İstanbul yerine yaşamayı yeğleyebileceğimiz -tüm karmaşa ve kalabalıklığına
rağmen ve Rönesans ile Barok dönem aşkına- yegane şehirdir Roma.
Yıllar içinde bu fikrimiz değişir mi bilemem, ama şu an bu fikir haritada Roma’ya
doğru baskın duruyor.
2009 yılının Ekim ayında yaptığımız hakikaten unutulmaz bir Roma seyahati var.
O seyahatten sonra şehir içimize iyiden iyiye sinmişti çünkü bize kendini sevdirmek
için tüm kapıları bir bir aralamıştı diye inanıyorum. Bazı şehirler böyle
oluyor hakikaten.. Bir kere ziyaret etmekle şehrin yaşam dinamiğine dahil olmak
pek mümkün olmuyor, ama daha ilk bakışta aşırı seviliyor, başka bir iletişim
kuruluyor.. Sonrasındaki her seyahat ise, ilk seyahati besliyor ve hisleri daha
da yerli yerine oturtuyor.. Milano da böyledir bizim için, Atina da ve elbette
Paris de.... O nedenle asla ziyaret etmekten vazgeçmez, daima bir parçamızı o şehirlerde
bırakır ve her geri dönüşte sanki o parçayı yeniden bulmuş gibi hissederiz.. Roma
bu şehirlerin içinde bir parça daha farklı yerde, bir adım daha önde
diyebilirim; zira manevi yakınlığımız Sistine Sapeli'nde dilediğimiz
Alpcan sayesinde pekişip, hayatımızda unutulmaz bir anı bırakmıştır.
Roma hakkında
söylenecek çok fazla şey ve benim de bıraksanız sayfalarca anlatabileceğim
deneyimlerim var, ancak sevdiğim ve vazgeçmeyeceğim birkaç adresi yazıp
hafiften bir özlem gidermek istiyorum bugün.. İleride detaylı bir şehir
rehberi hazırlamak da aklımın bir kösesinde duruyor, zamanını bekliyor.. Belki,
o sırasını bekleyen zamana dek bir ya da birkaç kez daha kavuşuruz şehirle ve o
yazı işte o zaman çok daha anlamlı olur… Kim bilir?
Sanat aşkımı
bir kenarda tutarsam; Roma deyince bizim aklımıza ilk olarak filmler ve sonra da yemek
geliyor. Filmleri belki o hayalini kurduğum Roma yazısı için saklı tutarsam; deneyimlediğimiz
lezzetli Roma mutfağından başlangıç seviyesinde başlayarak üç ayrı
lezzet ve üç ayrı adres vereyim istiyorum. Hatta bu tavsiyeleri bir
miktar turistik olarak düşünebilirsiniz, zira Roma seyahati çoğu zaman turistik
mekanları deneme zorunluluğunu da beraberinde getiriyor diye düşünüyorum. Yani en azından ilk seyahatlerde...
Şehirde
bir gününüz hatta mümkünse Pazar gününüz olduğunu düşünelim. Pazar gününü bilinçli
olarak seçiyorum çünkü şehrin eski yerleşim bölgesi kabul edilen Trastevere'de
bulunan Porta Portese pazarına uğramak bu
şehirde Pazar günleri için yapılacak en nitelikli aktivite kabul ediliyor. Pazarda peynir,
makarna ve şarap alışverişinizi yaparken, -eğer şanslıysanız- kıyafet
dolabınıza ya da plak koleksiyonlarınıza da nefis parçalar ekleyebilirsiniz.
Sonrasında da Transtevere bölgesinin dar sokaklarında kaybolup, öğle
yemeği için nefis bir adreste duraklarsınız. Anlamı da hamurdaki eller olan restoranda muazzam makarna örnekleri yeme şansınız olur ve yediklerin için asla pişman olmazsınız.. (Pek turistik bir başlangıç olmadı açıkçası..)
"LE MANI IN PASTA"
Adres:
37 Via Dei Genovesi. (Rezervasyon şart)
Biliyorum
çok turistik ama yine de ALFREDO bir Roma klasiği ve tarifi sır
gibi saklanan lezzetli Fettuccine Alfrodo tabağını
denemek de kaçınılmaz bir adres. Bu arada yemek eşliğinde
Alfredo'nun kendi özel üretim şaraplarından denemenizi de tavsiye ederim.. Aslında bu da bir başka
turistik hareket ama yine de ısrarlarına karşı durmak gereksiz..
"ALFREDO"
Adres:
Piazza Augusto Imperatore 30. (Rezervasyon tavsiye ediliyor)
Roma'da pizza
için yüzlerce alternatifiniz var elbette, ama BAFETTO bir
başka.
Bence
kendisi bir klasik ve şehirde geçen bir günün öğleninde mutlaka deneyimlenmeli bir adres.
"BAFETTO"
Adres 1: Piazza
del Teatro di Pompeo, 18
Adres 2:
Via del Governo Vecchio, 114
x