10 Ocak 2017 Salı

VILLEFRANCHE - Anne Çocuk Tatili Vol.2

Selam!

Anne-Çocuk seyahatimizin oluşumu ve planlarımızı anlattığım ilk post sonrası serinin ikinci postuna geldi sıra.

Sırt çantalarımızı takıp, özgürlük üzerine kurduğumuz ve kendimize her türlü yaramazlığı yapabilme izni verdiğimiz heyecanlı Nice seyahati THY’nin konforlu uçuşuyla başladı. Uçakların rotalarını takip etmeyi sevdiğimden ve hakikaten o anları aklıma kazıdığımdan, özlediğim görüntüleri uçağımız alçalmaya başladığında Alpico ile bir bir paylaşmak harikaydı.. Uçağın minik penceresinden o nefis kıyı şeridini izlerken, uçağımız indi Nice'e iniş yaptı ve dilimizde “Bonjour Arkadaşlar” repliğiyle güle oynaya havalimanından dışarı çıktık. İkimiz de aşırı mutluyduk. Gidenleriniz varsa hatırlayacaktır; Nice havalimanı küçük olduğundan, çıkış sonrası hemen sol tarafımızda kalan bilet satış noktasından Lignes D’azur – 98 numaralı otobüs için biletlerimizi aldık. Aslında bu işi Alpico’ya yaptı demeliyim… (Lignes D’azur application olarak mevcut olduğundan Nice seyahatlerinde telefonunuzda hazır bulunması çok işinize yarayabilir)



Otobüs Nice'in ikonik caddesi Promenade des Anglais buyunca ilerleyip Cathadrale Vieux Ville durağına geldiğinde, artık kiraladığımız eve de iyice yaklaşmıştık. Evimiz, Vieux Nice yani Nice’in eski şehir bölgesinin ana meydanı Rossetti’ye açılan ilk sokaklardan birindeydi. 2013 yılında kiraladığımız evin içinde bulunduğu apartmanın yıkık dökük duvar işlemelerine ayrı, dairenin yüksek tavanlarına ayrı, dış panjurlarına ayrı bayılmıştık, o yüzden de duraktan apartmana doğru yürürken içim içime sığmıyor, rutubet kokusunu alacağım o ilk adım için sabırsızlanıyordum.. Alpcan’a yürürken koku hafızasından bahsettim, ilgiyle dinledi, ben de hatırlar mıyım o zaman diye sesli düşündü.. Çok tatlıydı…

Ev kiralama, bizim Alpcan dünyaya geldiğinden beri tercih ettiğimiz bir konaklama şekli oldu. Senelerdir bu tercihi Airbnb ile gerçekleştiriyoruz ve tek bir hayal kırıklığı dahi yaşadığımızı söyleyemem. Gideceğimiz şehri detaylı araştırıp, yaşamak isteyeceğimiz bölgeyi doğru şekilde belirlediğimizde internet sitesinde ne görüyorsak, onu bulduğumuzu rahatça söyleyebilirim.. Ayrıca en güzeli de her bütçeye ve her tip yaşam tarzına uygun bir ev bulmak her daim mümkün oluyor bu mecrada.. 



Neyse, seyahatimize dönersem; şehre öğleden sonra ulaştığımız için önce evimize yerleşip biraz soluklandık, sonra da akşam yemeği ve Alpico’nun heyecandan bir kuşa döndüğü dondurmacı ziyaretimiz için kendimizi sokaklara attık.. Eski şehir sokakları cıvıl cıvıldı, ama ağustos ayı için beklentimin altında bir kalabalığa sahipti diyebilirim. Nedeni üzücüydü elbette, ama bu duruma kendi adımıza bir miktar sevindim diyebilirim, zira ağustos ayında Avrupa'nın kalabalıkları insanı hayattan soğutabilecek seviyelere çıkabiliyor bildiğiniz gibi ve bu tip bir kalabalık bizim seyahatimizi de epey keyifsiz bir hale getirebilirdi.

