Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

2 Haziran 2017 Cuma

Bir nefes BOZCAADA

Can’ım Hayat;

Senelerdir “mutlaka” diye bahsedilen ama benim seyahat kibrimin ısrarla reddettiği bir destinasyona daha tik atmanın sevinçlerindeyim bu günlerde.. Ancak ve ancak ertelediklerimi yaşadığım ve çok sevdiğimde hissedebildiğim o pek tanıdık, heyecanla harmanlanmış huzur var içimde.. Sevilesi duygular, şahane bir yükseliş…

Hikaye şöyle;

1 Mayıs’ın resmi tatil oluşu ve pazartesi gününe denk gelişi, bahar mevsimini doyasıya yaşamak ve yaza tatlı bir merhaba demek adına kaçırılmaz bir fırsattı. Nasıl olduysa bir anda ortaya Bozcaada fikri çıktı ve tatile çıkmakta hiç tereddüt etmeyeceğim arkadaşlarımla (bu mevzu benim için hakikaten önemli) kendimizi planlar yaparken bulduk..

Seyahat günü, Tekirdağ yolu üzerinde yol alırken, kendimize gerçek anlamda bir güzellik yapıp; Çanakkale’ye Lapseki feribotuyla ulaşmak yerine, Eceabat’tan kalkan küçük feribotu yakalamaya karar verdik. Bahara tam anlamıyla uyanmış bir doğanın görüntüleri eşliğinde, doyulmaz bir yolculuk oldu bizim için. Ayrıca Eceabat feribotu kesinlikle daha sakindi ve seyahat süresi de Lapseki’ye göre daha kısaydı. Feribot sonrası köy yollarını kullanarak Geyikli Feribot İskelesi’ne ulaşana dek doğanın uyanışına ve renklerine şahitlik etmeye devam ettik. Toplam yol süremiz belki 1/1,5 saat kadar uzadı diyebilirim, ancak ruhumuzu doyuran bir yolculuktu.. Nefisti...  



İlk kez gittiğim yerlere uçaktan attığım ilk kuş bakışı, feribot ile bir adaya yaklaşırken gözüme ilk değen spesifik görüntüler ya da araçtan indiğim ilk an hissettiklerim benim tatilimin devamı açısından çok bağlayıcı olabiliyor.. Bozcaada’ya feribotla yaklaşırken içime tanımsız bir sakinlik yayılmıştı diye hatırlıyorum. Aslına bakarsanız, hissettiğim o sakinliğin gelecek üç güne yayılmasını dilemiştim içimden, zira Puglia seyahati sonrası "hayatı yavaşlatmak" fikrini şehirde de uygulayabilmek bir süredir üzerine çalıştığım bir konuydu.. Ve benim yüreğim Bozcaada'da hep sakin, hep sıcacıktı…

Konaklamayı yakın bir arkadaşımın evinde yaptığımız için otel deneyimi yaşamadık biz. Toskana’nın görsellerde bakmaya doyamadığımız geniş bahçeli müstakil evlerini andıran bir evdi kendisi. Her konuştuğunda beynini öpmek istediğim can'ım arkadaşım Ciğdem'in de dediği gibi; evin ve bahçenin her köşesi başlı başına doğal bir enstalasyon çalışması sunuyordu adeta.. Eğer ki ada hayatını daha evvel deneyimlemiş olsaydık, günlerimizi adanın güzelliklerine ayırıp, gecelerimizi evin bahçesinde kalabalık soframızda, ada şarabı ve eşsiz bir muhabbet ile taçlandırırdık diye düşünüyorum..



Bozcaada'da Rum Mahallesi adanın en cezbedici yeri kabul ediliyor. Bir bakıma da öyle.. Görsel olarak da duygu olarak da çok tatmin edici sokaklar buraları.. Stratejik konumu nedeniyle birçok kültürün izlerini taşıyan adaya Rum eli değmiş olmasını minnetle karşılıyor insan ve Türk ve Rum kültürlerinin iç içe yaşamış olmasının yansımalarını izlemek gerçekten keyif veriyor.. Mimarinin sade, naif ve özgün hali ara sokaklarda bize salına salına ve gülümseyerek adım attırıyor kesinlikle.. Ayrıca adanın dar sokakları hala mağazalarla dolmuş durumda değil. Bu yönüyle Alaçatı'nın -bana göre- sevimsizliğine zerre benzemiyor. Ada esnafının gözlerinde ticari bakışlar değil, hala içtenlik var bu nedenle.. En azından sezon dışında bu çok daha kuvvetli hissediliyor diyebilirim.. (Sen bir de sezonda gör diyorsunuz gibi geliyor, ama romantik yanım bunu duymayı reddediyor..) 







