Selam Yeniden!
İlk post genel şehir notlarını içerirken, ikincisinde biraz detaylara girip, daha çok yaz aylarında yapılabilecek çevre aktiviteleri kendi deneyimlerim ışığında anlatmak istiyorum..
A K T İ V İ T E L E R ve A L T E R N A T İ F G E Z İ L E R
Kale Surlarında Yürüyüş: Zamanında şehri korsanlardan ve şehre gelecek davetsiz misafirlerden korumak için kentin etrafına inşa edilen ve yüzyıllardır açık denizin hemen yanı başında duran kale surları sanırım ki Dubrovnik dendiğinde akla gelen ilk güzellik. O yüzden ki surlar ve sunduğu manzaralar izleyeni çarçabuk etkisi altına alıveren enfes bir turistik aktivite oluyor.. Beyaz kireçtaşlı sokaklar, Barok binalar ve sayısız kırmızı çatılar sunan manzaralar jölemsi görünümüyle Adriyatik Denizi ve çevre adaların güzelliğiyle birleşince gözleri ve ruhu mükemmel bir şekilde tatmin ediyor.
Ortaçağ’dan bugüne ulaşmış, yüksekliği yirmi metreleri bulan, üzerinde küçüklü büyüklü birçok ihtişamlı kule bulunan, Unesco Dünya Mirası ve Avrupa’nın en iyi korunmuş surları kabul edilen şehir surlarına çıkıp yapılan yürüyüş bir parça yorucu olsa da, kesinlikle yapılmalı bir aktivite.. (Kış aylarının keskin rüzgarlarından, yaz aylarının da yoğun sıcağından korunmak için önlemlerinizi almanızı özellikle tavsiye ederim).
Surlara çıkış noktası; Pile kapısından eski şehre girer girmez hemen solunuzda kalıyor. Giriş ücreti 2018 yılında kişi başı 150 Kuna iken, 2019 yılında bu rakam 200 Kuna olarak belirlenmiş (7 yaşa kadar çocuklar ücretsiz, öğrenciler ise 50 Kuna). Bu arada giriş bileti Lovrijenac Kalesi’ne de giriş hakkı veriyor.
Kayak: Surların kıyıları ve de yakın çevresinde yapılan su kayağı şehrin en popüler ve ikonikleşmiş deniz aktivitelerinden biri. Bireysel olarak kiralama yapmanın dışında, toplu gruplar ile belirli rotalar dahilinde de kayak yapılabiliyor. Kendisi bizim deneyimlediğimiz bir aktivite olmadı, ancak ilgilileri için surların yakınında kürek çekmek ve o esnada şehrin tarihi ile baş başa kalabilmek sanırım ki keyifli olur..
Teleferik Seyehati: Dürüst olmam gerekirse, benim tercihim kesinlikle surların üzerinden gördüğüm şehir ve deniz manzarasıydı, zira manzaraya yakın olmayı daima sevmişimdir.. Ancak, yok mu bu şehrin daha da yüksek bir seyir noktası derseniz; teleferik ile cüce SRD Dağı’na çıkıp kimilerine göre şehrin en iyi manzarasına kavuşabilirsiniz.. Özellikle gün batımı zamanları şehrin en kalabalık noktalarından biri oluyor burası. Teleferiğe de eski şehir dışında kalan Boskoviceva sokağından ulaşabiliyorsunuz.
Game of Thrones: Bu turu ister kendiniz isterseniz de tur şirketleriyle organize edebilirsiniz. Biz eski şehir içindeki çekim noktalarını sabah çok erken saatlerde ve ortalık tam olarak sessizken kendi notlarımız ve de otelimizin verdiği bilgiler ışığında ziyaret ettik. Hatta kendimizi öyle kaptırdık ki bu geziye, bazı anlar sanki Jon Snow köşeden dönecek gibi hissettik, pek hoştu. Bu arada şehir GOT dizisiyle çok ön plana çıktı ama benim için bir hayat dersi niteliğindeki seri; Star Wars'un 8, yani The Last Jedi bölümünün bazı sahneleri de burada çekilmişti.. Yönetmen, eski şehir sokaklarını ve yapılarını gazino gezegeni olan Canto Bight olarak kullanmıştı filmde. İzleyenler hatırlayacaktır; Finn ve Rose'un atlı kaçış sahneleri hep bu şehrin sokaklarında geçiyor. Surlar, Stradun, Minceta Kulesi ve Revelin Kalesi’nde geçen enfes bir kovalamaca...
