vergiler almaya başlamış. Halk ise bu ağır vergileri ödememek için evlerinin çatılarını konik şekillere dönüştürmüşler ve vergi memurları geldiğinde, çatıyı 
kalın bir ip yardımıyla hemen yıkabilecekleri bir mekanizma kurmuşlar. Bir iple yıkılabilen bu çatıların yeniden inşa edilmesi de çok kolay olduğundan, zaman içinde birer efsaneye dönüşmüşler.. Sanırım bu güne dek gördüğümüz en ilginç mimari örnek bu trulliler oldu bizim için de.. Alberobello'da kendimizi bir masalın içindeymiş gibi hissedip, uzun bir süre masal ve gerçek arasında zaman geçirdik diyebilirim. 

Kasabaya gelirsek; Alberobello aslında küçük bir kasaba olsa da coğrafyası nedeniyle iki ayrı bölümden oluşuyor. En turistik bölgesine Rione Monti deniyor ve kasaba merkezini Rione Monti'nin ana caddesi Via Monte Pertica ve onu çevreleyen sokaklar oluşturuyor.. Rione Monti'nin sokaklarında dolanmak (özellikle yaz aylarında) kalabalıklar nedeniyle pek keyif vermiyormuş aslında, ama o gün bizim şanslı günümüzdü sanırım.. Sokaklar kalabalık değildi diyemem, ancak keyifle gezmemize engel olacak düzeyde bir kalabalık da yoktu. Sakince gezdiğimiz sokakların tadına varırken, evlerin çatılarına resmedilmiş şaman sembolleri de hemen ilgimizi çekti haliyle.. Hatta Alpico bile ilk önce çatısında kalp sembolü bulunan evi fark edip sevinçle bize doğru koştu. Söylenenler doğru ise; şaman sembolleri zamanında bu evlerde yasayan insanların yaptıkları mesleklere ve dini inançlarına göre değişiklik gösterirmiş...

Eğer aracınızı kasabanın girişindeki Lago Martellotta'da park eder ve Piazza del Popolo tabelasını (evet, aynı Roma'daki gibi..) takip ederseniz, kasabanın kısmen daha yeni kabul edilen yerleşim kısmına, yani Aia Piccola'ya ve oradan da Belvedere Terrazze'ye ulaşabilirsiniz. Bu küçük terastan eski şehrin yani Rione Monti'nin otantik görüntüsü doyasıya fotoğraflanıyor.. Yalnız bilin ki yüzlerce fotoğraf dahi çekseniz, hiçbiri göz hafızanıza alacağınız görüntülerin önüne geç(e)miyor.

Alberobello'da kiliselerin de trullo mimarisinde olduğunu söylemek sanırım ki şaşırtıcı olmayacaktır ve biz The Trullo Church'u gerçekten çok beğendik.. Akşamın serinliği hafif hafif tenimizi ürpertirken ve kasaba iyice sakinleşmeye başlamışken, bu taş kilisede bulunmanın verdiği his hakikaten büyüleyiciydi bizim için.. Bu yapı dışında Trullo Siamese, Trullo Sovrano ve Trullo Chiesa Sant’Antonio da görülmeye değer diğer turistik trullo evleriydi.

Kasaba için verilebileceğim çok farklı bir tavsiyem de yok aslına bakarsanız.. 1000'i aşkın trullinin bulunduğu Rione Monti bölgesini ve özellikle lokal yaşamın hala trullilerde devam ettiği Aia Piccola bölgesinin tüm sokaklarını doyasıya gezmenizi ve bu sokaklarda bolca kaybolmanızı öneririm... 












L O C O R O T O N D O

Alberobello'nun aksine Locorotondo vadinin tepelik kasabalarından biri. Yalnızca tepelik olması değil, ayrıca bulunduğu tepenin konumu da onu vadi sınırları içinde gün batımı izlemek için en ideal nokta olarak taçlandırmış durumda. Merkezde bulunan park alanındaki terastan, hem vadinin muhteşem panoramasını hem de güneşin bu panorama üzerinden gözden yitirilişini izlemek tanımlaması zor bir güzellik diyebilirim.. Gün batımını yakalayamasanız dahi, bir mekana kurulup kasabanın enfes beyaz şarabını yudumlarken, üzüm bağlarıyla zeytin ağaçları arasına saklanmış çiftlik evlerini seyre dalabilirsiniz.. 

Locorotondo'nun daracık, çiçekli ve duvarları sanat fotoğraflarıyla donatılmış sokaklarında dolaşırken, Puglia ve hatta İtalya'nın en şirin yerlerinden birini bulmuş kadar sevindiğimizi hatırlıyorum.. Bembeyaz evler, evlerin çiçekli balkonlarını süsleyen Portafortuna Pugliese’ler, tertemiz sokaklar, sokak aralarında görüp kalbimizi delip geçen dekor detayları ve tam içilesi kıvamda soğutulmuş beyaz şarabımızla bu kasabayı yıldızlarla anılarımıza eklemiştik.. 

