4 Eylül 2018 Salı

THASSOS ADASI

Selam,

Az çok seyahat yazılarımı okuyanların bildiği gibi; Yunanistan ve adaları söz konusu olduğunda, Türkiye sınırına yakın yerleşim yerleri ve adalarını hep görmezden geliyorum ben, zira alıştığım Yunan kültürünün bizim sınırlarımıza yakın olan adreslerde çok da hakkıyla yaşanabileceğine dair inancım bir miktar zayıf. Ukalalık yapmıyorum, böyle algılansın da istemem açıkçası.. Benim amacım, euro almış başını giderken iyi ya da kötü şartlarımızı zorlayarak çıktığımız tatilleri gerçek anlamda hedefime ulaştırmak ve ruhumu hakkıyla besleyebilmek.. Nitekim bu fikrimde pek de haksız olmadığımı kısa bir tatil kaçamağı yaptığımız Thassos Adası‘nda tecrübelemiş durumdayım.

Evet, Thassos keyifliydi. Ege, yine bildiğimiz o güzel Ege idi ve adına, rengine, hissine, kokusuna doyulmazdı.. Yine de ada kültür ve ruh olarak tam da düşündüğüm gibi birçok noktada bizi eksik bıraktı gibi hissediyorum. Yoğun sezon dışında adaya gitmiş olsaydık belki böyle düşünmüyor olabilirdik, ama yüksek sezonda ve daha çok Türk turist ile beslenen bir adada doyurucu bir Yunan kültürü bulma şansımız ne yazık ki mümkün olmadı. Gözlemlediğimiz kadarıyla şartlar da ada yerlilerini yeterince Türkleştirmişti ve akşamları sanki yirmi sene evvelki Bodrum sokaklarında dolaşıyor hissi veriyordu bize.. Yine de yaşadıklarımı ve hissettiklerimi olumluda kalarak yazmaya çalışacağım burada…



Thassos seyahatine başladığımızda sevdiğim ilk şey; Yunan sınırına varmadan evvel geçtiğimiz Meriç Nehri üzerindeki yarısı kırmızı–beyaza, diğer yarısı mavi–beyaza boyalı köprü olmuştu.. Ağır çekimde yaşıyormuşçasına sindirerek bakmıştım arabanın açık penceresinden dış dünyaya ve o anın bana verdiği hissi çok sevmiştim. Renkler, sınırlar ve askerler… Kültürler arası geçiş aslında ne kadar da kolay görünüyordu.. Köprüden geçip, vize işlemlerini de kolayca tamamladıktan sonra otoban yolculuğuna başladık. Otoban gayet geniş, düzgün ve akıcıydı. (E90) Yol müziklerimizin de sayesinde yolculuğun nefis geçtiğini söyleyebilirim.. İpsala’dan yaklaşık 200 km kadar sonra Thassos feribotumuza binmek üzere Keramoti kasabasına ulaşmıştık.





Keramoti, küçük bir balıkçı kasabası ve Thassos’a en hızlı ulaşım buradan kalkan feribotlar sayesinde sağlanıyor. Yolculuk yaklaşık 45 dakika kadar sürüyor ve otomobil için 16 euro, yolcular içinse 3,5 euro gibi bir bilet tarifesi mevcut. 
(Bu fiyatlar 2017 yaz tarifesine ait, o nedenle sezon başlarında yeni fiyatları kontrol etmekte fayda var....)

Yola çıkacağınız ve Keramoti’ye varacağınız zamana göre feribot saatlerini internet üzerinden takip edebiliyorsunuz.. Feribot yolculuğu ise başlı başına bir keyif. Yunanistan’da bir sabah klasiği olan frappe -soğuk kahve- eşliğinde, denizi izleyerek ve martılarla oynaşarak hızlıca varılıyor adaya.. Seyahatlerimde hep çok önemsediğim ve gideceğim yere uzaktan attığım o ilk bakışın Thassos halini de çok sevdiğimi söyleyebilirim. “Ada ne kadar da yeşil görünüyor!” demiştim sevgiliye heyecanla.. Tepelerde yeşilin tonlarını takip etmek, adanın doğasına karşı beni gerçekten de heyecanlandırmıştı çünkü.. Feribot karaya yaklaştıkça bu görüntü biraz biraz değişmeye başlasa da Limenas’a varmıştık ve pek sevinçliydik.