Kayak: Surların kıyıları ve de yakın çevresinde yapılan su kayağı şehrin en popüler ve ikonikleşmiş deniz aktivitelerinden biri. Bireysel olarak kiralama yapmanın dışında, toplu gruplar ile belirli rotalar dahilinde de kayak yapılabiliyor. Kendisi bizim deneyimlediğimiz bir aktivite olmadı, ancak ilgilileri için surların yakınında kürek çekmek ve o esnada şehrin tarihi ile baş başa kalabilmek sanırım ki keyifli olur..
Teleferik Seyehati: Dürüst olmam gerekirse, benim tercihim kesinlikle surların üzerinden gördüğüm şehir ve deniz manzarasıydı, zira manzaraya yakın olmayı daima sevmişimdir.. Ancak, yok mu bu şehrin daha da yüksek bir seyir noktası derseniz; teleferik ile cüce SRD Dağı’na çıkıp kimilerine göre şehrin en iyi manzarasına kavuşabilirsiniz.. Özellikle gün batımı zamanları şehrin en kalabalık noktalarından biri oluyor burası. Teleferiğe de eski şehir dışında kalan Boskoviceva sokağından ulaşabiliyorsunuz.
Game of Thrones: Bu turu ister kendiniz isterseniz de tur şirketleriyle organize edebilirsiniz. Biz eski şehir içindeki çekim noktalarını sabah çok erken saatlerde ve ortalık tam olarak sessizken kendi notlarımız ve de otelimizin verdiği bilgiler ışığında ziyaret ettik. Hatta kendimizi öyle kaptırdık ki bu geziye, bazı anlar sanki Jon Snow köşeden dönecek gibi hissettik, pek hoştu. Bu arada şehir GOT dizisiyle çok ön plana çıktı ama benim için bir hayat dersi niteliğindeki seri; Star Wars'un 8, yani The Last Jedi bölümünün bazı sahneleri de burada çekilmişti.. Yönetmen, eski şehir sokaklarını ve yapılarını gazino gezegeni olan Canto Bight olarak kullanmıştı filmde. İzleyenler hatırlayacaktır; Finn ve Rose'un atlı kaçış sahneleri hep bu şehrin sokaklarında geçiyor. Surlar, Stradun, Minceta Kulesi ve Revelin Kalesi’nde geçen enfes bir kovalamaca...
Lokrum Adası: Şehrin hemen karşısında kalan ve yüzerken biraz fazla kulaç atsanız sanki ulaşıverecekmişiz gibi hissettiren Lokrum Adası; yemyeşil doğası ve tarihi yapısı ile mutlaka ziyaret planı yapılan adreslerden biri. Eşki Şehir Limanı’ndan adaya düzenli olarak çalışan tekneler mevcut. Biletler anlık olarak alınabiliyor ve yaklaşık 15 dakika gibi bir sürede de adaya varılıyor. (2018 yazında kişi başı 150 Kuna gibi bir bedeli vardı ama bu bedel her sezon kontrol edilmeli..)
Tekneler adaya yanaşırken gözlere değen manzara, her Orhan Pamuk okurunun hayatında sanırım ki fazlasıyla yer eden bir kelime ile tanımlanırsa “pitoresk” görüntüler sunuyor.. Gökyüzü mavisi, denizin mavisi ve doğanın yeşilinden oluşan muhteşem üçlüye eklenen birkaç sevimli bina… Lokrum’a günlük feribotlarla gittiğinizde tüm günü adada geçirecek zaman dilimine sahip oluyorsunuz. Dahası, ada Milli Park alanı olduğundan ormanlık alan içinde serbestçe dolaşan hayvanlarla (özellikle de tavşan ve tavus kuşları) gününüzü geçirebiliyorsunuz. Adada yerleşik bir yaşam olmadığından, karanlık olmadan herkes şehre geri dönmüş oluyor ve ada şehirden baktığınızda yalnızca bir karartı haline dönüşüyor.