Corvus; adanın şarap üreticileri arasındaki en tanıdık isim olsa da biz daha yerel lezzetlerin pesindeyiz. Talay Şarapçılık; geçmişten bildiğimiz ve tadım yapıp gelişimini görmek istediğimiz bir isim.. Merkezde bulunan mağazalarından tadım yaparak değil de (2013 yılında çıkan bir kanunla alkol tadımı ne yazık ki yasaklanmış) satış ekibi ile damak zevkimizi konuşarak birkaç şarap seçiyoruz. Amadeus ise şarap zevkine güvendiğimiz yakın bir arkadaşımızın önerdiği bir diğer isim.. Ada merkezine on dakika mesafede çok keyifli bir fabrikası ve fabrika önünde de şirin bir barı bulunuyor Amedeus'un. Burada beş şaraplık bir tadım menüsü satın alıyoruz ve keyifli müzikler eşliğinde tadım yaparken, favori şarabımızı belirliyoruz.. Ama yine de aradığımız lezzet tam olarak bu değil! Adalı arkadaşıma sürekli "ev şarabı bulamaz mıyız?" sorusunu yöneltiyoruz. O da bize; "artık yapan varsa dahi ancak kendine yapıyor, satanı bulmak imkansız" diyor, üzülüyoruz.

Ancak unutmamak gerekir ki; evren müthiş bir enerjiye sahip ve bizi adanın yerlisi Faruk Senten ile karşılaştırıyor.. Onunla karşılaşmamız, evinin camının önüne yerleştirdiği ve üzerlerinde dünya edebiyatının önemli kalemlerinin isimleri yazılı olan boş çiçek saksıları sayesinde oluyor… Bu evin sahibi kimdir acaba diye kendi aramızda konuşurken ve saksılara hayran olmuşken, Faruk Bey evinin kapısından dışarı çıkıp bizi görüyor ve başlıyoruz ayaküzeri muhabbete.. Edebiyat dünyasından girip, şaraptan çıkarken Faruk Bey'in ev şarabı yaptığını öğreniyoruz. “Hadi” diyor Faruk Bey, “Benim kısa bir işim var, siz de dolaşmaya devam edin ve sonra evin önünde yeniden buluşalım”

Yarım saat kadar sonra Faruk Bey’in şirin evinin kapısı önündeki minik verandada, hem beyaz şarabımızı hem de kaliteli bir sohbeti yudumluyoruz. Bu arada şarap da şarap hani.. Aradığımız lezzeti bulmuşuz, keyfimiz nasıl yerinde siz düşünün… 







 

Oradan çıkıp yine adayı keşfetmeye devam ediyoruz. Alpcan’a sevinç çığlıkları attıran graffitiler görüyoruz yol üzerinde.. Çabasız güzelliğiyle ışıldayan evler, doğada gözlenmesi en keyifli çiçeklerden biri olan gelincikler ve kendine has birçok mekan değiyor gözümüze.. Vaktimiz var, acelemiz yok ve hava da tam tadında.. Yol, bizi eskiden mezbaha olarak kullanılan Salhane’ye ulaştırıyor sahilin en sonunda.. Mekan, gündüz kafe akşam bar olarak hizmet veren, kayaların arasında kalmış ve denizin tam olarak yanı başında konumlanmı durumda. Hem deniz hem de kale manzarası var ayrıca.. Çok seviyoruz burayı… Sanırım gidip de sevmeyeni de yoktur..

Ada sokaklarından liman bölgesine doğru indiğimizdeyse, ada içinde aslında çok merkezi olsa da bir şekilde saklanmış bir cennet olduğunu düşündüğümüz Miskin Seramik Atölyesi ile karşılaşıyoruz. Bulunduğu binanın dokusunu hiç bozmadan dekore edilmiş oluşu ve ferahlığıyla hepimiz çiçekleniyoruz adeta buraa ve sanırım bir saat kadar bir süreyi binanın içinde ve bahçesinde geçiriyoruz. “Adaya bir de sezonda gelip, düzenlenen seramik atölyelerine katılalım” diyoruz kızlarla birbirimize.. Alpico bile bir hatıra alalım telaşında ama kararsız da kalıyor.. “Çok güzel yapılmış hepsi, seçemiyorum anne” diyor heyecanla...





Adanın hayran olunası bir diğer yanı da plajlarının hala bakir kalabilmiş olması ve limanından dahi denize girebiliyor oluşu... Her Yunan adasında, limanın temizliğini ve suyun berraklığını görünce bizi sarmalayan, sinirle karışık “neden bizim denizlerimizde de bu temizlik ve berraklık mümkün olmuyor?” sorgusunu burada kesinlikle unutuyoruz..

Adanın bakir koylarındaki yaşam içimizi ısıtıyor, Ayazma’nın buz ötesi denizinde kendimize geliyor, güneş batımı öncesi Beylik Plajı’nda görsel bir şölen yaşıyoruz... Güneş, bulutlar yüzünden deniz üzerinden gözden yitirilemese de bulutların ardına saklanışına da büyüleniyoruz adeta. Seneler önce karaya oturmuş soğan gemisi de resim karelerimizi kesinlikle daha romantik kılıyor...

Rüzgar, ada hayatının vazgeçilmez bir parçası. Onsuz ada, ada değil sanki.. Gel gelelim, evren nefis bir kıyak çekiyor bize.. Ayazma’da serin sulara daldığımız gün zerre esmiyor ve güneş ışınlarının bizi doyasıya ısıtmasına izin veriyor. Bir yandan D vitaminine doyuyoruz, diğer yandan şükür doluyuz hepimiz..





Bozcaada'da Lezzet..

Adanın lezzet adresleri hakkında deneyimleyip hakikaten yazılmaya değer olanlardan bahsedebilirim hızlıca...

Rengigul Art & Kitchen’da son yılların en keyifli kahvaltılarından birine sahip olduk diyebilirim. Çok mu farklıydı? Elbette değildi, ancak sanat ile iç içe tasarlanmış, sergi gezerken tabağınızı üst kalite malzemelerle donattığınız; pişili, bol yeşillikli, kırmızı reçeli bol, peyniri çeşitli, yani rengarenk ve ayrıca da ziyadesiyle güler yüzlü servisi olan bir kahvaltı sabahı sundu bize.. İnsan böylesi keyifli işletmelere pek kolay rastlamıyor artık, o nedenle de tadına doyulmuyor...

Vahit’in Yeri; Ayazma öncesi ya da sonrası öğle yemeği için tercih edilmesi şart bir ada klasiği pek tabiki.. Bunu adaya gitmeden evvel içime çok sindirmiştim ben de.. Çok butik bir işletme olduğunu söyleyemem, ancak Yunan adalarında görmeye alıştığımız ada haritası baskılı kağıt masa örtüleri, geniş zeytinyağlı çeşitleri ve kalabalığına rağmen hala anne patatesi kızartabiliyor oluşları nedeniyle NET sarıp sarmalanası bir mekan olduğunu söylemeliyim...

Cabali Meyhane; akşam yemeği için tercih ettiğimiz mekanlardan biri oldu. Yediğimiz her meze tabağına bayıldık diyemem, ama kaya koruğu ve zahter mezesi ile aklıma mühürledim kendilerini.. Balığımızı da güzel pişirmişlerdi ki bu bizim gibi balık konusunda damak zevki yüksek bir çifti ziyadesiyle mutlu etti....

Coffee Shelter için adadaki üçüncü kuşak kahve dükkanı konseptinin en iyi örneği diyebilirim. Evet, ben pek -hatta hiç- kahveci değilim, ama mekanın ortamını ve dekorunu sevmemek mümkün değildi.. Shelter'a girer girmez kendimizi bambaşka bir döneme ışınladık adeta ve yine telaşsızca tadını çıkarttık burada bulunduğumuz anın..

Bu arada deniz kıyısındaki bazı çay bahçesi/kahveci kıvamındaki old school mekanlarda kahvenizin yanında gelincik likörü servis ediliyor adada.. Bu enteresan ve ferahlatıcı lokal lezzeti tatmanızı tavsiye ederim. Hele ki kahvaltıda gelincik reçeli bulursanız, bence es geçmeyin..

Dondurmalar elbette Çicek Dondurma'dan. Bu bir ada klasiği dediler, eksik kalmadık biz de.. Lavanta, incir ve bal badem versiyonlarına da bayıldık..

Ve son olarak; dönüşe geçmeden evvel, Veli Dede’nin efsane kurabiyelerinden de nasiplendik topluca! Tavsiyem kurabiyeleri yerindeyken taze taze yemeniz ve yanınıza da az miktarda almanız, zira kurabiyeler tazeliğini kaybettiğinde aynı lezzet etkisini almak pek mümkün olmuyor.. Veli Dede'nin sakızlı kurabiyesi de pek meşhur aslında, ama bizim sevdamız tereyağlı kurabiyeye..















İşte böyle Hayat!
Ve içim sana pek çiçekli Bozcaada...
Umarım durdurulması neredeyse imkansız gelişimin, güzelliğine zerre dokunmaz.. Hem b
iricik Homeros'un dediği pek de tuhaf durmuyor... “Tanrı, insanlar uzun bir ömür sürsünler diye Tenedos’u yarattı”.

sevgiler
lulu
x