Aylardan Eylül, yıllardan 2010'du. Alpcan için son hazırlıklarımız tamamlansın niyetiyle İtalya'da sevdiğimiz ana şehirleri yeniden ziyaret etmek için uzunca bir seyahate çıktık sevgiliyle.. Bir bakıma Alpcan öncesi son romantik tatilimiz de olacağından, bu
tura mutlaka Venedik şehri de eklenmeli diye düşünmüştük; zira onsuz
romantik bir İtalya düşünmek hakikaten mümkün gelmiyordu bize.. İyi ki de öyle yapmışız. Hava
çok tadında, keyfimiz çok yerindeydi Venedik'te.. Hamileliğimin ağırlaşmaya
başlayan zamanları olmasına rağmen çok kilo almamış olmamın etkisiyle bebeğimi yormadan ve beden olarak da yorulmadan şehri doyasıya yaşayabilmiştik; ki bilirsiniz Venedik demek yürümek demektir....
Venedik; 118 adacık üzerine
kurulmuş, neredeyse 400 ayrı köprü ile birbirine bağlanmış, her haliyle ve
her tavrıyla bir yandan romantizm diğer yandan da sanat kokan bir şehir. Sanki suların üzerinde atlaya zıplaya bir görünüp bir kaybolan tatlı yunuslar gibi devam ediyor yaşamına. İnsanı sevdiği kişiye, her nesneye her lezzete de bir başka duyguyla bağlıyor diye inanıyorum açıkçası. Ya da en azından ben sakince ve saatlerce yürürken inandım bu duyguya iyice.. Sahi, biz
niçin bu şehirde evlenmedik ki sevgili?
Aşkı ve Venedik şehrini böyle sınırlandırmak bir yandan da rahatsız etsin istemem kimseleri.. Evet, belki sevgili ile el ele gezmek için mükemmel bir şehirdir Venedik, ama yalnız da
deneyimlenesi bir melankolisi yok mu sizce de? Elinizde Venedik'ten bahseden kitaplar, aklınız tertemiz ve şükür dolusunuz her adımınızda.. Böyle bir seyahat çok cazip ve dolu dolu geçer bana kalırsa.. Çünkü bir yanım bu şehirde tutkulu bir yalnızlık yaşanacağına da sonsuz inanıyor diyebilirim.. Zaruri olarak yalnız bırakılmış yalnızlıktan bahsetmiyorum kesinlikle.. Seçilmiş, istenmiş ve yaşanmak istenen yalnızlık benim bahsetmek istediğim.. Kalbi kırık aşıkların yalnızlığı da değil kesinlikle; yalnızlıktan sonsuz bir keyif
alanların yalnızlığı...
Sevgiliyle birkaç içi dolu gün geçirmiştik Venedik şehrinde.. Öyle çok özlemiştik ki kendisini, şu an pek kısa gibi
görünen süre yetmişti ikimize de.. Turistik olmasına asla
aldırmadığımız romantik gondol gezimizi yapmış, şehrin çok
kalabalık olmamasını da fırsat bilerek sevdiğimiz tarihi eserlere ve müzelere
de yeniden vakit ayırmıştık. Yalnızca The Lagoon Island olarak anılan dış adalara geçmeyi istememiştik, zira odak noktamızın dağılmasına hiç ihtiyacımız yoktu..
Venedik'te gondol kullanımı özel ehliyet ve eğitim ile mümkün
oluyormuş. Bu detayı bu seyahatte öğrendik, hoşumuza gitti. 15.yy Fransız yazarlarından Philippe de Commine'nin Grand Canale yani Büyük Kanal için "Dünyanın
en güzel caddesi" dediğini hatırlamıştım gondoldayken.. Bunu sevgiliye de söyledim, hayran hayran kanala bakıyorken.. Gülümsedi. Çok güzel bir andı... Woody Allen'ın şehri romantik bulduğundan bahsettik sonra... Gerçi daha çok şehir boşken bu fikre kapıldığını söylemişti bir röportajında ama yine de haklı olmadığını da kimse söyleyemezdi. Kaptanımız, "bunu en iyi ben anlayabilirim" diyerek kahkaha patlatmıştı.
Bir öğleden sonra sevdiğimiz Büyük Kanal'a bir de çok
sevdiğimiz (özellikle de taş kemerlerine hayran olduğumuz) Rialto Köprüsü üzerinden uzun uzun baktık sevgiliyle. Sanırım kanalın en güzel seyir noktası bu köprüdür diye düşünüyorum. Orada ve öylece, belki de bir saati bulan bir romantizm yaşadık manzaraya karşı. Doyulmazdı... Seyir halinde olan vaporettoları takip etmek, ışık oyunlarına odaklanmak, şehrin bitmek bilmez enerjisine karşılık sakince orada ve öylede durabilmek... Nefisti!
Rialto demişken; kentin iki yakasını birleştiren üç köprüden
en bilineni Rialto Köprüsü. O köprü üzerinde manzaraya doymak ve sonrasında şehrin batı yakasına doğru adımlarımızı yönlendirmek ve arka sokaklarda yeni keşifler peşine düşmek hakikaten çok keyifli bir şehir aktivitesi benim için.. Salına salına dolanırken evimizin bir duvarı için maske seçmek de çok keyikfli bir andı bizim için. (Bu
konuda dikkat edilmesi gereken en önemli şey; turistik dükkanlar yerine tutkuyla yapılmaya devam eden ve sanat olduğu konusunda bir şüphemizin olmadığı el yapımı maske dükkanlarının tercih edilmesi..)
Adımlarımız elbette bayıldığımız Libreria Acqua Alta'nın kitap
kokularına doğru da yönlendirdi bizi.. Rutubet kokularına karışmış kitap kokusunu içimize çekip, üst üste düzenli
düzensiz dizilmiş binlerce kitap arasında dolandık sevgiliyle.. Bence bu bile aşırı romantik bir andı..
Kanallara bakan nefis cepheli evleri izledik sakince yürürken.
Camları açık evlerin içlerine odaklanıp görkemli mobilyalarına göz gezdirdik
çaktırmadan, zeytin ağaçlı balkonlara hayran olduk hafif bir kıskançlıkla.. Şehrin Noel zamanlarını düşündük, "burada bir noel vakti ne denli enteresan olur kim bilir, hele de sular
yükselmişse..." dedik birbirimize. Yanımızdan geçen gondollardaki insanları izledik,
odaklandıkları noktalara biz de odaklanıverdik.. Çok güzeldi anlardı hepsi de..
San Marco meydanındaki San
Marco Bazilikası sanırım şehirde görsel olarak beni en
çok heyecanlandıran yapılardan biri. Özellikle Bizans kubbelerinin
detayları, geniş mozaikleri, terasında bulunan ve "Mahşerin dört
atlısı" olarak anılan bronz at heykelleri (replika kendileri ama gerçekleri de bazilikanın içinde.), beni yeniden ilk kez görüyormuşcasına etkiledi diyebilirim.
Bir Rönesans aşığı olarak söyleyebilirim ki; müze olarak şehirde sayısız seçeneğiniz var. Venedik
Rönesans’ını takip etmek için Titian,
Veronese ya da ıskalanmış bir deha olduğuna inandığım Gentile
Bellini izinden yürüyebilirsiniz mesela (Gerçi kendisini Fatih Sultan Mehmet kesinlikle ıskalamamış
ve bu durum benim pek hoşuma gidiyor).
Modern sanat arayışında olanlar
için; Peggy Guggenheim koleksiyonu da kesinlikle şehrin kaçırılmaz sanat
aktivitelerinden biri, ama biz bu şehirde
modern zamanlarla pek de ilgileniyoruz da diyemem. Bu şehirde her zaman Rönesans ressamlarına zaman ayırmak ve onlara yakın durmak bizim için da cazip geliyor.. Bazıları galerilerde, bazılarıysa kiliselerde
sayısız eser gördük Venedik Rönesansı'na ait.. Benim favorilerim; La Querini
Stampalia'da bulunan Bellini'nin The
Presentation of Jesus at the Temple'ı. Veronese'nin Accademia'da ve asılı olduğu tüm duvarı adeta kaplayan The Marriage at Cana'sı.
1720 yılından beri San Marco Meydanı'nda hizmet veren ikonik Cafe Florian'da elbette soluklandık. Çevreyi, sanatı ve insan manzaralarını seyre daldık orada otururken... Karnımı sevip, Alpcan'a da biraz bahsettik oralardan.. Suların yükseldiği anları da görmek istediğimizden ve bunun belki de beraber olabileceğinden de söz ettik miniğe.. Kulağımızda nefis bir klasik müzik ezgisi eşliğinde yaptık bunları, pek mutluyduk...
Barda ve ayakta! (bu kez hamilelik nedeniyle oturmak daha cazip olsa da) kahveleri nerede içtiniz derseniz Rizzardini diyebilirim sevgili tavsiyesiyle. Kendi halinde, ufakcık ve sevgiliye göre fazlasıyla iyi bir kahve dükkanı burası. Hem de 1742'den beri hizmette.. Venedik lokallerini gözlemlemek için de nefis bir nokta diyebilirim.
Yemek yemek bizim seyahatlerimizin neredeyse en önemli anları.. Hamile bir kadın olarak bu aktiviteyi daha da yukarı bir
heyecan seviyesine çıkarttım diyebilirim Venedik seyahatinde. Her ne kadar ana tema daima deniz ürünleri olsa da; ciğer sever Bey
Fegato Alla Veneziana yemeden bu şehirden dönemezdi, dönmedi de... Tereyağında maydanoz, sirke ve
limon ile hazırlanan ve ince doğranmış soğan ile servis edilen bu enfes tabak onu çok mutlu etti. Ben de Nero di Seppie yani
mürekkep balığı ve mürekkepli makarna denedim ilk kez. Yemesi eğlenceliydi ve komikti o kesin, ama
tadı da kusursuzdu. Osteria Santa Giustina bu noktada not edilesi bir restoran diyebilirim.
Sarde in Sour sevgili için bir başka şiir denemesiydi. İsmi üzerinde bir sardalye yemeği kendisi. Bolca kramelize soğan,kuru üzüm ve çam fıstığı ile pişirilmişti bayıldık ikimiz de. Garsonumuzun tavsiyesiyle sevgili bu yemeği bir kadeh prosecco eşliğinde afiyetle tüketti. Benim Baccala yani morina balıklı yemeğim de aşırı iyiydi. Bu lezzetler için eski ve lokal mekanlar olarak şu restoranlar notlarınızda olabilir; L'Alcova Restaurant, Osteria alle Testiere, Trattoria Alla Rampa, Al Bottegon, Trattoria Dalla Marisa.
Yürürken midemiz kıyıldığında Tramezzino diye bahsedilen atıştırmalık sandviçlerini de pas geçmedik; zira sevgili bu tip beslenmelerin aşığı... İçine prosciutto, enginar, mozzarella ve domates ekletip hazırlattık kendisini, tam bir yürüyüş kıyağı oldu midemize. (Pasticceria Bar Puppa tramezzino için iyi bir öneri.)
Aperitivo vaktimizi genelde yengeç kıskacı ve şarap eşliğinde yaşadık diyebilirim. Doktorum izin verdiği için yarım kadehlik beyaz şarap şansımı bu seyahatte bu ikili için kullandığımı da itiraf edebilirim. Venedik'te bu vakit daha çok Cicchetti olarak geçer aslında, zira cicchetti minik tapas tarzı atıştırmalıklara denir ve aperitivo vakti bol bol tüketilir. Daha da doğrusunu söylemek gerekirse Venedik'te saat gözetmeden her sosyal buluşma cicchetti ile taçlanıyor bile diyebilirim. Cicchetti için Osteria Alla Bifora, Il Rusteghi ve farklı bir deneyim için de Musevi Mahallesi'nde bulunan Al Timon'u tavsiye edebilirim.
Aperitivo için en bilinen tavsiye, 1930'lardan günümüze gelmiş ve Bellini kokteylleriyle ikonik bir isim olmuş Harry's Bar. Burası özellikle ilk seyahatlerde kesinlikle atlanmaması gereken mekanlardan biri olarak kabul ediliyor. Günün herhangi bir saatinde uğrayabileceğiniz, ama en çok aperitivo vakti seveceğinize inandığım bir güzel kendisi.
Manzaralı bir aperitivo ise bu şehrin olmazsa olmazı diyebiliriz.. Kanala karşı bir kadeh kaldırmak ve o sevinci yalnızca kanal ile paylaşmak bence daima iyi bir fikir. Küçük bir kaçamak için bütçemi geniş tutabilirim derseniz; Belmond Hotel Cipriani'nin konumu bu keyif için mükemmel diyebilirim. Hotel Danieli de aynı şekilde tavsiye edilesi güzel bir terasa sahip..
lulu
x
venedik ennn çok gitmek istediğim yer ! bu güzel fotoğraflarla şu an kalkıp gidesim geldi ama olmaz kiii =)
YanıtlaSilAlice'cimm ne mutlu bana icinde gitme istegi uyandirmisim :)) ama sen simdi gitme zaten. Yani aslinda soguk ve yagmurlu zamanlari da ayri bir gorulesi ama bence ilk bahar ya da sonbahar cok daha keyifli :)
YanıtlaSilCanımcım Alpcanla ne kadar da hoş çıkmışsınız fotolarda :)))
YanıtlaSilAma şimdi çok daha güzel ve özelsiniz benim için :)))
ayyyy ne guzel gorunuyorsunuz ya :)nazar degmesın
YanıtlaSilAskimmmm ! cok tatlisin.. Ayni turu Alpcan'la da yapalimmm :))))
YanıtlaSil@Grace Cok tesekkur ederim cnm.. Darisi basina mi demeliyim ?? :))
ben de venedigi cok sevmistim gittigimde.
YanıtlaSilhttp://stylishtimes.blogspot.com
Ayshe'cimmm en kisa zamanda yeniden gideriz insallah :)
YanıtlaSilVenedik harika bir sehir. Hem yaz halini hem de kisin sessiz huzunlu halini sevdigim ender sehirlerden. Sen ve Ask da supersiniz. Alpcan oncesi gidelim demissiniz ama minik Cupcake de hep sizinleymis;)
YanıtlaSilGonca'cim bende kisin festival zamanini cok gormek istiyorum.. Aqua Alta oldugu zamani yasamak cok enteresandir eminim.. Venedik'te yasayan cok sevdigim bir Italyan arkadasim var.. 2012 de onu ziyaret etmek maksatli kacabilsem sahane olur :)
YanıtlaSilFotograflar harika:)
YanıtlaSilVenedik ruya sehir resmen
http://trendydolap.blogspot.com/
Lulucum, ne guzel gezmissiniz, birkac gundur blog dunyasina ugramadim, kacirmisim postunu. Biz de gecen sene bu vakitler annem ve esimle gunubirlik venedik turu yapmistik, florian da ickilerimizi almistik, coook guzeldi cidden, ve de harika bir maske almistim, bir ara bakip linkini yolliyim sana. Benim de hayalim festival ve sular yuksekken orayi tecrube etmek :) sondaki resimler de harika, kirmizilar icinde tam venedik ruhunu tasimissin :) umarim 2012 ye cok guzel girmissinizdir ve hep oyle devam eder, bir suru guzel seyehat olur, Floransa da dahil :))
YanıtlaSil@trendydolap Hosgeldinnnn :)) Severek takip ediyorum seniiii... ;)
YanıtlaSilAylin'cim cok tesekkurler.. Sana ozel bir Floransa postu hazirlayacagim.. Hamis hamis oralara da uzamistik Ask'la :) Maskenin linkini bekliyorum merak ettim :) benimkiler cok minik minik ama cok zarifti.. biraz da alternatif bir secim yapmistim.. Bende sana atarim resim :)