Adanın hemen girişindeki harita sayesinde yürüyüş yollarını takip ederek görmek istediğiniz noktalara yürüyerek ve kolayca ulaşabiliyorsunuz. Girişte, sizi bir GOT çekim mekanı karşılıyor. 12.yy’dan günümüze ulaşan Benedictine Manastırı. (Daxos malikanesindeki parti için kullanılmış bu manastır.) Manastır sonrası “Dead Sea” yani Ölü Deniz'in minyatürü olarak düşünebileceğiniz tuzlu bir göl ile karşılaşıyorsunuz. Sakin yakaladığınız takdirde nefis bir yüzme keyfi yaşayabilirsiniz burada.. Adriyatik sularının tadına varmak için ise adanın biraz arkasında kalan kıyılar kullanılıyor. Bu noktada ister ormanlık alan içine serpiştirilmiş şezlongları kiralıyorsunuz, isterseniz de küçük taşlık plajın çevresindeki kayaların üzerine özgürce konumlanıyorsunuz. Bu arada eğer şezlong kiralamışsanız, uyurken ya da piknik yaparken aman dikkat, zira tavus kuşları sizi asla rahat bırakmayacak ve bu durum çok tatlı manzaralar ortaya çıkaracak....
Adada birkaç büfemsi mekan var aslında, ama biz otelimizden ufak bir hazırlık rica ettik ve adada piknik deneyimi yaşadık. Gözlerimiz nefis bir deniz manzarasına bakarken, hayvanlarla paylaştığımız pikniğimiz hakikaten çok keyifli oldu. Denize geri dönersek, çakıl plajdan deniz içindeki kayaları dikkatlice geçerek ulaştığınız Adriyatik sularında yüzmek elbette harika bir his! Yalnızca yanınızda deniz ayakkabısı olmasına bilhassa dikkat edin..
Alpico’nun tanımlaması ile “nemnefis” bir ada Lokrum. Milli Park olması nedeniyle adanın herhangi bir yerinde sigara içilmiyor oluşunu ise yazıma sevinçle eklemek isterim.. :)
TRSTENO ARBORETUM: Brsecine ve Orasac köyleri arasında bulunan Trstena Körfezi’ndeki Trsteno Arboretum, GOT dizisi çekimlerinde Tyrell Ailesi’nin High Garden’ı olarak kullanılan, gerçekte ise Gucetic ve Gozze ailelerinin yazlık mekanı olan bir Rönesans bahçesi.. Elbette GOT izlerini şehirde takip edenlerin uğrak yerlerinden biri, ama diğer yandan bu bilgiden bağımsız olarak da başlı başına doğal bir güzellik olduğu kesin.. Enfes bir bahçede yüzlerce bitki ve ağaç çeşidi, 15.yy’dan kalmış bir konut, su kemeri, değirmen, Neptün heykelli güzelim bir çeşme ve üzerine nefis bir manzara...
Lovrijenac: Şehir surları dışında, bir uçurum üzerinde bulunan “Dubrovnik's Gibraltar” yani Dubrovnik’in Cebelitarik’ı olarak anılan bir kale burası. 11.yy başlarında şehri Venediklilerden korumak için bir çırpıda yapıldığı anlatılıyor. Yüzyıllardır Dubrovnik şehrinin özgürlük simgesi olmuş bir bakıma. “Non Bene Pro Toto Libertas Venditur Auro” - “Freedom cannot be sold for all the gold of the world” yazıyor kapısında da..
Adanın hemen girişindeki harita sayesinde yürüyüş yollarını takip ederek görmek istediğiniz noktalara yürüyerek ve kolayca ulaşabiliyorsunuz. Girişte, sizi bir GOT çekim mekanı karşılıyor. 12.yy’dan günümüze ulaşan Benedictine Manastırı. (Daxos malikanesindeki parti için kullanılmış bu manastır.) Manastır sonrası “Dead Sea” yani Ölü Deniz'in minyatürü olarak düşünebileceğiniz tuzlu bir göl ile karşılaşıyorsunuz. Sakin yakaladığınız takdirde nefis bir yüzme keyfi yaşayabilirsiniz burada.. Adriyatik sularının tadına varmak için ise adanın biraz arkasında kalan kıyılar kullanılıyor. Bu noktada ister ormanlık alan içine serpiştirilmiş şezlongları kiralıyorsunuz, isterseniz de küçük taşlık plajın çevresindeki kayaların üzerine özgürce konumlanıyorsunuz. Bu arada eğer şezlong kiralamışsanız, uyurken ya da piknik yaparken aman dikkat, zira tavus kuşları sizi asla rahat bırakmayacak ve bu durum çok tatlı manzaralar ortaya çıkaracak....
Adada birkaç büfemsi mekan var aslında, ama biz otelimizden ufak bir hazırlık rica ettik ve adada piknik deneyimi yaşadık. Gözlerimiz nefis bir deniz manzarasına bakarken, hayvanlarla paylaştığımız pikniğimiz hakikaten çok keyifli oldu. Denize geri dönersek, çakıl plajdan deniz içindeki kayaları dikkatlice geçerek ulaştığınız Adriyatik sularında yüzmek elbette harika bir his! Yalnızca yanınızda deniz ayakkabısı olmasına bilhassa dikkat edin..
Alpico’nun tanımlaması ile “nemnefis” bir ada Lokrum. Milli Park olması nedeniyle adanın herhangi bir yerinde sigara içilmiyor oluşunu ise yazıma sevinçle eklemek isterim.. :)
TRSTENO ARBORETUM: Brsecine ve Orasac köyleri arasında bulunan Trstena Körfezi’ndeki Trsteno Arboretum, GOT dizisi çekimlerinde Tyrell Ailesi’nin High Garden’ı olarak kullanılan, gerçekte ise Gucetic ve Gozze ailelerinin yazlık mekanı olan bir Rönesans bahçesi.. Elbette GOT izlerini şehirde takip edenlerin uğrak yerlerinden biri, ama diğer yandan bu bilgiden bağımsız olarak da başlı başına doğal bir güzellik olduğu kesin.. Enfes bir bahçede yüzlerce bitki ve ağaç çeşidi, 15.yy’dan kalmış bir konut, su kemeri, değirmen, Neptün heykelli güzelim bir çeşme ve üzerine nefis bir manzara...
Lovrijenac: Şehir surları dışında, bir uçurum üzerinde bulunan “Dubrovnik's Gibraltar” yani Dubrovnik’in Cebelitarik’ı olarak anılan bir kale burası. 11.yy başlarında şehri Venediklilerden korumak için bir çırpıda yapıldığı anlatılıyor. Yüzyıllardır Dubrovnik şehrinin özgürlük simgesi olmuş bir bakıma. “Non Bene Pro Toto Libertas Venditur Auro” - “Freedom cannot be sold for all the gold of the world” yazıyor kapısında da..
Birçok kez savaşlarda ve depremlerde zarar görmüş olsa da, geçirdiği restorasyon çalışmaları ile günümüze dek ulaşmış. Şehirde Game of Thrones izlerini takip edecekler için de önemli adreslerden biri kabul edilebilir, zira kendisi Yedi Krallık başkenti olan King’s Landing. Ayrıca şehrin yaz festivalinde de kullanılan mekanlardan biriymiş burası. Hatta dünyanın en mükemmel sahnelerinden biri de kabul edilirmiş (turistik bir yalan mıdır bilemiyorum).. Ek bir bilgiyi de otelimizden ediniyoruz, o da kalenin seneler evvel Robin Hood filminde de kullanılmış olduğu.. :)
Elaphiti Island: Bu enfes adalar topluluğunda yapılacak tekne turları benim için bu bölgede yapılacak bir deniz tatilinin en atlanmaması gereken aktivitesi. Aslında Elaphiti grubunda birçok ada varolsa da bunlardan yalnızca üç tanesinde yaşam bulunuyor; Kolocep, Lopud ve Sipan‘da. Yaz sezonunda sıcak hava bir yana, kalabalıktan kaçmak için de nefis bir aktivite oluyor adalar..
Elaphiti Island: Bu enfes adalar topluluğunda yapılacak tekne turları benim için bu bölgede yapılacak bir deniz tatilinin en atlanmaması gereken aktivitesi. Aslında Elaphiti grubunda birçok ada varolsa da bunlardan yalnızca üç tanesinde yaşam bulunuyor; Kolocep, Lopud ve Sipan‘da. Yaz sezonunda sıcak hava bir yana, kalabalıktan kaçmak için de nefis bir aktivite oluyor adalar..
Kolocep, bizim daha önceki seyahatte ziyaret ettiğimiz ve yerleşim yerlerini de gezdiğimiz bir adaydı, ama tekne ile yalnızca denizini ziyaret etmek, çevresindeki mükemmel görüntüler sunan çam, portakal ve zeytin ağaçlarını seyre dalmak çok başka lezzetliydi.. İnsanı kendinden geçirecek denli güzel koylar göreceğinize şüpheniz olmasın.
Kolocep, popüler bir ziyaret noktası olduğundan kendisine ulaşım da oldukça kolay. Meşhur Gruz Limanı'ndan kalkan tekneler ile Kolocep'e yaklaşık yarım saatte ulaşılıyor. Lokrum'da olduğu gibi, sabah gidip akşam saatlerindeki son tekne ile dönebiliyorsunuz rahatça ya da günün her saati tekne taksileriyle de adaya seyahat edebiliyorsunuz. Adada araç yok. Bol bol bisiklet ve golf arabaları görüyorsunuz o nedenle.. Biz bu adalara doğru seyrederken uğradığımız turistik bir deniz mağarası oldu. Yanılmıyorsam Kolocep Adası'nın arka kısımlarıydı.. Tekne ile yanaşıp, heyecanla kayaları ve denizin mükemmel rengini gözlemlemiştik, nefisti.. Uzun zamandır bu denli güzel bir su rengine rastlamamıştım. (Sanırım Sicilya’nın Ortigia Adası ziyaretimizden beri…) Daha sonra net ismini de bulamadım blogda yazabilmek için ama neyseki görüntüsü var ellerimde…
Mutlaka turistik bir adrestir diye düşündüğüm ve ismi “Blue Cave” olarak geçen bir mağara ziyaretimiz daha oldu aslında, ama bu mağarada daha da başka bir deneyim yaşadık, zira şnorkel ile daracık bir kaya deliğine dalarak mağaranın içine girip, orada yüzebiliyorduk. Mağara içindeyken suyun yüzeyine çıkabildiğimiz, yüzerken balıkların da bize eşlik ettiği, zemini beyaz kumlu bir mağaraydı.. Nefisti nefis olmasına, ama müthiş bir heyecan yaşatıp, bir noktadan sonra benim icin tedirgin edici bir deneyime dönüştü.. En son panik halinde mağaradan geri çıktığımı hatırlıyorum.. Bu arada mağaranın dışı da diğer mağaradan farklı olarak pırıl pırıl ve turkuaz yeşili bir suda yüzme keyfi yaşattı bize. Teknemizi demirleyip uzun uzun yüzdük bu güzelim sularda..
Lopud şirinlikten ve minnaklıktan yıkılan, çok samimi bulduğumuz ve teknemiz küçük limanına yaklaşırken hakikaten kıyı görüntülerine upuzun palmiyelerin de etkisiyle aşık olduğumuz bir ada oldu. Adanın içini detaylıca gezmedik elbette ama amacımız da bu değildi zaten. Limanda teknemizden ayrılıp, keyifle yürüdüğümüz sahil yolunda esnaf ile muhabbet edip o çevrenin en lokal dondurma lezzetini (Dubrovnik de dahil) deneyimledik. Mükemmeldi!
Dondurma dışında, Sunj Körfezi’nde yüzmenizi (limandan golf arabası kiralayıp gidebilirsiniz) ve de vaktiniz olur ise güneş batımını buradan izlemenizi önerebilirim zira yerliler bu iki detayın altını özellikle çizdiler..
Sipan, adalar içindeki en büyük ve en kalabalık yerleşim yeri. Aslında kalabalık dendiğine de bakmayın zira üç adanın toplam yerleşimi 1000’lerle ifade ediliyor, ama bu rakamın yarısı Sipan’da buluyormuş.. Gel gelelim, yüksek sezonda elbette kalabalıklar artış gösteriyor. Biz bu yüzden bu adayı programımıza dahil etmedik. Onun yerine kaptanımız sayesinde tamamen bize ait gibi hissettiğimiz mükemmel koylarda yüzdüğümüzü söyleyebilirim. Sipan hakkında; yaklaşık 500 yıllık bir kalesi olduğunu ve günlük tekne turlarının bu kale ziyaretine mutlaka zaman tanıdığını not edebilirim size..
Mutlaka turistik bir adrestir diye düşündüğüm ve ismi “Blue Cave” olarak geçen bir mağara ziyaretimiz daha oldu aslında, ama bu mağarada daha da başka bir deneyim yaşadık, zira şnorkel ile daracık bir kaya deliğine dalarak mağaranın içine girip, orada yüzebiliyorduk. Mağara içindeyken suyun yüzeyine çıkabildiğimiz, yüzerken balıkların da bize eşlik ettiği, zemini beyaz kumlu bir mağaraydı.. Nefisti nefis olmasına, ama müthiş bir heyecan yaşatıp, bir noktadan sonra benim icin tedirgin edici bir deneyime dönüştü.. En son panik halinde mağaradan geri çıktığımı hatırlıyorum.. Bu arada mağaranın dışı da diğer mağaradan farklı olarak pırıl pırıl ve turkuaz yeşili bir suda yüzme keyfi yaşattı bize. Teknemizi demirleyip uzun uzun yüzdük bu güzelim sularda..
Lopud şirinlikten ve minnaklıktan yıkılan, çok samimi bulduğumuz ve teknemiz küçük limanına yaklaşırken hakikaten kıyı görüntülerine upuzun palmiyelerin de etkisiyle aşık olduğumuz bir ada oldu. Adanın içini detaylıca gezmedik elbette ama amacımız da bu değildi zaten. Limanda teknemizden ayrılıp, keyifle yürüdüğümüz sahil yolunda esnaf ile muhabbet edip o çevrenin en lokal dondurma lezzetini (Dubrovnik de dahil) deneyimledik. Mükemmeldi!
Dondurma dışında, Sunj Körfezi’nde yüzmenizi (limandan golf arabası kiralayıp gidebilirsiniz) ve de vaktiniz olur ise güneş batımını buradan izlemenizi önerebilirim zira yerliler bu iki detayın altını özellikle çizdiler..
Sipan, adalar içindeki en büyük ve en kalabalık yerleşim yeri. Aslında kalabalık dendiğine de bakmayın zira üç adanın toplam yerleşimi 1000’lerle ifade ediliyor, ama bu rakamın yarısı Sipan’da buluyormuş.. Gel gelelim, yüksek sezonda elbette kalabalıklar artış gösteriyor. Biz bu yüzden bu adayı programımıza dahil etmedik. Onun yerine kaptanımız sayesinde tamamen bize ait gibi hissettiğimiz mükemmel koylarda yüzdüğümüzü söyleyebilirim. Sipan hakkında; yaklaşık 500 yıllık bir kalesi olduğunu ve günlük tekne turlarının bu kale ziyaretine mutlaka zaman tanıdığını not edebilirim size..
Bu adalar grubunu yine Gruz Limanı’ndan kalkan günlük tur tekneler ile ziyaret edebilirsiniz (kişi başı fiyatı yaklaşık 50 euro). Kalabalık bir grupsanız, eski şehir ya da diğer yakın limanlardan kendinize ait özel bir tekne kiralamanız da mümkün. Yüksek sezonda tekne kiralamak biraz pahalıya geliyor belki ama kalabalık olunduğunuzda bu fark kabul edilir bir kıvama geliyor. Ödenen fark ise başıboş takılmak ve her dilediğiniz yerde özgürce yüzebilmek adına iyi bir tercih bana kalırsa. Size bu konuda bir kiralama şirketi tavsiye edemem, ancak otelimiz Pucic Palace bizim için bu organizasyonu yaptığından size de kendi otelinize ya da ev sahibinize danışmanızı önerebilirim.
Mljet Adası ve National Park: Dubrovnik Takımadaları içindeki en büyük ve en yeşil olan ada Mljet. Gruz Limanı’nda kalkan teknelerle Mljet adasına ulaşmak yaklaşık bir/bir buçuk saat gibi bir vakit alıyormuş ve milli park kısmına da limandan kalkan araçlar ile transfer yapılıyormuş. Dar bir kanal ile birbirine bağlanan biri küçük, diğeri büyük ada göllerini bu milli park alanında görebiliyormuşuz. Aslında hem gölleri hem de göl içindeki St. Mary Adası’nı ziyaret etmek istemiştik, hatta planımız bu ziyareti kiralayacağımız tekne ile yapmaktı, ancak programımız Elaphiti Adaları civarında öyle keyifli bir halde ilerledi ki kendisine zaman ayırmamayı tercih ettik. Elbette Mljet’e kadar gitmemek, Korçula için de aynı kararı zorunlu kıldı. Bu kez ikisini de pas geçtik.
Korçula: Daha önceki seyahatimizde “Marco Polo’nun doğum yeri” başlığı altında ziyaret ettiğimiz adayı; güneşli öğle saatlerinde kısa da olsa gezdiğimiz, kıyılarının egzotik görümüne hayran kaldığımız, limon ve portakal ağaçlardan dökülmüş meyvelerin kokularını içimize çektiğimiz ve “yazın ne hoş olur” diye düşündüğümüz bir yer olarak hatırlıyorum. Büyük bir keyifle aklıma kazınan Korçula'da, kocaman bir masanın etrafında toplanıp nitelikli muhabbetler edip, lezzeti orta karar bir erken akşam yemeği yemiştik. Hatta büyük bir şansla yerel Moreska danslarını da izleme fırsatı bulmuştuk, değişik bir deneyim olmuştu bizim için. Bu kez yukarıda bahsettiğim gibi es geçtik kendisini, zira görecek çok yer, yüzecek çok koy vardı ve hepsine yetişmeye çalışmak hedeflediğimiz dingin tatilin önüne geçerdi. O nedenle de sakin sakin, "ah keşke!" demeyeceğimize emin olarak attık adımlarımızı..
Alternatif gezi fikirlerini daha çok Dubrovnik ve yakın çevresini düşünerek yazdım ama Dubrovnik’te uzun süreli kalmak gibi bir fikriniz yok ise, ülkenin bir başka şehrini de ziyaret edebilirsiniz.. Split bu anlamda eminim çok doyurucu bir alternatif olacaktır.
Yaz aylarında bir diğer tatil cenneti kabul edilen Hırvat adası da Hvar Adası. Sevgili daha evvel erkek arkadaşlarıyla bir tatil yaptığı için Hvar'ın da çok güzel bir ada olduğunu ama fiyat olarak bir parça "Mykonos" havası yarattıklarını söylemem gerek..
Ülkeden bir anda çıkıp, Karadağ'a geçiş yaparak dünyanın en etkileyici körfezlerinden biri olan Kotor’u ve şipşirin Budva’yı da ziyaret edebilirsiniz.. Bence bu ikili de çok çok yerinde bir seçim olur.. Daha fazla günümüz olsa ve buraların bir de yaz halini görsek çok isterdim.. Sınır komşuluğu sayesinde Bosna Hersek de aynı şekilde kolayca ziyaret edilebilecek bir diğer alternatif oluyor.. Bosna'ya geçip Mostar şehri ile bir anda farklılaşan mimarinin keyfine varabilir, dünyaca ünlü Mostar Köprüsü üzerinde yürüyebilirsiniz..
Aslında notlarımda olan ama yapmaya fırsat yaratmadığımız aktivitelerden bir diğerini de size mutlaka önermek istiyorum, zira bizimki kadar sıcak olmayan bir mevsimde şehirde olursanız deneyimleyebilirsiniz. Anlatacağım yer, Dubrovnik’te Toskana deneyimi olarak bahsedilen ve Hırvatistan’in eski tarım bölgesi olan Konavle. Çiftlik evleri, bahçeleri ve de yerel lezzetleri ile meşhur olan bölge rahatlıkla programınızda yer bulabilir. Hatta Gruda köyündeki restoran Koraceva Kuca geleneksel yemek denemeleri için notlarınızda mutlaka olsun. Yeniden gidip, şehri bir de sonbahar mevsiminde gezmek istediğimizden, kendisi hala bizim de seyahat notlarımızda duruyor. Umarım ğerçekleşme imkanımız olur..
Sonraki post; Dalmaçya kıyıları ve şehrin yakın plajları üzerine olacak.
Yani bol bol deniz anlatacağım ;)
Sevgiler,
lulu
x
Post 1: Dubrovnik Sehir Rehberi
Sonraki post; Dalmaçya kıyıları ve şehrin yakın plajları üzerine olacak.
Yani bol bol deniz anlatacağım ;)
Sevgiler,
lulu
x
Post 1: Dubrovnik Sehir Rehberi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder