Bu şehirde yapmayı en sevdiğim şey; Floransa dendiğinde birçok kişinin hemen aklına gelen simetrik güzel Ponte Vecchio köprüsüne bakmak, ya da bakakalmak... İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların bile bombalamaya kıyamadığı söylenen bir güzel neticede kendisi.. Gece veya gündüz, uzun ya da kısa, Arno nehri kıyısından geçerken görünen ya da seyre dalmak için gidilen..
Bir Rönesans şehrini, dahası Rönesans'ın anavatanını müzeleri merkez almadan gezmek mümkün olabilir mi? Bu açıkçası ciddi bir soru oldu benim için; çünkü bu şehirde rönesansın izlerini takip etmeden ne yapılır pek bir fikrim yoktu.. Sonra kendime şunu dedim; "bu şehirde binaların içi de dışı da bir müze kabul edilebilir ve eminim şehrin mağazalarının içlerinde bile sanat dokunuşları beni bekliyor olacak". Ki bu düşüncemin Max Mara'nın mağazasını gezerken gördüğüm muazzam tavan freskleri sayesinde ne kadar doğru olduğunu da deneyimledim..
Mağaza demişken, Salvatore Ferragamo'nun tasarım ve yönetim ofislerinin de bulunduğu tarihi binası ve vitrinleri de birer müze havasında diye düşünüyorum.. Mağaza içindeki "Made to Measure" ayakkabı servisi de ilgi çekici bir nokta. 1938 yılında Somewhere Over The Rainbow filminde Judy Garland için hazırlanmış özel ayakkabıyı da bu vesile ile mağazada görebiliyoruz. Ayrıca mağaza içinde, geçmişte özel olarak dünya starlarına üretilmiş ayakkabı modellerinin yeniden üretilip, satıldığı bir bölüm de var. Kim istemez ki Audrey Hepburn ile aynı model ayakkabıyı giymeyi? (yıl 2013, dilerim uzun yıllar bu bülümler ziyaretçileri selamlar.)
Kahve sev(e)miyorum, ama iyi bir tavsiyeci olabilirim...
Cafe Gilli, Floransa'nın 1733 doğumlu ikonik pastanesi. Her Avrupa şehrinin bir meydan güzeli oluyor, biliyorsunuz. Gilli de Floransa'nın Repubblica Meydanı'nda bulunan ve her daim şehir yaşamını gözlemleyecek en doğru soluklanma noktası olarak kabul edilebilir. Efsane barına uğramadan, tiramisusudan tatmadan ve sokak müzisyenlerine yalnızca kulak değil kalbimizi de açmadan şehirden dönmek haksızlık diye düşünüyorum.. Öyle yüksek duygularla seviyorum ki bu mekanı, kahve sevmiyor olmama rağmen bir marocchino keyfi yapmak hoşuma gidiyor..
1800'lü yıllarda Floransa İtalya'nın başkenti olduğundan liberal fikirlerin havada uçuştuğu müşterisi kitlesinin uğrak yeri imiş Gilli. Daha sonraları ise sayısız sanatçıya açmış masalarını... (Silvio Polloni, Egisto Ferroni, Emilio Pucci gibi..) İşte benim için aynı Paris'te de olduğunu gibi bu isimlerin zamanında müdavimi oldukları bir mekanda bulunma hissi hakikaten tanımsız.. Işınlanıyorum adeta o günlere, açıyorum kitabımı ve çoğu zaman da herkesten ve her şeyden bağımsız dalıyorum hayallere...
Hani çok sevilen ve (ben içmiyor olsam da) sipariş etmeye, barda ve ayakta tüketmeye bayıldığımız sabah kahveleri için de bir tavsiyem olacak. Caffe Paszkowski. Dilerseniz burada da oturup keyif yaparsınız elbette, ama İtalyanlar için bşr ritüel olan "barda ve ayakta" kahvesini verdiği keyif bir başka!
Caffe Giubbe Rosse, şehrin yine efsane kahvecilerinden. 1800'lerin sonlarından beri oradalar ve mekanın duvarları dönemi incelemek açısından nefis bir örnek. Bu kahve dükkanı beni hakikaten çok mutlu ediyor. Kendimi o sınıfa koymuyorum, ama entelektüel bir bakış açısına sahip birinin de mutlu olmamasına pek imkan vermiyorum.. Duyduğumda çok hoşuma gitmişti; Fransız yazar Andre Gide zamanında bu dükkanda satranç oynarmış..
Piazza San Marco'da Gran Caffe San Marco kahvelerinin de tadına bakabilirsiniz.. Burası için şehrin en iyi kahve dükkanı deniyor...
Dondurma!
İtalya genel olarak bir "dondurma" ülkesi bunu hepimiz biliyoruz. İtalyanların gelato diye seslendikleri bu lezzet Floransa şehri ile de güzel bir ikili olmuş zaman içinde zaten ve bu sayede şehrin hemen hemen her noktasında nefis denemeler yapabileceğiniz gelateria-lar bulmak mümkün. En iyisi "bu" demek pek sevdiğim bir şey de değil bu arada, çünkü damak zevki son derece değişken olabiliyor kişiler arasında.. Kimi krema kıvamını seviyor kimi sert ve daha tok.. Kimi lezzete odaklanıyor kimi ise içeriğe ve artizan olmasına...
Gelateria La Carraia daha önceki seyahatte pek sevdiğim bir dükkandı. Kremsi dondurmalar o dönem daha çok ilgimi çekiyordu çünkü.. Kahveli dondurmayı da ilk orada tatmıştım... Ama artık daha çok artizan yani "artigianale" dondurma peşinde koşuyorum seyahatlerimde. Günlük taze ve doğal malzemeler kullanılmış, yapay şeker ya da renklendirici içermeyen dondurmacılar bunlar. Dondurmaların renkleri diğer tezgahlar gibi parlak ve canlı durmuyor belki ama lezzet ve içerik beni kesinlikle tatmin ediyor.. Grom İtalya'nın birçok şehrinde ve dünyadada birçok şehirde karşınıza çıkan bir dondurmacı. Neticede zincir bir isim ve endüstriyel üretim tarzı yüzünden tercih edin istemem açıkçası... (Lokal olanı koru ve yücelt sevgili okucuyu..)
Badiani'den de bahsetmek istiyorum. Aslında bir pastane burası ve ismide Floransalı bir mimarın isminden alınmış; zira kendisi dondurmanın mucidi kabul ediliyormuş.
Bu seyahatte artizan dondurma dükkanı La Strega Nocciola oldu benim yeni keşfim. Kırmızı greyfurt ve bitterin ne derece enfes bir ikili olduğunu öğrendim sayelerinde....
Aperitivo Time...
Aperitivo İtalya'nın daha çok kuzey şehirlerinde ya da sahillerinde karşımıza çıkan en büyük keyif olduğunu söyleyebilirim. Ben genelde şarap tercih ediyorum bu vakitlerde, ancak bu seyahatte Crema di Melone girdi hayatıma. Benim gibi hafif ama damak keyfini yukarılara taşıyan likör denemeleri yapmayı siz de seviyorsanız, öneririm.
Caffe Sant'Ambrogio şehrin sevilen ve klasik kabul edilen mekanlarından biri. Hava güzelse Sant'Ambrogio Kilisesi önünde nefis bir aperitivo vakti yaşayabilirsiniz ki bu mekanın içeceğinizin yanına sunduğu atıştırmalıklar da oldukça geniş ;) Riffulo'nun arka bahçesi de pek keyifli oluyor bu vakitlerde.. Köprü manzaralı daha turistik mekanlar da seçebilirsiniz elbette, ama ben turistik işlerden genelde uzak duruyorum..
Halk arasından uzaklaşıp çok daha havalı ve romantik bir aperitivo vakti olsun, hatta bir de Floransa çatılarına da bakalım derseniz roof bar hizmeti veren birkaç otel ismi de eklemek isterim; Grand Hotel Cavour bu isimler içinde Duomo Katedrali'ne uzansanız dokunacakmışssınız gibi olan konumu ile benim favorim.. Grand Hotel Baglioni'nin roof barı da aynı şekilde enfes bir Floransa silüetini Duomo kubbesini izleme şansı sunuyor.. Hatta B-Roof'ta enfes bir yemek yeme şansınız da var.. Daha ekonomik olsun, ama yine Duomo görelim isterseniz Hotel Medici'yi tercih edebilirsiniz..
Aslında Via Tornabuoni'de bulunan ve İtalyanların en sevdikleri aperitivo vakti kokteyllerinden biri olan Negroni'nin ana yurdu yani çıkış noktası olan Caffe Giacosa vardı şehirde.. Orada bir Negroni keyfi yapmadan da şehirden asla dönülmez bana kalırsa, ama ne yazik ki kendisi kalıcı olarak kapanmış durumda.. Oysa hala aramızda olsaydı bir Negroni Antica Formula siparişi verip kadeh tokuşturalım isterdik elbette.. (Sahibi de Cavalli'nin büyükbabası olurmuş bu arada..) Kapanmış bir mekanı da neden yazıyorsun demeyin, zira güzel işleri, güze insanları anmak gibisi var mı?
Floransa için daha detaylı bir post yapıp daha önceki deneyimlerim de anlatmak istiyorum mutlaka... Ama önce "ben" seyahatimin sonunda Piazzale Michelangelo'ya da yeniden çıkıp, özlediğim şehre bu enfes panoromik manzaradan doyasıya baktığımı eklemek istiyorum.. Ne olursa olsun bunu yapmadan dönmeyin bu şehirden; zira bir daha bu şehre gelecek olmanın garantisi bile olabilir burada yaşayacağınız anlar.. Hem de her seferinde...
Bu şehir, bu köprüler ve o inanılmaz etkileyici kubbeye gökyüzünden süzülürcesine bakmanın heyecanı her daim tarifsiz benim için... Karnımda Alpico varken de bunu hissetmiştim, yalnızken de, sevgiliyle el ele manzaraya dalıp gitmişken de... Umarım bir gün Alpico ile çıkacağım Rönesans sanat turumuzda yeniden yaşayacağım bu hisleri..
Sevgiler
lulu
x
lulu
x