NOT: Portafortuna Pugliese; Puglia bölgesinin en tipik hediyelik/hatıralık eşya seçeneği kabul edilebilir. Puglia yerlileri, seramikten yapılan ve birçok farklı renk ve boyut seçeneği olan bu seramik objelerin evlerini kötülüklerden koruduna inanıyor.













C I S T E R N I N O

Locorotondo sonrasında yine keyifli bir yolculukla Itria Vadisi'nin tek Cittaslow kasabası olan Cisternino'ya ulaşılıyor.. Burası da Locorotondo gibi tepelik bir kasaba, ancak gün batımı açısından iddialı olduğunu söylemek Locorotondo'ya haksızlık etmek olur. Hem zaten Cisternino'nun gerçekten sindirilmesi gereken tarafı, tüm ahengiyle birlikte akan gündelik yaşamı diyebiliriz…

Cittaslow sanırım az çok bildiğiniz bir tanımlama, ancak bilmeyenler için kısaca açıklamak gerekirse; fast (hızlı) olana karşı slow (yavaş) olmayı ve bunu bir yaşam biçimine dönüştürmeyi hedefleyen insanların ortaya koyduğu bir felsefe kendisi.. Seneler evvel Roma’da bir İtalyan tarafından hızlı yemek kültürüne karşı verilen bir tepki olarak doğup, Toskana’nın Chianti bölgesindeki Belediye Başkanı'nın desteği sayesinde resmi kuruluşunu yapmış.. Bir Cittaslow kasabası olmak; yaşamdan zevk alan, iletişim kuran, sanat ışığında aydınlanıp, gelenek ve göreneklerini koruyarak kesinlikle sürdürülebilir bir yaşam yeri yaratma felsefesine sahip çıkmak demek…

Cisternino'ya adım attığımız anda, dinginliği rahatça gözlemlenebilen bir yaşam karşılıyor bizi.. Sokaklarından araçlarına, esnafından parkta oynayan çocuğuna dek, gördüğümüz her detaya ve burada yaşayan insanların hayatı algılayış ve yaşayış şekillerine imreniyoruz sevgiliyle.. Büyük şehirlerin hiperaktif yaşam dinamiği içinden kopup gelmiş dört kişi olarak kasaba sokaklarında dolanırken; önce onun doğa ve insan ile barışık yaşam şeklini iliklerimize kadar hissediyor, sonra keyifli bir aperitif alıyor ve en son da lezzetli bir kasap restoranı deneyimi yaşıyoruz.. (Hayvancılık genel olarak vadinin tüm köy ve kasabalarında gelişmiş durumda, ama et ve tipik bir puglia yemeği olan bombette yemek için en doğru adresin Cisternino olduğu söyleniyor.. Zaten bunu sokaklarda sıkça karşınıza çıkan kasap restoranlarından da anlayabiliyorsunuz..)

Her aklıma düştüğünde minnetle hatırladığım Cisternino’nun sokaklarında yürürken neredeyse yok denecek kadar az konuşmuştuk aramızda, zira kasabanın sunduğu hisleri dolu dolu yaşamak ister gibi bir halimiz vardı hepimizin.. O güne dair hatırladıklarım gerçekten çok naif hisler olmakla birlikte, beklentimin üzerinde de keskinler. Keskin oluşu; hak ettiğimize inandığım sakin, saygın ve sanat ile iç içe bir yaşama duyulan özlem kaynaklı olmalı diye düşünüyorum...







Bizim vadi deneyimlerimiz bu üç kasabada ve her birine yeterli zamanı ayırmaya çalışarak yaşandı ve kasabalar arasındaki müthiş keyifli yollarda geçen zamanımızı bile sindirerek yaşamaya çalıştık diyebilirim. Aslında Martina Franca'yı da detaylıca gezmek isterdik, ama vadiye daha fazla zaman ayırmak yerine farklı deneyimlere doğru yol almayı tercih ettik. Kabaca, Martina Franca diğer kasabalardan farklı olarak Barok bir mimariye sahipti ve bu mimari onu hakikaten diğerlerinden keskin bir çizgiyle ayırıyordu.. Eğer Martina Franca için zamanınız olursa temmuz ortası/ağustos başı gibi kasabanın Festival della Valle d'Itria organizasyonunu not almanızı tavsiye ederim. 

Bu arada Puglia başlı başına bir lezzet serüveni yaşattığından, kasabaların da içinde bulunduğu lezzet tavsiyelerini birkaç farklı postta toparlamaya çalıştım.. Linkleri aşağıda görebilirsiniz..