17 Ekim 2018 Çarşamba

DOĞANBEY KÖYÜ


Yazın dibini kazıma işini noktaladıktan sonra siz de kendinizi sonbaharın huzurlu kollarına teslim ediyor musunuz?

Bahar aylarını tanımsız seviyorum ben.. Doğanın sıcak yaz günleri öncesi uyanışı veya tam tersi kendini kış aylarına hazırlayabilmek adına soyunuşunu takip etmek fazlasıyla melankolik bir havaya sokuyor ruhumu.. Bu aylarda dinlediğim müzikler değişiyor, izlediğim filmler farklı bir yola giriyor. Daha az okuyor, ama daha çok gökyüzüne bakıyorum.. Doğal olarak planladığım seyahatlerim de etkileniyor bu ruh halimden..

Geçtiğimiz yıl, mandalina kokulu vakitlerde planladığımız sonbahar kaçamağı bize öyle iyi gelmişti ki; hazır bu yıl da benzer bir planı yeniden konuşuyorken o kısacık ama enfes seyahati neden blogda yazmadım ki diye sorgularken buldum kendimi.. Aslında yanıtımı da biliyordum.. Sosyal medyanın olumsuz bir etkisi ile keşfetmeye ya da daha çok hunharca yaşayıp tüketmeye fazlaca hevesli insanlar haline gelince; sanki yazsam daha çok kişi bilecek, daha çok kişi oralara gidecek ve sanki o güzelim yerler büyüsünü kaybedecek, kirletilecek diye korkuyorum.. Yani ne diyeyim.. Umarım duyguları ile yaşayanların seyahat planlarına girer kendisi..



“Bir yere varma telaşı olmadan Ege’yi yaşayalım mı?” sorusuyla başladı aslında her şey. (Nedense, son yıllarda birçok duygu dolu seyahatim böyle tatlı sorularla şekilleniyor ve bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyor..)

Bambaşka planlar yaparken; sessiz, sakin, pek az bilinen ve içimize çok sinecek bir yer gibi hissettiğimiz Doğanbey Köyü için kararımızı verdik, zira geçmişinde hepimizin az ya da çok bildiği, yaşanmış acı dolu hikayeleri bulunan bir köyü ziyaret edecek olmak bize çok anlamlı geldi.. Bu duygularla, bir yere varma telaşı yaşamadan ve tam da hayal ettiğim bir playlist eşliğinde düştük yollara...

Yolun görsel olarak pek cezbedici olmayan kısmını atlatabilmek için Bandırma feribotunu kullandı, çünkü feribot sonrası Ege’nin bitki örtüsünü gözlemlemeyi hep çok sevdik. Bandırma çevresinin epik doğasında ara ara gözümüze değen tren yolu ve terkedilmiş eski tren istasyonlarını bir bir geçtik.. Akhisar sınırı ile başlayan narin bedenli zeytin ağaçlarına, Saruhan’nın üzüm bağlarına, Manisa sonrası doğanın çam ormanları ile kaplanışına bir kez daha hayran olduk. Harika bir yolculuk oluyordu...

Doğanbey’e yaklaştıkça yol daha da keyifli bir hal almaya başladı. Güllübahçe köy yolunda zeytin sıkım tesislerinden gelen keskin zeytin kokuları ve evlerin bahçelerini turuncuya boyamış mandalina ağaçlarının kokularını arabanın camından içeri misafir ettik.. Bu sırada başlayıveren kendi halinde bir sonbahar yağmuru bizi daha da mutlu etti. Güllübahçe’nin içinden geçen ağaçlıklı yolda ve Tuzburgazı Köyü’nün içinden geçerken etrafta gördüğümüz yaşlılara el salladık gülümseyerek. Doğanbey Köyü’ne ulaştığımızda ise hava iyiden iyiye kararmış, yağmur damlaları hızlanmış ama içimiz apaydınlıktı...







Aydın ilinin Söke ilçesine bağlı olan Doğanbey Köyü ülkemiz için çok önemli bir konumda bulunuyor, zira coğrafi olarak hem Büyük Menderes Deltası hem de Milet ve Priene gibi eski uygarlıkların tam olarak kalbinde kurulmuş bir yerleşim yeri. Kurulduğu yamaç, Büyük Menderes’in Ege Denizi ile kavuştuğu ana şahitlik ediyor ve ortaya nefes kesici bir manzara çıkıyor.. Köyün bu konumu onu "Dilek Yarımadası Milli Park Sit Alanı"nın içine girmesine neden olmuş zaten..

Doğanbey ile ilgili bilinmesi gereken en önemli şey, kendisinin bir Rum köyü oluşu.. Köyün Yunan nüfusu, 1924 yılındaki mübadele zamanlarına dek burada yaşamış ve ülkemizden, sahip olduğumuz en karakteristik Rum köylerinden birini bize bırakarak ayrılmışlar. O yıllarda köyün adı Domatia iken Doğanbey ismini almış. 80’li yıllarda ise yerleşik nüfus verimsiz ve rüzgarlı yamaç topraklarda tarım yapamadıkları için köyü terkedip deniz kıyısına yerleşmeye karar vermiş. Kendilerine yarattıkları bu yeni bir yaşam alanına ise Yeni Doğanbey ismini koymuşlar. (Elbette mimari olarak Doğanbey ile uzaktan yakından benzerlikleri olmayan yeni bir yaşam alanı olmuş kendisi..) Doğanbey ise, içinde yaşayan birkaç aile dışında neredeyse terkedilmiş bir köy olarak kalmış..

Yaşı yüzün üzerinde olan taş evlerin bazıları tamamen yıkılmış olsa da doğal ve kültürel güzelliklerle çevrelenmiş bu köyü keşfedip buralara yerleşenler olmuş ve bazı evleri Rum mimari dokusunu bozmadan restore edebilmişler. Bu sayede Doğanbey gerçekten de Ege’nin en karakteristik ve en kendine has köylerinden haline gelmiş. Köyün Arnavut kaldırımlı sokaklarında sakince yürümek, çeşmelerinden su içmek sanki bir başka zamana ışınlanmak gibi bir his veriyor insana ve bu his, köyün girişindeki Fauna Müzesi’nde dolanırken bir parça daha pekişiyor. Fauna Müzesi, Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı için hazırlanmış bir tanıtım merkezi. Müzede; köyün tarihi, bölgede yaşayan hayvanlar ve kıymetli bitkiler anlatılıyor. Özellikle çocuklu aileler için hoş bir aktivite.









Tek bir dükkanın bile varolmadığı, yalnızca Mola ismindeki küçük bir kafenin tapzate çay, okkalı Türk kahvesi ve enfes ötesi geleneksel bir Türk kahvaltısı sunduğu köyde, zihnen gerçekten de dinlenebileceğinize hiç şüpheniz olmasın. Mola Cafe’nin Büyük Menderes Deltası manzarası da bu seyahatin bonuslarından biri. Fakat aklınızda olsun, en iyi delta manzarası köyün girişinde bulunan gözlem kulesinden yapılıyor.

Doğanbey’de konaklamak isterseniz Mola Cafe’nin sahipleri Demir ve Gürkan Bey birkaç otantik köy evini kiralayabiliyor ve böylece köyün ruhunu daha derin yaşama fırsatı yakalıyorsunuz bu konaklama deneyimi sayesinde..

Bu noktada, bu denli sessiz sakin bir köyde akşam olduğunda ne yiyeceğiz sorusunun aklınıza gelmesi çok muhtemel.. Yeni Doğanbey köyünün içinden geçerek, enfes bir sahil yolu sayesinde ulaşacağınız ve doğru yere ulaştığınızı yolun gerçek anlamda bitmesi ile anlayacağınız bir restoranlar bölgesi bulunuyor. Bölge dediğime bakmayın, 3/5 derme çatma balık lokantasının sıralandığı minik bir jandarma bölgesi aslında burası. Karina sahili diye geçiyor ismi. Güneş olağanüstü görkemli batıyor bu sahilde ve restoranları da şaşırtıcı derecede lezzetli.. Karina sahilindeyken, Büyük Menderes’in Ege ile buluştuğu noktada bulunmuş oluyor ve coğrafi bir güzelliğe de tanıklık ediyorsunuz. Mevsim uygunsa eğer, zarif pelikanların da az ilerisinde oluyorsunuz ve bu görüntü de son derece iç açıcı..

Bu arada, jandarmanın restoranların hemen yanı başında olmasının nedeni, üzerinde olduğunuz kara parçasının Yunan Samos Adası’na en yakın nokta oluşu. Bu nedenle güvenlik burada üst seviyede tutuluyor. Biz akşam yemeği için restoranlar içinden Karina’yı tercih ettik, ancak mekanların hiç birinin bir diğerinden daha iyi ya da kötü olduğunu varsayamayacağınız bir yer bence burası.. O nedenle dilediğiniz restoranda günü sonlandırabilirsiniz.. 







Karina'da sahip olduğumuz enfes Ege masası sonrası, saat çok geç olmadan eski köy evimize dönüp yedi köy hanesi dışındaki tek yabancılar olarak tadına doyulmaz bir uykunun sahibi olduk. Sabah erkenden uyanıp, köyün tüm huzurunu içime çekerek yaptığım meditasyon yine unutulmaz anlar yaşattı bana.. Çok bir çaba sarfetmem de gerekmedi zaten.. Yalnızca o anda varolup, doğanın sessiz seslerine teslim ettim bedenimi ve ruhumu..

Daha sonra Mola Cafe’de kesinlikle ummadığımız kadar muhteşem bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu. Uzun uzun oturduk kahvaltı soframızda.. Kahvaltı sonrası ise bir çocuk sevinciyle beklediğimiz Miletus Antik Kenti keşfine doğru yolumuza koyulduk, ama ayrılmadan evvel Doğanbey’in kulağına yeniden geleceğimizi de fısıldayıverdik…

Türkiye’nin en karakteristik köylerinden birini tanımış ve kısa da olsa yaşamış olmanın huzuru içindeydik.. Giderseniz, sizin de öyle hissedeceğinize neredeyse eminim. Doğanbey; yolunuzun düşmesi, gözünüzün değmesi gereken nadir güzelliklerimizden yalnızca bir diğeri.. Deneyimlemenizi çok isterim.

lulu
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder