19 Temmuz 2011 Salı

ROMA


İstanbul yerine yaşamayı yeğleyebileceğimiz -tüm karmaşa ve kalabalıklığına rağmen ve Rönesans ile Barok dönem aşkına- yegane şehirdir Roma. Yıllar içinde bu fikrimiz değişir mi bilemem, ama şu an bu fikir haritada Roma’ya doğru baskın duruyor.

2009 yılının Ekim ayında yaptığımız hakikaten unutulmaz bir Roma seyahati var. O seyahatten sonra şehir içimize iyiden iyiye sinmişti çünkü bize kendini sevdirmek için tüm kapıları bir bir aralamıştı diye inanıyorum. Bazı şehirler böyle oluyor hakikaten.. Bir kere ziyaret etmekle şehrin yaşam dinamiğine dahil olmak pek mümkün olmuyor, ama daha ilk bakışta aşırı seviliyor, başka bir iletişim kuruluyor.. Sonrasındaki her seyahat ise, ilk seyahati besliyor ve hisleri daha da yerli yerine oturtuyor.. Milano da böyledir bizim için, Atina da ve elbette Paris de.... O nedenle asla ziyaret etmekten vazgeçmez, daima bir parçamızı o şehirlerde bırakır ve her geri dönüşte sanki o parçayı yeniden bulmuş gibi hissederiz.. Roma bu şehirlerin içinde bir parça daha farklı yerde, bir adım daha önde diyebilirim; zira manevi yakınlığımız Sistine Sapeli'nde dilediğimiz Alpcan sayesinde pekişip, hayatımızda unutulmaz bir anı bırakmıştır.

Roma hakkında söylenecek çok fazla şey ve benim de bıraksanız sayfalarca anlatabileceğim deneyimlerim var, ancak sevdiğim ve vazgeçmeyeceğim birkaç adresi yazıp hafiften bir özlem gidermek istiyorum bugün.. İleride detaylı bir şehir rehberi hazırlamak da aklımın bir kösesinde duruyor, zamanını bekliyor.. Belki, o sırasını bekleyen zamana dek bir ya da birkaç kez daha kavuşuruz şehirle ve o yazı işte o zaman çok daha anlamlı olur… Kim bilir?

Sanat aşkımı bir kenarda tutarsam; Roma deyince bizim aklımıza ilk olarak filmler ve sonra da yemek geliyor. Filmleri belki o hayalini kurduğum Roma yazısı için saklı tutarsam; deneyimlediğimiz lezzetli Roma mutfağından başlangıç seviyesinde başlayarak üç ayrı lezzet ve üç ayrı adres vereyim istiyorum. Hatta bu tavsiyeleri bir miktar turistik olarak düşünebilirsiniz, zira Roma seyahati çoğu zaman turistik mekanları deneme zorunluluğunu da beraberinde getiriyor diye düşünüyorum. Yani en azından ilk seyahatlerde... 

Şehirde bir gününüz hatta mümkünse Pazar gününüz olduğunu düşünelim. Pazar gününü bilinçli olarak seçiyorum çünkü şehrin eski yerleşim bölgesi kabul edilen Trastevere'de bulunan  Porta Portese pazarına uğramak bu şehirde Pazar günleri için yapılacak en nitelikli aktivite kabul ediliyor. Pazarda peynir, makarna ve şarap alışverişinizi yaparken, -eğer şanslıysanız- kıyafet dolabınıza ya da plak koleksiyonlarınıza da nefis parçalar ekleyebilirsiniz. Sonrasında da Transtevere bölgesinin dar sokaklarında kaybolup, öğle yemeği için nefis bir adreste duraklarsınız. Anlamı da hamurdaki eller olan restoranda muazzam makarna örnekleri yeme şansınız olur ve yediklerin için asla pişman olmazsınız.. (Pek turistik bir başlangıç olmadı açıkçası..)

"LE MANI IN PASTA"
Adres: 37 Via Dei Genovesi. (Rezervasyon şart)






Biliyorum çok turistik ama yine de ALFREDO bir Roma klasiği ve tarifi sır gibi saklanan lezzetli Fettuccine Alfrodo tabağını denemek de kaçınılmaz bir adres. Bu arada yemek eşliğinde Alfredo'nun kendi özel üretim şaraplarından denemenizi de tavsiye ederim.. Aslında bu da bir başka turistik hareket ama yine de ısrarlarına karşı durmak gereksiz..

"ALFREDO"
Adres: Piazza Augusto Imperatore 30. (Rezervasyon tavsiye ediliyor)



Roma'da pizza için yüzlerce alternatifiniz var elbette, ama BAFETTO bir başka.
Bence kendisi bir klasik ve şehirde geçen bir günün öğleninde mutlaka deneyimlenmeli bir adres.

"BAFETTO"
Adres 1: Piazza del Teatro di Pompeo, 18
Adres 2: Via del Governo Vecchio, 114


lulu
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder