19 Ağustos 2011 Cuma

CHEZ LEON - BRUKSEL


2009 yılı Haziran ayında yaptığımız uzunca bir Avrupa seyahati içine Brüksel'i büyük bir heyecanla eklemistim, zira Brüksel sevgilinin babası Belçika Kraliyet Akademisi'nde eğitim gördüğünden manevi olarak kıymetli bir şehirdi onun için... Benim tarafımdan da çocukluğumun en tatlı sabahlarının çizgi dizisi olan Şirinler'ın anavatanıydı Brüksel.. Beni o masum günlere geri götürecek, belki de daha önce hiç düşünmediğim anları zihnimde yeniden resimleyecekti... Pierre Culliford'a bu vesile ile ruhani bir teşekkür de ederim diye düşünüp heyecanladım hakikaten.. Şehirde bir de her ne kadar turistik bir hareket olsa da (bazı turistik işleri yapmak bence mühim..) bir midye sever olarak mutlaka deneyimlememiz gereken Chez Leon gerçeği vardı.. 

Babamız Chez Leon için "midye severlerin Belçika'daki mabedi", diyorken bu deneyimi yaşamadan dönmemiz zaten mümkün olmazdı diye düşünüyorum..

Bu arada Chez Leon midyelerini kendi yetiştiren ve pişirilmeye uygun bir hale getirmek için temizliğiyle kendi ilgilenen bir restoran.. Ki bu noktada lezzetlerinin yıllardır aynı standardı koruyor oluşunu da bu özene bağlıyorlar.

Serviste kullanılan son derece basit ama bizi geçmişe ışınlayan lokal emaye midye tencereleri nefis bir sunum detayı.. Sanırım dünyanın diğer restoranlarına da yayılmasına vesile olan bir alışkanlık bu.. Dolu olan tencereyi boşaltıp, midyelerin kabuklarını boş olana aktarmak ise şahane.. Dağ gibi büyüyor o boş tencere.. Mideleri pek mutlu ediyor. Yanında da ekstra lezzetli Belçika patatesi ve buz gibi Belçika biraları!

Oh la la.
   
lulu
x

NOT: Paris'te Leon'un iki ayrı şubesi bulunuyor. Biz geçmis Paris seyahatlerimizden birinde bu iki şubeyi de ziyaret ettik aslında ama şu çok net ki; ne lezzeti aynı seviyedeydi (belki de ambiyansın yarattığı bir farktır) ne de servisin kalitesi... 





   

12 Ağustos 2011 Cuma

GLETSCHERGARTEN LUZERN

2009 Eylül ayında yaptığımız uzun İsviçre seyahatimizde heyecanla görmek istediğimiz şehirlerden bir diğeri Luzern'di. Hatta belki de en heyecanlandığımız şehirdi kendisi.. Bu heyecanla uçaktan iner inmez ilk iş Luzern'e doğru yola almayı tercih ettik seyahati planlarken de.. Ama nedense Luzern dendiğinde hala aklıma ilk gelen şehir ve doğasının güzelliğinden çok Gletschergarten Luzern oluyor nedense. Hem beyin açıcı bilgiler edinip hem de fazlasıyla eğlenceli vakit geçirdiğimizdenolsa gerek...

Peki nedir tam olarak Gletschergarten

Yerli halk "İsviçre'nin kalbinde Luzern, Luzern'in kalbinde ise Glacier Garden bulunur" dermiş. Burası için hem bir park hem de doğal bir müze diyebiliriz. Müze tarafında bir zamanlar buzullar ve buzul çukurlarıyla kaplı olan Luzern'e dair etkileyici bilgiler ediniyorsunuz. Bu bilgi sonrası küçük bir şok yaşayıp bu fikre alışırken, bir anda yer katmanları arasında bulunan fosilleşmiş midye ve palmiye yaprakları ile karşılaşıyorsunuz müzeyi gezerken. Bu sayede Luzern'in bir dönemini de (ki bu yirmi milyon yıl kadar öncesi demek) tropikal bir plaj olarak geçirdiği anlamına geliyor. Şaşırtıcı bilgiler hakikaten.

Müze, multimedya şovlar ve interaktif bilgi sistemleri sayesinde dünyanın en heyecan verici zamanlarından biri hakkında kolay ve anlaşılır bir bilgi akışı da sunuyor. Büyükler dışında çocuklar için de fazlasıyla ilgi çekici bir alan olduğunu düşünüyorum.

Benim kişisel olarak iki favori bölümüm var müze ve parka dair. İkisinin de hikayesini kısaca anlatmak istiyorum size.. 

1. Franz Ludwig Pyffer von Wyher: İsviçreli bir teğmen kendisi. 1750'li yıllarda askerden emekli olup memleketi Luzern'e gelmiş ve arazi taramasına başlayıp, haritalar hazırlamış. O dönemler pek haritaların hazırlandığı dönemler değil ve kendisi Alp Dağları'nın en dev ve en büyük ölçekli harita modelini yaratan, kendi dönemindeki tek isim.. Bu haritayı kalem çizimiyle değil; kil, kömür, macun, mum gibi malzemelerle hazırlamış ve müzede bu etkileyici haritayı görmeniz mümkün.

2. Ayna Labirenti (Miror Maze); Granada'nın ünlü Alhambra'sı tarzında 1800'lü yıllarda hazırlanmış doksan farklı aynaya sahip müthiş etkileyici, şaşırtıcı, eğlenceli ama eğer melankolik bir ruh haliniz varsa bir anda kendi iç dünyanıza dönmenizi sağlayacak bir bölüm. Koridorlar sonsuz uzaklıkta görünürken, kısa sürede koridorun sonuna ulaşabiliyorsunuz.. Sonsuzluk hissi yanında ani bir kapana kısılmışlık gibi.. Çok acayip hakikaten! Diğer yandan da baş çarpmaları, kahkaha krizleri vs.... Hepsi çok insani, çok gerçek ve çok an!

Bu ayna bölümü dışında parkın içindeki açık arazide de birbirinden eğlenceli aynalar bulunuyor. Çocuklarınızla işte bu bölümde aşırı eğleneceksiniz... ;)

Address : Denkmalstrasse 4, CH-6006 Luzern

İyi eğlenceler.
lulu
x




11 Ağustos 2011 Perşembe

KOTOR - Karadağ'ın Güzeli




2008 yılında henüz seyahat rotaları yeni yeni Hırvatistan'ı göstermeye başladığında çok keyifli bir Dubrovnik seyahati yapmış, seyahat sırasında Hırvatistan'ın sınır komşularını da ihmal etmemiş ve bunlar içinde Karadağ'ın dillere destan olmuş körfez güzeli Kotor'a bambaşka hisler beslemiştik.

Unesco tarafından korumaya alınmış bir şehir Kotor ve Hırvatistan'a yakınlığı nedeniyle özellikle de Dubrovnik şehri seyahatlerine kesinlikle eklenmesi gereken bir destinasyon. Körfez olağanüstü bir güzelliğe sahip! Dünya gözü ile şu ana dek böyle büyüleyici bir manzaraya kaç kez bakmışımdır hala emin değilim.. Yalnızca uzaktan körfeze bakmak değil, körkezin içindeyken ve aracımızla sakince ilerlerken, dağlardan körfeze dökülen şelaleler de çok çok etkileyici olmuştu bizim için.. Bu manzara gittigimiz ayın bize sunabildiği bonus bir manzaraydı farkındayım; zira yaz sıcağında oralarda olsaydık bu görüntüye şahitlik etmemiz pek de mümkün olmazdı sanırım..

Kotor, Lovcen ve Orjen Dağları'nın eteklerinde ve bu dağların arasında kalmış bir körfeze konumlanmış bir şehir. Surların içinde eski yerleşimini hala korumuş olması tarihi olarak da yeterli doygunlugu ziyaretcilerine verebiliyor. Surlardan içeri girdiğiniz anda; dar sokaklar, minik kafeler, özenle korunan kliseler arasında keyifle zaman geçiriliyor ve vaktin nasil geçtiğini anlamıyorsunuz zaten.. Yapmanız gereken tek şey salına salına, kaybola kaybola yürümek..

Henüz tam olarak keşfedilmemişken ve fiyatları Avrupa ortalamasının kesinlikle altında seyrederken, ertelenmeden Kotor'u gidip görmenizi tavsiye ederim, zira çok net gözlemlenebilir ki; önümüzdeki yıllarda popüler bir yaz tatili destinasyonu haline gelecek gibi duruyor kendisi.. 

lulu
x

6 Ağustos 2011 Cumartesi

NAXOS ADASI


En yakın arkadaşlarımdan birinin Yunan olmasının etkisiyle Yunan adaları dendiğinde Türkiye'ye sınır yakınlığı bulunan Kos, Rodos, Simi, Sakız ya da Meis gibi adalar gelmiyor benim aklıma, zira hakiki Yunan kültürü ve mutfak lezzetlerinin tadına ancak Yunan ana karası ya da ana karaya daha yakın olan adalarda varıldığına inanıyorum. Aslında inanmaktan ziyade bu adaların daha çok Türkiye'den beslendiklerini bildiğimden, uzaklar bana çok daha lokal çok daha deneyimlenesi geliyor..

Uzak adalar içinde de popüler olanlar yok mu? Var elbette.. En popüler olanlar; Güney Ege bölgesinde konumlanmış ve 220 adet irili ufaklı adadan oluşan Kiklad Adalar grubu içinde ismi geçen adalar.. Ülkede pek çok ada grubu var aslında ve hepsi ayrı ayrı zaman ayırılası güzelliklere sahip, ama yine de Kiklad dendiğinde akan sular herkes için duruyor gibi.. Mykonos, Santorini gibi ismini en çok duyduğumuz adalar da bu gruba aitler aslında ama bizim konsantrasyonumuz bu popüler olan isimler değiller. 

Kikladlar içinde yüz ölçümü olarak en büyük olan ve bizim ülkemiz için pek de bilindik bir isim olmayan ada; Naxos Adası. Aslında genel olarak da Kiklad grubunun popüler adalarından biri olmadığından, gizli bir mücevher olarak bakıyor Yunanlılar kendisine. Ki en popüler diyebileceğimiz Mykonos neredeyse bu adanın dibinde olsa da Naxos'un saklı kalması hakikaten pek hoş.

Geçtiğimiz yıl henüz iki aylık hamileyken seyahat edip, büyük keyif aldığımız bir diğer Kiklad Adası Paros sonrasında Naxos planını kafamızda neredeyse netleştirmiştik sevgiliyle..

Can’ım Kazancakis’in Naxos Adası ile ilgili kurduğu bir cümle var“If heaven was a place on Earth, it would be here”. Onun dönemlerinde adada değildik. Ada ona neler yaşattı ve hissettirdi onu da bilemiyoruz, ama onun cennetinden kendimize mutlak güzellikler çıkaracağız diye inanarak çıktık biz bu yola.. Yıllar içinde hislerimiz nerelere evrilecek bilemiyorum ama bizim için de farklı bir ada deneyimi oldu Naxos.

Naxos zengin Antik Yunan, Bizans ve Roma tarihi yanında, lokal köyleri, enfes koyları ve lezzetleriyle kendini hızlıca sevdirebilen sevecen bir havaya sahip. Ada yaşamının en yoğun yeri hemen hemen her Yunan adasında karşımıza çıkan Chora, yani eski şehir bölgesi. Akşam gün batımı zamanları bu bölgede bir kafe ya da barda zaman geçirmek kesinlikle tadı damağımızda kalacak gün batımı deneyimleri sunuyor diyebilirim.. Gün batımı demişken; Chora'da deniz kenarındaki ikonik heykel Apollo Tapınağı (Temple of Portara) mutlaka görülesi, ama en çok da güneş gözden yitirilirken deneyimlenesi bir güzellik.. Bu esnada (aslında adanın neresinde olursanız olun) güneş ile denizin birleşmesine dalıp gittiğinizde aklınızda uğulturu tanrı Poseidon ve onun büyük aşkı Amphitrite de olsun mutlaka; zira mitolojiye göre bu ikilinin aşkı Poseidon'un Amphitrite'i ilk gördüğü Naxos Adası'nda başlamıştır..


KONAKLAMA

Naxos bahsettiğim gibi Kiklad grubunun yüz ölçümü bakımından en büyük adası. Hakikaten müthiş büyük bir ada. Zaman zaman adada olduğunuzu unutturacak kadar büyük diyebilirim.. Bu hissi bir de Palma Da Mollorca adasında hissetmistik yıllar evvel. Bir dezavantajı yok elbette adanın büyük olmasının, ama belki seyahati bir miktar daha uzun tutmayı gerektiriyor diyebilirim..

Naxos'un merkezi olan Chora konaklamak için tercih edilecek bir bölge değil diye düşünüyorum ben. Chora'ya yakın birçok küçük yerleşim yeri ve yakın plaj alternatifleri var ve konaklamak için bu tip bir seçim seyahatinizi çok daha keyifli bir hale getirebilir. Biz konaklama tercihimizi Agia Anna plajından yana kullandık Naxos Adası'nda. Çok çok şirin, modern, konforlu ve dahası kendimizi hakikaten evimizde hissedecek kadar rahat olabildiğimiz bir butik oteldi seçimimiz.. İsmi Iria Beach Art Otel. Rahatlıkla tavsiye edebilirim bu işletmeyi.. (Yıl 2020; hala bir şekilde sosyal medya üzerinden iletişimimiz devam ediyor otel sahipleri ile ve kendilerini sürekli yeniliyor ve geliştiriyor olduklarından tavsiyemde ısrarcı bile olabilirim..)


GÜNLÜK PLAJ AKTİVİTELERİ

Ege Denizi ve hele ki bir Yunan adasında olmak kuşkusuz kristal sularda doyasıya yüzebilmek demek. Bu anlamda Naxos'un tüm kıyı hattı bu beklentiyi karşılar nitelikte diyebilirim. Yalnızca hava durumuna göre rüzgarlı ya da sakin olan suları iyi ayrıştırmak gerekiyor; zira ada rüzgar anlamında iddialı bir konuma sahip. Bu nedenle de rüzgar sörfçüleri için önemli adreslerinden biri kabul ediliyor. Yine de seçtiğiniz kıyı hattına göre yüzmek ya da rüzgar sörfü yapabilmek için onlarca farklı alternatifiniz var.

Bugüne dek motor ya da ATV ile yapmayı tercih ettiğimiz, ama bu yıl Alpcan'ın ailemize katılmasıyla araba ile gerçekleştirdiğimiz kıyı hattı hop on hop off plaj turunda en sevdiklerimizi söyle sıralayabilirim;

Otelimizin de bulunduğu Agia Anna organize plaj arayışında olacaklar için adanın en iyi adreslerinden biri. Bu plajda hem konforlu bir güneşlenme yaşar hem de gün boyu Yunan lezzetlerinden faydalanabilirsiniz. Biz Agia Anna'da olduğumuz günlerde Babana Beach Club'u tercih ettik ve çok da sevdik kendisini...

Agios Prokopios yine adanın popüler ve organize plajlarından biri. Hatta plaj olarak en uzunu olduğundan bahsediliyor.. (gün batımı saatlerinde sahilde at gezintisi yapılıyor bu plajda. Biz bu tip aktiviteleri, yani hayvanları kullanarak keyif yapmayı çok manalı bulmadığımızdan böyle bir aktiviteye dahil olmadık elbette, ama tercih eden olabilir....)

Agios Georgios adanın diğer organize ve popüler plajı. Belki de yüksek sezonda en kalabalık olanı da diyebiliriz. Sabahın sakin saatlerinde tüm diğer popüler plajlar gibi burası da son derece sakin, keyifli ve denizi yüzmeye doyulmayacak kadar güzel..

Kastraki ve muazzam Aliko. Bu iki bakir plajı çok çok sevidik biz.. Aliko'ya zamanında Mykonos'u andıran plaj işletmeleri açılmak istenmiş, ama halk şiddetle bu duruma karşı çıkınca Naxos küçük bir Mykonos olmaktan kıl payı kurtulmuş..

Adada Mikri Vigla'nın plajları da seviliyor ama rüzgar yönü nedeniyle genelde dalgalı olduğundan daha çok sörfçülerin tercih ettiği bir adres. Pirgaki ise bizim kısa bir mola verip yüzdüğümüz ve dalgalı suyuna rağmen çok eğlendiğimiz bir plaj oldu, zira bazen dalgalarla boğuşmak da çocukluğumuza bir geri dönüş gibi oluyor ve aşırı keyif veriyor. Öyle değil mi? Ayrıca Pirgaki'nin tek başınalığını da çok çok sevmiştik..

Dediğim gibi, bulunduğunuz dönemin hatta günün havası birçok plajda deniz kosullarını şekillendireceğinden, gezi öncesi hava şartlarını ve rüzgarın yönünü kontrol etmek bu ada (aslında rüzgarın baskın olduğu her ada) için önemli bir detay.




ÇEVRE KÖYLER VE YEME - İÇME

Filoti, Apirantos ve Arseniko adanın kendine has köyleri içinde en sevdiğimiz üçlü oldu. Aslında mevsim nedeniyle bu kara köylerini gezmek fikren şahane olsa da fiziken çok da kolay oldu diyemem, ancak Filoti'nin meşhur tarihi çınarının gölgesine oturup nefeslendiğimizde ve buz gibi frappelerimizi yudumladığımızda tüm o zorlukları bir kenara bırakabildik.

Filoti'de çınar altında bulunan Platanos Cafe buz gibi frappesi yanında tazecik yaz meyveleriyle bize enfes bir waffle yaramazlığı da yaptırdı.. Soluklanmayı bir parça abarttık belki ama çok değdi diye düşünüyorum. Nefisti...




Çok sevdiğimiz ve kesinlikle her Naxos ziyaretçisinin görmesini dileyeceğim, hissi ruhumuza işlemiş nefis bir sahil kenarı köyü bulunuyor adada. Adı Moutsouna. Apirantos sonrasında arabanızın direksiyonunu direkt sahile kırarsanız eğer, Moutsouna'ya kolayca ulaşıyorsunuz. Moutsouna minnacık bir balıkçı köyü. Billur gibi denizi, aşırı sakin günlük yaşamı ve taptaze deniz ürünleri sunan üç şirin restoranı var köyün. Tepelerden inen maden hattının bize Kazancakis'in Zorba'sını hatırlatmasını çok sevmiştik diye hatırlıyorum Maoutsouna ismini anınca.. Sanki hikaye Girit'te değil de Naxos'ta geçiyormuş gibi hissetmiştik sevgiliyle o görüntülere bakarken.. Çok büyük beklentiler yaratmadan basitliği ve doğallığıyla sizi hakikaten çok mutlu edecek bir adres burası...

Orada yediğimiz huzurlu öğle yemeğimizi hep gülümseyerek hatırlayacağım. Tercihimizi To Sixtu'dan yana kullanmıştık biz ve yemek arası restoranın hemen önündeki küçük sahilden kısa kısa denize de girip çıkmıştık. Müthiş keyifli bir gündü orada yaşadığımız.. 


Yunan mutfağı ülke olarak bizim damak tadımıza çok yakın olduğundan, hemen hemen her restoran ziyaretçilerini tatmin edecek tabaklara sahip. Bizim klasik balık restoranlarımıza göre fiyatların çok daha makul olduğu ise tartışılmaz bir gerçek.. Ayrıca, kimse darılmasın ama deniz ürünlerinin pişirilmesi noktasında da bizden fersah fersah yukarıdalar diye düşünüyorum. Kimyasal kullanmadan lokum kıvamına getirdikleri ahtapotlar, tazecik karidesler, deniz tarakları, tek lokmalık küçük balıklar ve bunların hepsini hakkı ile pişirip, hakkı ile fiyatlandıran bir mutfakları var..

Naxos Adası'nda da deniz ürünleri anlamında müthiş bir zenginlik var elbette.. Et sevenler için hem tencere et yemekleri hem ızgaralar ve hatta Yunan köylerinde genel olarak pek sevilen kokoreçleri ile de her daim taze ve lezzetliler. (Belki kokoreç kısmında bizim lezzet çıtamızı yakalayamıyor olabilirler. Adil olmak gerek..) Makarnaları istediğiniz malzemelerle -daha çok da deniz ürünleri ile- hazırlıyorlar. Risotto tabaklarında, -menülerine risotto olarak yazıyor olsalar da- risotto pirinci yerine bizim arpa şehriyemiz cinsinden bir malzeme kullanıyorlar.. Aslında risotto tabakları şehir ve adalardaki İtalyan restoranları dışındaki tüm tavernalarda bu şekilde karşınıza çıkıyor bile diyebilirim..

Naxos mutfağının temelinde sebzeler de ciddi bir yere sahipmiş aslında. O nedenle geleneksel lokantalarda ana malzemesi sebze olan yemekler bulmanız mümkün oluyor. Bu tip yerel lezzetleri deneyimlemek istediğinizde eski aile tavernalarını tercih etmeniz yeterli oluyor.

Adada tecrübe ettiğimiz bir akşam yemeğini özellikle tavsiye etmek istiyorum; zira yediklerimizin lezzeti hala damağımızda saklıyken, bebekli bir aile olarak mekanın samimiyetine de ayrıca bayılmıştık. Bir akşam Chora'da turlayıp, yemek öncesi aperitivo keyfi yaptıktan sonra yemek için bir travel dergisinden not aldığımız Meze2'ye doğru ilerliyorduk ve o sırada Zorbas isimli lokal bir taverna çarptı gözümüze.. Aslında Chora’nın sıralı restoranları içinde, turistikmişçesine bize bakıyordu ama küçük bir tekne içine yerleştirdikleri taze balık ve deniz ürünlerin görünce, sevgili, yemeği bu akşam burada yiyelim kararını verdi. Tesadüf bu ya; Zorba'nın sahibi seneler önce Pire Limanı'nda bir restoranda bulaşıkçılık yaparak işe başlamış ve sonunda bir Yunanlı ile evlenip Naxos'a yerleşmiş tatlı bir Sinoplu çıktı şansımıza. Nuray Bey'in henüz ayaktayken dinlediğimiz hikayesini çok sevdik ve masamıza kurulduk. Tavernanın garsonları Nuray Bey'in çalıskan kızları Natalia, Maria ve Anna lezzet anlamında tam olarak kendimizi onlara emanet etmemizi istediler ve Nuray Bey adeta damaklarımızı çatlatacak denemeler yaptırdı bize..

Gecemizin bir diğer sürprizi ise, hemen arka masamızda oturan ve Göcek'ten yelkenlileri ile yola çıkıp Kiklad adalarının büyük bir kısmını dolaşmaya niyetli, birbirinden değerli üç Türk denizci ile tanışmaktı. Naxos gibi çok az Türk ziyaretçi alan bir adada bu tesadüf hepimizin pek hoşuna gitti. Denizcilerin hem iş hayatlarını hem yaşam hikayelerini hem de yelkene ve denize olan tutkularını dinlemek bizi hayata dair gerçek anlamda yükseltti o gece diyebilirim. Hayat onlara bir sürü güzellik sunmuş ve onlar da bu güzelliklerin keyfini hakkıyla çıkartıyorlar. Hakikaten nefis!

Lezzet anlamında, adada dolaşırken karşınıza sıkça çıkacak çevre pastanelerde fırından yeni çıkmış bir spanikopita denemenizi öneririm. (Ispanaklı bir börek kendisi ve fırından tzecik çıkmış hali çok iyi..) Ayrıca Chora’da aşırı tatlı bir bahçe içi restoranı olan Doukato, tipik bir mavisi bol Yunan tavernası diyebileceğim Lucullus ve yine bahçesi pek şirin şarap restoranı Labyrinth'i de adanın merkezindeki nitelikli tavsiyeler olarak not edebilirsiniz..

Agia Anna plajı yakınında Gorgona Restaurant adanın yerel taverna örneklerinden biri. Hem lezzetli hem de denize yakın. Yemek öncesi ya da sonrası kokteylleriniz için ise Agia Anna'nın Island Bar of Naxos'unu es geçmeyin bence.. Island Bar’ın akşam erken saatlerde sakin müziklerle ve mekanın bahçe içinde kalan kısmında geçen anları hakikaten keyifli. Gece ise şirin merdivenlerinde devam eden kaliteli bir eğlence anlayışı var.

Alkol olarak kırmızı şarabı pek ünlü olan adada, şarap dışında sitron ağaçlarının meyvelerinden ve yapraklarınından elde edilen limon likörleri Kitron'u denemenizi tavsiye ederim.





ULAŞIM
1. İstanbul-Atina uçuşu üzerine Naxos'a iç hat uçuşu almanız mümkün. Erken rezervasyon ile bu uçuşu otobüs bileti bedeline bile getirebiliyorsunuz. Biletleri Olympic Air ve Aegean Airlines şirketlerinden kontrol edebilirsiniz.

2. Atina uçusu sonrası otobüs ile Pire Limanı'na 45 dakika gibi bir sürede ulaşılıyor. (Taksi ile 20/25 dakika sürüyor yolculuk) Pire Limanı'ndan da Naxos'a giden birçok farklı gemi acentesi var. Biz Paros icin Blue Star firmasını kullanmıştık, ancak Blue Star firmasının hızlı feribotları bulunmuyor ve Naxos'a yolculuk Paros'tan daha da uzun sürüyor. Eğer vaktiniz var ve yolculuğunuz da daha ekonomik olsun isterseniz, Blue Star feribotlarını tercih edip yaklaşık 6 saat gibi bir yolculuk yaparak adaya ulaşabilirsiniz.. Bilet fiyatları seneler içinde değişebilir ama 20/25 euro aralığında bir bedel ödeyerek bilet satın alabilirsiniz. Tavsiyem yüksek sezonlarda bu alımı seyahat evveli online olarak yapmanız ve yerinizi garantilemeniz..

3. Feribota bütçenizden biraz daha fazla bir bedel ayırabilirseniz, zamandan da tasarruf edip hızlı feribotları tercih edebilirsiniz. Hellenic Seaways veya Sea Jets firmaları hızlı feribot ağının en geniş olduğu şirketler. Bu şirketlerden yine online olarak biletlerinizi alabilirsiniz. Bilet fiyatları yaklaşık 50/60 euro aralığında oluyor ve seyahat 4 saat kadar sürüyor.. (Hellenic Seaways' - HighSpeed 4, Paros Adası sonrası Naxos'a seyahat eder.)

4. Türkiye’ye yakın adalar yardımıyla Naxos’a gidilir mi diye de soru gelecektir mutlaka aklınıza, ama bu oldukça karmaşık ve de masraflı bir durum. Elbette Bodrum üzerinden Kos ve oradan da hop on hop off seyahat ederek Naxos Adası’na ulaşmanız mümkün olabilir, ancak dediğim gibi bu zaman açısından da fiyat açısından da pek mantıklı bir seçim olmaz..

5. Son notu da araç ile Atina’ya ulaşacaklar için eklemek istiyorum. Atina’dan Naxos’a (adaların hemen hemen hepsine) geçen feribotlar genel olarak arabalı oluyor. O nedenle arabanızla adaya geçmek mümkün olsa da “mantıklı mı?” kısmında takılıyor bu seçenek.. Arabaya verilecek yolculuk ücret yerine, adaya yaya olarak geçip orada ekonomik bir araba kiralamak kesinlikle çok daha makul bir durum olur diye düşünüyorum…

lulu
x




1 Ağustos 2011 Pazartesi

Barbaresco ve Barolo

Her ne kadar emzirme süresince pek sevdigim ve sosyalleşirken ya da evde rahatlamak istediğimde birkaç kadeh içmeyi sevdigim şarap ile arama mesafe girmiş olsa da edindiğim bilgiler, meraklar gelecek günler için not ediliyor..

Hiçbir zaman oturup bir şişe sarabı tek başına içen biri olmadım ben ya da düzenli alkol tüketen biri de değilim, ancak içtiğim şarabın nitelikli olması, yediğim yemeğe verdigim özen kadar önemli elbette.. O nedenle de sormaktan, sorgulamaktan, merak etmekten ayrı düşmeyen aklım yemeklerin yanına içeceğim şarabı da mutlaka incelemek istiyor...

Barbaresco ve Barolo

Çizmenin kuzeyinden, İtalyan Alp Dağları'nın eteklerindeki Piemonte bölgesinden iki dünya güzelinden bahsedeceğim size simdi.. İkisi de kırmızı ve İtalyanların pek övündüğü kaliteli Nebbiolo üzümünden elde ediliyorlar ve kesinlikle İtalya'nın en kaliteli şaraplarından ikisi olarak tanımlanıyorlar. Hatta İtalyanlar için Barolo "king of wines, Barbaresco ise "queen of wines" olarak sınıflandırılıyor.. Şarap konusunda eğitim almış tatlı İtalyan arkadaşım Paolo "çok klasik bir İtalyan söylemidir ama ben de kesinlikle aynı fikirdeyim; yıllanmış bir Barolo içmek aynı ülkeyi farklı yaşlarda görmeye benzer" diyor. Ne şahane bir tanımlama değil mi?

Bu iki şarap içinde benim kişisel favorim Barolo. Yalnız Barolo'nun bir eski geleneksel yöntemle üretilmeye devam edilen şarapları, bir de klasik yöntemin geliştirilmesiyle üretilen versiyonları oluyor.. Bence ilk denemede geleneksel olan şişeyi tercih etmek aradaki lezzet farkını anlamak açısından da doğru olabilir.. Ayrıca en az 3 yıllık yıllanmışlık aramanız da bu şarabın hakiki lezzetini almak için tavsiye edilen bir detay. Barbaresco'da ise yaşlanma süreleri daha kısa olduğundan 2 yıllık şişeler de sizi tatmin edebilir. Fiyat olarak da çok daha makul olacaktır elbette.

Barolo, İtalyan et yemekleri (hatta daha çok av hayvanları der İtalyanlar) mantarlı risotto tabakları ya da trüf içerikli makarna tabaklarıyla kesinlikle mükemmel bir uyum sağlıyor diye kabul ediliyor. Barbaresco ise; domuz etleri, trüflü makarna ya da trüflü risotto tabakları ve lezzeti baskın olmayan peynir tabaklarıyla tavsiye ediliyor. Yani gibi gorgonzola değil de ona göre daha yumuşak kalan parmesan, toma gibi peynirlerle...

Lacrima Di Morro D'alba

Lacrima üzümü, İtalya'nin Ancona kıyı bölgesi gibi düşünebileceğiniz Marche bölgesinin tepelerinde yetişen bir üzüm çeşidi. Ama ne yazik ki yetiştiği alan küçük olduğundan ve üretiminin devam ettirilmesi zor olduğundan fiyatı da daha yukarılarda seyreden bir şarap kendisi.. Lezzet olarak; et ve et bazlı yemeklerle damakta en iyi lezzetini yakaladığı söyleniyor.

Paolo bu şarap için; "bu şarabı içersiniz ve ağlarsınız" der. Ama seçim yaparken de Lacrima üzümünüm oranının %80-%90 olması konusunda da mutlaka dikkatli olunmalı diye ekler.. 

Bir sonraki İtalya seyahatinizde belki bu şaraplardan birine şans verirsiniz. Kim bilir? ;)

lulu
x