İlk akşam yemeğimizde Vieux Nice'in dar sokaklarından birinde bulunan Chez Memere’de minik minik meze tabalarıyla farklı tadımlar yaptık. Ben daha önce hiç tatmadığım yerel bir bira denemesi yapıp pek mutlu olurken, Alpico da yerel bir limonata denemek istedi, ama hazır içeceklere alışık olmayan damağına pek keyif verdi diyemem.. Yine de ilk kadehlerimizi özgürlüğümüze kaldırdık ve bu fikir Alpcan’a her seferinde çok çok komik geldi. Yemek sonrası gerçek anlamda koşar adım mahalle dondurmacımız Gelateria Azzurro’ya yol aldık.
Ohh yaa! Gelsin can’ım lavantalı dondurmam...

Chez Memere Adres: 6 Rue Francis Gallo. 
Gelateria Azzuro Adres: 1 Rue Sainte-Reparate.







Günün yorgunluğuyla deliksiz bir uyku çektikten sonra iki erkenci olarak hayallerimizi süsleyen tatilimizin ilk sabah rutini için sokaklardaydık. Mahallemizin provans fırını -ki kendisi Vieux Nice bölgesinin en iyisi diye bilinir- La Fougasserie’den ton balıklı baget sandviçlerimizi ve çikolatalı kruvasanlarımızı aldık. Sonra yine mahalle pazarımız Cours Saleya’ya yürüyüp taze meyvelerimizi aldıktan sonra, Nice’in gözlere şenlik eşsiz turkuaz suyuna karşı taş sahiline oturduk.. Öyle mutlu ve keyifliydik ki; iki sırt çantalı için kahvaltının belki en rahatsız, ama en mutlu halini yaşadık diye düşünüyorum. 

La Fougasserie Adres: 5 Rue de la Poissonnerie.





Kahvaltı sonrası denizle de kavuştuktan ve dalgalarla neşe dolduktan sonra kendimizi günün kalanına bomba gibi hazır hissederek yolumuza koyulduk. İlk planımız Villefranche Sur Mer kasabasıydı. Paris'te yaşayan arkadaşım Ezgi, Villefranche için iç açıcı cümleler kurmuştu, heyecanlıydık.

Tren yerine Lignes D’azur’un 100 numaralı otobüsüyle kasabaya daha kısa bir zamanda ve enfes riviera manzaraları eşliğinde ulaştık, ancak sahil gerçekten çok aşağılarda kalmıştı, otobüs bizi tam olarak kasabanın tepelerinde bırakmıştı.. Açıkçası sahile giden yolun uzun olabileceğini hesaplamamıştım ve hava da aşırı sıcaktı. Liman bölgesine doğru minik adımlarla ve muhabbet ederek yürüdük.. Bir yeri keşfetmenin en güzel yolunun yürümek olduğunu bildiğim için Alpico’ya da bu fikrin nedenlerini anlattım.. Evlerin renklerine, sokakların temizliğine, insanların sakinliğine dair konuşurken başta zor gelen yürüyüş keyifle geçiyordu.. Ara sıra yanımızdan geçen arabaların bize özellikle dikkat ediyor oluşu Alpico’nun bile ilgisini çekti.. Yürümek O'nun küçük bedenini zorlamasın diye arada molalar verip, hem soluklandık hem de iki burun arasında kalmış nefis koyun fotoğraflarını çektik.. Böyle böyle sahile vardık.. (Manzara önemli değil, direkt denize ulaşalım derseniz; Nice tren garından Gare de Villefranche Sur Mer’e 7 dakikada tren ile ulaşılıyor.)

Ancak limana ulaştığımızda hedefe varmış olmanın heyecanıyla dolu olsak da sevincimiz kursağımızda kaldı diyebilirim, zira liman bölgesinde denize girecek bir koy yoktu. Burada yalnızca cruise gemileri ve irili ufaklı yatlar demirlemişti, lakin bu durum Fransiz Rivierası’nın deniz anlamında keyfine varacağımız bir sahil yürüyüşü şansı sunuyordu bize.. Aslında birkaç kilometre daha yürümek Alpcan'ı zorlamış olacaktı ama deniz heyecanı ve beraber geçirdiğimiz zaman onu bu yürüyüşe de motive etti.. Yine de o ne sıcaktı ve ne deli yorulmuştuk, size anlatamam....  

Alpico’nun kasabanın uzun plajı Plage de la Mariniere'de denize ulaştığı an ve yaşadığı sevinci sanıyorum uzun yıllar unutmam mümkün olmayacak.. 







Plage de la Mariniere'in denizi muazzamdı. Billur gibiydi ve ağustos ayı için serinliği de çok tadındaydı diyebilirim. Aslında sahil bizden sonra sahil fazlasıyla kalabalıklaştı, ama öylesine yorulmuştuk ki; bu durum umrumuzda oldu diyemem..

Bu sahilde denizden yararlanmak için özel bir işletme tercih edebilir ya da havlunuzla ince taşlı sahiline gönlünüzce yayılabilirsiniz. Yine de eğer plajda bir saatten fazla kalmayı planlıyorsanız, tartışmasız bir şemsiyeye ihtiyacınız olacağından işletmelerden birine sığınmak mantıklı bir tercih olur.

Avrupa'da geçirdiğimiz yaz tatillerinde, denizin içindeyken izleyebildiğim hatta zaman zaman irkildiğim tren görüntülerine denk gelmeyi çok severim ben. Trenin sesi kulağımdayken yüzmek, o sesi denizin içinden de duymaya çalışmak gibi bir ritüelim de vardır kendimce.. Villefranche hem bu duygumu beslediğinden hem de Alpico yüzmeye doyamadığından deniz keyfimizi tahmin ettiğimiz sürenin üzerine çıkarttık ve sonrası için de bu güzel kasabada geç bir öğlen yemeği yeme kararı aldık. İyi ki de öyle yapmışız.. Alpico, ona daha evvel anlattığım, kafalarını ve kuyruklarını beraber yiyebileceği minik balıklar ve patates kızartmaları için sabırsızdı, ben de koca bir tencere midye eşliğinde içeceğim iyi soğutulmuş bir kadeh beyaz şarabın hayalindeydim. Bu keyfi L’Oursin Blue’da uzun uzun ve gayet tembelce yaptık. Bu sayede kasaba ikimizin de aklına iyice kazındı diye inanıyorum. (Adres : 11 Quai de l'Amiral Courbet)

Bu enfes yemek sonrası günün kalan gezi planları olan, St.Jean Cap Ferrat ve Villa Ephrussi de Rothschild gezimizi Alpcan'ın da isteğiyle iptal ettik. Gidebilsek çok çok güzel olacaktı, ama bunu 5,5 yaşındaki o minnak ayaklara yapamazdım. O nedenle de yalnızca Villefranche Sur Mer deneyimi yaşamış olduk, ama onu da doyasıya yaşadık diyebilirim... (Asla pişman değilim.)





Minik, lezzetli ve filtresiz güzel Villefranche'i Fransız Rivierası içinde deneyimlediğimiz kıyı kasabaları içinde en sevdiğim olarak hatırlıyorum. Asil, ama basit hayatı ile beni öyle etkiledi ki; en son TheMagger’ın 10 farklı gezgine sorduğu “2016 yılı seyahat keşifleri” yazısında bile kendisini anlattım, zira tadı hala çok damağımda...

Günün sonunda Alpico da ben de aşırı yorgun, ama her anlamda doygun ve mutluyduk. Gece biraz parklarda dolanıp sokak sanatçılarını izledikten sonra, günü Fransızların bana göre en butik macaron dükkanlarından biri olan ve şirin ötesi dükkanıyla her akşam uğramayı ihmal etmediğimiz Les Gourmandises d’Angea'da dondurmalı macaron yiyerek bitirdik..
sevgiler
lulu
x


2 yorum:

  1. Bir solukta okudum! Tabii ki yanımda kara kaplı defterime notlar alarak :)
    Özgürlüğünüze kadeh kaldırmanızı okurken tebessüm ettim, çok hosuma gitti o an. Ben yine hayallere daldım Lulum, Eze yazını merakla bekliyorum:*

    YanıtlaSil