LIMENAS

Limenas; feribotumuzun yanaştığı ve bizim de adada konaklayacağımız bölgenin ismi. İlk bakışta çirkin, çarpık ve kalabalıkça bir yerleşim yeri gibi geliyor insana, ama daha sonra kendisini sevecek detaylar yakalanıyor diyebilirim.

Genel olarak; minik bir liman, balıkçı tekneleri ve sahil boyunca göreceğiniz birçok turistik restoran ve kafeye sahip kendi halinde bir yerleşim yeri burası. Deniz kıyısına paralel sokaklarında da aynı şekilde restoranlar, kafe/bar ve hediyelik eşya dükkanları mevcut. Bu kısmı çarşı içi olarak adlandırırsak; çarşının ardında tek ya da iki katli evler ile sahile paralel sokaklar devam uzanıyor.. Bizim kiraladığımız ev bu sokaklardan birinde… Yine başarılı bir Airbnb deneyimi ile iki katlı, içi tamamen revize edilmiş, tertemiz bir evdi kendisi ve daracık sessizce bir sokakta olması da pek hoşumuza gitti diyebilirim (Limenas için hatırımda kalan en sevimli ayrıntıydı evimiz).

Limenas'da gece karanlığında ama özellikle de ıssız sokaklarda kaybolmanızı önerebilirim. Bu sayede, hem görsel olarak adanın güzel evleri görmüş hem de ada yerlileriyle karşılaşıp keyifli bir muhabbete sahip olma şansını yakalamış olursunuz.. Aynı dili konuşmadan da anlaşabildiğiniz sıcacık bir iletişim şekli bu ve ben bu tip kendi akışında gelişen sosyalleşmelere bayılıyorum...

Gel gelelim Limenas’ın şehir merkezi ve çarşı içi görsel olarak son derece sevimsiz diye düşünüyorum. Türk turistlerin çoğunlukta olduğu adada dükkanlar arasında hala “Hasan Şaş” esprileri havada uçuşuyor ve çarşının her yanında sürekli şikayet eden insanlar; sıra ve saygı bilmez bir şekilde dolanıyorlar. Genelleme yapmak istemem ama, esnaf da artık Türk ziyaretçilerden bunalmış gibi hissettik biz. Kaba ve nemrut bulduk bir çoğunu ve haksız da saymadık kendilerini.. Gittiğimiz yerleri tüketme ve çirkinleştirme huyumuzu hiç ama hiç sevmiyorum. Keşke ve en azından seyahatlerimizde bulunduğumuz yerin davranış biçimlerinden bir parça edinebilsek... Neyse, bu derin bir mevzu ve fazla uzatmadan anlatmaya devam ediyorum.. 

Lezzet olarak Limenas’da iki nokta atışı yapıyoruz. Biri, paylaşımlı olarak servis edilen ve street food yani sokak lezzetleri mantığında ürünler sunan Masabuka. Diğeri ise, klasik bir Yunan restoranından beklediğimiz her detayı son derece lezzetli bir şekilde önümüze getiren Simi Restaurant. Masabuka rezervasyonlu çalışmadığından mekanda yer bulabilmek adına yaklaşık 45 dakika kadar sıra bekledik, ama kesinlikle beklediğimize değdi.. (Bu arada Masabuka lezzeti Türkler tarafından öyle sevilmiş ki; 2018 yılı içinde restoranın Bebek’te bir şubesini açtılar, ancak aynı sunum tekniği uygulanmadığından olsa gerek -ya da belki de lezzet konusunda eksik kalmış da olabilirler- ne yazık ki mekan ilgi görmedi ve kapandı...) Simi ise başlı başına bir lezzet şöleni yaşattı bize. Rezervasyonumuz olduğu için bahçede kocaman bir ağacın gölgesinde, nefis bir masada oturduk ve gelen her tabağı silip süpürdük diyebilirim.. Ambiyans ve lezzet bir bütünü oluşturunca, hakikaten büyük keyif aldık bu restoranda.. Thassos genelinde iyi ve nitelikli akşam yemeği noktalarından biri olarak kabul edebilirsiniz kendisini…





PANAGIA:

Limenas’a 4-5 km uzaklıkta, Osmanlıların izleri taşıyan şirin bir köy Panagia. Köyün girişindeki kahvede soluklanmak, çeşmesine ağzını dayayıp suyunu içmek, köyün daha çok yaşlılardan oluşan halkını gözlemlemek, oğlak eti ile ünlü restoranlarında lokal lezzetleri tatmak ve tıka basa yenilen yemek sonrası köyün dar sokaklarında dolanıp nefis kapılarında fotoğraf molaları vermek gerçekten keyifli bir gün geçirmenizi sağlayacaktır.

Panagia Köyü’nde lezzet olarak oğlak eti ve kokoreç tavsiyesi veriliyor genel olarak ve denemek de kaçınılmaz oluyor haliyle.. Oğlak etinin hakkıyla pişirildiğini ve lezzetini sevdiğimizi söyleyebilirim, ancak kokoreç için aynı yorumu yapmak pek mümkün değil. Kokoreç, benim damak keyfime uygun bir lezzet değil aslında, ama masamızda ağır kokoreç sevdalıları var ve onların fikri; abartıldığı kadar iddialı bir lezzetinin olmadığı yönünde.. Panagia'da bizim restoran tercihimiz meydandaki Taverna Elena olmuştu, ama köy meydanındaki diğer restoranlardan birini de tercih edebilirsiniz; zira bu meydandaki restoranların lezzet ve menüleri çok da fark yaratmayacaktır diye düşünüyorum..

Panagia’ya cok yakın Potamia isminde bir de dağ köyü var adada.. Biz kısıtlı zamanımız olduğundan ve daha çok deniz tecrübe etmek istediğimizden Potamia ziyareti yapmadık, ama keyifli bir dağ köyü olduğundan bahsediyorlar. Notlarınızda olsun. 





Theologos:

Adanın bir diğer önemli köyü, gün batımı keyfini en görkemli şekilde yaşatan Theologos. Mesafe olarak Limenaria'ya daha yakın bir köy Theologos ve onun da Panagia gibi Osmanlı izleri taşıyan şirin cumbalı evleri var bolca.. Gün batımı konusundaki iddiası köyü fazlasıyla turistik bir yer haline getirmiş diyebiliriz. Tavernası bol ve evleri oldukça bakımlı olsa da köyün gerçek keyfi daha tepelere çıkıldığında yaşanıyor gibi hissettik biz. Köyün girişine göre daha eski, ama şıklığından pek bir şey kaybetmemiş evleriyle çok sevimli ve lokal bu kısım.. Şahane ağaçlar, ağaçlara ve evlere dolanmış asma yapraklarıyla pitoreks görüntüler sunuyor.. Gün batımı ise tamamen sizin ruhunuza kalmış bir detay gibime geliyor.. Mesela ben, gün batımı vakitlerinde daima denize yakın olmayı tercih ederim. O yüzden de Limenas’a yakın Karnagio Beach Cafe Bar harika bir gün batımı adresi benim için… İster mekanın terasından, ister kumsal kısmından bu enfes ve her gün tekraralandığı halde bizi her gün büyülemeyi başaran anı seyre dalabilirsiniz..




LIMENAS PLAJ ALTERNATİFLERİ

Limenas’ta konaklamak, gün içinde plajlara kolayca kavuşmak anlamına geliyor bir bakıma. Ama plajlardaki suların sakinliği tamamen rüzgara bağlı olarak değişim gösteriyor ve genel olarak da bu bölge hep rüzgarlı diyebilirim.. Bir adadayken rüzgarın yönüne göre plaj kararı almak gerektiğini bildiğimizden, o günkü hava koşullarını kontrol ederek, Limenas’ın kuzeyinde kalan Glyfoneri, Papalimani, Akti Pachi, Scala Prinou ve La Scala gibi yakın plajları fiziken de kontrol ederek mecburen elemek zorunda kaldık biz.. Oysa Glyfoneri minicik bir koyda bulunan saklı gizli bir güzellik olarak aklımızda kaldı diyebilirim. Rüzgar izin vermiş olsa o plajda çok keyifli saatler geçirebilirdik diye düşünüyorum. La Scala Beach ise bizim organize Çeşme-Bodrum plaj işletmelerimizi aratmayacak konfora sahipti, ancak yine denizin dalgalı ve bulanık hali nedeniyle bu işletmeden de faydalanamadık.. Önceliğimiz, şansımız da olduğundan dupduru ve kristal sularda yüzmekti. O nedenle de tatil boyunca yüzme değil de yalnızca bir öğlen yemeği tecrübesi yaşayabildik bu bahsettiğim plajları kapsayan kıyı şeridinde. O tecrübenin adresi de Tarsanas Beach'in tavernasıydı ve hakikaten çok keyifliydi diyebilirim. Yemek arasında denizinde de faydalanmayı ihmal etmedik elbette.. 





Güzel ve durgun suların peşinde olduğumuzdan, Limenas'dan bi miktar güneye doğru yol aldık arabamızla.. Limenas'in güneyinde kalan en yakın plaj Makryammos oluyor (Konaklama arayışınız varsa mutlaka göz atın derim). Makryammos’ta konaklayanlar dışında, dışarıdan gelenler de ufak bir ücret karşılığında plajından yararlanabiliyor. Açıkçası plaj ve işletmeyi çok çok sevdik, ama rüzgar hala bu bölgeyi kuvvetlice etkilediğinden Makryammos’u da pas geçtik biz.. Hedefimize de beklentimizi fazla yüksek tutmamaya çalıştığımız pek ünlü Marble Beach’i aldık..

Limenas’tan Makryammos’a doğru yol alırken Marble Beach'e ulaşmak için iki ayrı bozuk satıhlı yol şansınız oluyor. Açıkçası iki yolun da en az bahsedildiği kadar beter yollar olduğunu söylemeliyim.. Yunan adalarında bakir plajlara ulaşmak için bu tip patika yolları hemen hemen her yaz deneyimlediğimizden, karşılaştığımız yol bizi aşırı etkiledi diyemem, ama hakikaten zor bir yol olduğunu bilin.. Öyle kısa bir yol da değil ayrıca. Toplamda 4 km kadar zorlu bir patikada sürüş yapmanız gerekiyor. Normal şartlarda 4/5 dakikada yapabileceğiniz yolu en az 20 dakikada alıyorsunuz..

Vardığınız noktada ise Marble Beach olarak anılan yan yana iki ayrı koy görüyorsunuz. Biz, kısmen daha sakin göründüğünden Porto Vathy adındaki işletmenin bulunduğu koyu tercih ettik ve tüm günü aşırı keyifli yaşadık o dillere destan olmuş sularında… (su rengi hakikaten çok davetkar yani tam da bir mermer yatağında olması gerektiği gibi…)

Eğer sabah erken bir saatte yola çıkar ve plaja diğer ziyaretçilerden daha önce varabilirseniz, sahilin en ön bölümünde denize yakın bir yer edinip, tüm gün denizin tadını çıkartabilirsiniz.. Marble'ın su rengi muazzam bir mint tonu. İpekimsi kumları arasına karışmış minik ve beyaz mermer taşlar sayesinde kumunun rengi de bir başka güzel ve bunlara ek olarak çevresindeki yemyeşil doğa hakikaten gözlere şenlik bir kartpostal görüntüsü çıkarıyor ortaya.. 
Tüm bunların üzerine Porto Vathy işletmesi keyifli, temiz, biraları soğuk ve yemekleri de hiç fena sayılmaz.. Daha ne olsun?

NOT: Çocuklu aileler için hızlıca derinleşen bir sahil olduğunu eklemek isterim.









Yine Limenas’a yakın olan, meşhur Golden Beach’i ve hatta ondan da ünlü olduğunu kabul edebileceğimiz Paradise Beach’i de es geçmek için nedenlerimiz oldu. Golden Beach’in bulunduğu sahil gelişmiş bir kasaba havasındaydı ilk bakışta.. Upuzun bir plajdı ve çevresinde sayısız kafe, restoran ve barlarla çevrelenmişti. Sanırım bu nedenle de adanın en ünlü sahili burası kabul ediliyordu. Gece hayatı açısından da renkli olduğunu söylediler, ama bizim ruhumuzun ihtiyacı kesinlikle bu tip bir plaj deneyimi değildi. Aslında hatırlıyorum da Paros adasındaki Golden Beach de aynı bu konumda olmasına rağmen oraya bayılmıştık. Burasıysa bizim istediğimiz görüntülerle çevrelenmemişti.. Bir kere aşırı çarpık yapılaşmıştı ve de çok çok ama çok kalabalıktı...

Eğer daha önce Thassos ziyareti yapmış olanlardan plaj tavsiyesi isterseniz belki de ilk duyacağınız plaj ismi Paradise Beach olacak. Oldukça popüler bir plaj burası anladığımız. Hakediyor da... Etrafı çam ağaçlarıyla kaplı, kumu incecik, denizi pırıl pırıl ve organize bir plaj kendisi. Günlük ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz küçük bir işletmesi de mevcut, ancak yüksek sezonda kalabalık olduğunu söylemem gerek. Biz bu aşırı, ama çok aşırı kalabalık nedeniyle kendisinden hızla uzaklaştık diyebilirim.. Oysa yoğunluğu biraz daha tadında olsa eminim ki günümüzü burada geçirebilirdik..

Diğer yandan, henüz gitmemiş olsak da içimde bir Aliki sıcaklığı vardı benim... Belki geçmiş ada ziyaretlerimizde bu ismin sıkça geçmiş olmasıydı bu sıcaklığı yaratan, bilemiyorum... Ama Aliki’ye ulaştığımızda hislerimin beni yanıltmadığını bir kez daha anladım.. Çok güzel bir su rengi vardı Aliki’nin. Biraz yıkık dökük duran teraslı Yunan tavernaları ve plajın hemen ardında yükselen çam ağaçları sayesinde yeşil ve mavinin insanı huzurlu kıldığı bir seyir sunuyordu.. Aşırı da kalabalık değildi şansımıza.. Denizin içinden doya doya izledim doğasının güzelliğini. Oturduğum şirin tavernadan da denizine bakmaya doyamadım.

Bu arada bilginiz olsun; Aliki’nin sırt sırta vermiş iki ayrı plajı var. Biz yatların yanaştığı, işletme adedinin arttığı ve dolayısıyla daha kalabalık olan kısmını değil de, dediğim gibi iki işletmeli ve daha lokal görünen plajını tercih ettik. Bu arada Aliki Limenas’a değil, Limenaria’ya daha yakın bir noktada bulunuyor. Bunu da eklemek gerek. 





LIMENARIA:

Limenaria; adanın güneyinde kalan ve tam olarak adanın merkezi olduğu söylenen yerleşim yeri.. Feribotun yanaştığı Limenas iskelesinden hesaplarsak, yaklaşık 30 km.lik bir uzaklıkta kalıyor diyebilirim. Bu iki yerleşim bölgesi arasındaki yol ise ağaçlar arasında kıvrıla kıvrıla devam ediyor ve bu tip yolları sevenler için harika bir yol deneyimi sunuyor..

Limeneria sahili ve sahile paralel arka sokaklar birçok taverna, restoran, kahveci ve şirin seramik dükkanlarıyla dolu. Çevre yine çarpık ve özensiz duruyor belki ama sahilinde kalbimize dokunabilen bir taraf buluyoruz biz bir şekilde. Bir liman bölgesinden beklenen taze balıklar ve deniz ürünleri de bol bol mevcut etrafta. Gönlümüze ve gözümüze değen bir mekanda, klasik ada haritası basılmış kağıt masa örtüleri serili masalarda, lezzetli bir akşam yemeği yedik biz.. Suyuna ekmek banılası Yunan salataları, çıtır çıtır kalamar tabakları, lezzetli karides saganakiler ve özlediğimiz daha nice Yunan lezzetine doyduk adeta.. 









Psili Ammos, Limenaria bölgesine yakın ünlü plajlardan biri ve onun yakınında da birçok plaj işletmesi ya da bakir koylar bulunuyor.. Plajların çoğu kumluk ve denizin rengi yine diğer sahiller kadar etkileyici. 
Yani o bildiğimiz ve sevdiğimiz Ege işte!

Potos kasabasına yakın olan plajlara giderken ya da dönerken, Potos kasabasına mutlaka uğranmalı diyorlar, haksız da sayılmazlar.. Denize kıyısı olan bir kasabanın insan üzerinde bıraktığı o tatlı duygu nasıl tarif edilir bilemiyorum ama, o tanıdık hisler kesinlikle varoluveriyor bu kasabada..

Psili Ammos’a dönersek, kendisi geniş bir plaj ve oldukça organize. Tüllü localar dahi bulmanız mümkün oluyor. Pefkari ise kum-çakıl bir sahil. Organize bir plaj olmakla birlikte kamp alanı olarak da hizmet veriyorlar burada.. Kamp kurmaya meyilliyseniz mutlaka Pefkari üzerine inceleme yapın derim.

Giola ise adanın doğal havuzuna verilen isim. Aliki’ye yakınca bir konumu var. Yol bir noktadan sonra tabelalar sayesinde kolayca takip edilebiliyor. Kendisine ulaşmak için aracınızı Giola’ya varmadan park edip, taşlık yolda bir miktar yürümeniz şart. Ulaşılan noktada ise görüntü derin bir nefes aldırabilir size… Kendinize geldiğinizde, Giola doğal bir oluşum olduğundan, denizin aşındırıcı gücüne hakikaten şaşırıyorsunuz.. Yüksek sezonlarda sabah çok erken saatlerde orada olmak gerekiyor diyebilirim. Aksi halde ne bir tat almanız mümkün ne de gereken şaşırtıcı etkiyi üzerinizde bırakır diye düşünüyorum..

Bu arada Giola gün geçirilecek bir plaj olarak değil de yoldan geçerken uğranıp, doğal güzelliğine göz atıp, denizinin tadına bakılacak bir nokta olarak düşünülmeli.


(görsel internet üzerinde bir siteden...)

Limenaria’ya yakın olan Kastro Köyü’nü de es geçiyoruz biz. Kastro yerlisi arıcılık ile ilgilendiğinden ballarının lezzeti ada çevresinde nam salmış durumda, ama hava çok sıcak ve Panagia’dan bal satın almış olmak bizi bu ziyaretten kolayca vazgeçiriyor. Onun yerine erkenci davranıp yeniden Marble Beach’e gitmek ve denizin hemen önünde güzel bir yer edinmek ya da Aliki’nin kadife suyuna dalmak süzülmek inanın çok daha cazip geliyor fikren..

Benim Thassos’um işte böyle.

Aklımda kalan en derin Thassos hissi; dönüş feribotunu çok erken bir saate aldığımızdan, gün doğumuna feribotta şahit olmamızdı.. 30’lu yaşlarda, doğa beni iyiden iyiye kendine hayran ediyor gibi hissediyorum.. Her daim doğaya karşı duyuları kuvvetli biri olsam da sanki kendisiyle yeni yeni tanışıyoruz gibime geliyor böyle muazzam anlarda.. Yanımda da sevdiğim adam. Galiba 30’larımı en çok doğa ile olan ilişkimin daha da derinleşmesi yüzünden seviyorum, tabi bir de anne olduğumdan…

Sevgiler,
lulu
x


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder