30 Eylül 2013 Pazartesi

Mutlu Bir Yaz

Geriye dönüp bakınca içimi ısıtan "Mutlu, umutlu bir Yaz"dı diyebiliyorum...

Güzel tatiller, leziz yemekler, enfes okumalar, bir dolu a-acaiip film, dostlarım, paylaşımlarımız, çoğalmalarımız, meditasyonun olumlu ya da olumluya döneceğine daima inandığım kısa süreli negatif etkileri, keyifli uçak yolculukları, hayatımın en güzel yaşına dediğim merhaba, Aşk ve Alpcan....

Hayat, sana bir kez daha teşekkür ederim.
Şükürler olsun her bir anına... 



Yaz en yakın arkadaşımın düğünüyle başlamıştı. Harika anlar ile anılarımız zenginleşmişti. 



Sonra beni gerçek anlamda hayatımın bir döneminde yaşamayı hayal ettiğim "Eze Village" ile tanıştırmıştı..

Eze, 2013 Cote d'Azur seyahatimin en etkileyici adresi olmuştu. Köyün ara sokaklarında sakince dolanırken bir hafta sonu sırf yazmak için bile olsa, yeniden gelip konaklamak için kendime söz vermiştim.. Sabahları köyden yürüyerek inip (mümkünce Nietzsche'nin enfes patina yolundan) gözlerimi hemen aşağıda gördüğünüz manzaraya açarak yeni güne merhaba demeyi düşlemiştim.. O ana tam olarak "cennetimden bakarken" diyebilirdim çünkü.. 



Ben dolu bir seyahat yaptım! Floransa aşkım ile yeniden kavuştum, kendime döndüm, ben'imi yeniden keşfettim.. Dönüş yolculuğunda bulutların üzerindeyken yine ve yine en çok "şükürler olsun" geçti içimden..



Son yılların en leziz şarabını bu yaz içtim.

2006 yılında tarihlenmiş bir kırmızı Rubesco! 
Hatırlanası keyfimiz uğruna mantarı bile evimdeki en kıymetli koleksiyon olan "Masumiyet Müzesi"nde yerini aldı... 



İyi yemek yaparım da, hayatımda ilk kez ve ilk denemede enfes bir lezzet noktasına erişebildiğim levrek buğlama yaptım.. Bir balık yemeği de "mutlu yaz anıları"na yazılır mı demeyin sakın! Mutfak beni her zaman besledi, medite ve mutlu etti...  



34 sayısına olan manevi bağlılığım düşünülürse, meğer beklediğimden çok daha güzel bir yaşmış da o yüzden ben kendisini çok severmişim hissiyle dolup taştım bu yıl... Kutlamalar, minik hatırlanası pastalar ve harika cümlelerin ilgili kişisi oldum, mesut oldum.. Yeni yaşın en değerli hediyelerinden biri adıma dikilmiş "20 adet fidan"dı.. Ne tatlıydı!



34 yıllık hayatımın tatlı tuzlu tecrübelerini alıp bileğime takmak istemiştim bu yıl... Kendime ait ve baktığımda bana olduğum beni hatırlatacak bir bileklik buldum sonunda. Hem de "ben" seyahatim Floransa'da ve 
Kiel James Patrick markasında..



Bodrum/Mazı benim yazlarımın belki de en kıymetli anlarını veriyor bana senelerdir.. Ritüeli bozmayıp kendisine yeniden kavuştuğum için son derece mutluyum.. Sessiz bir doğaya gözümü açıp, gerçekten yüzümü deniz suyu ile yıkayabildiğim, "Günaydin Hayat" demenin en buyuk hazzını aldığım ve tüm lüks beklentilerinden sıyrılarak "cennetim" dediğim sığınağım o benim...  



Alpcan ile taçlanmış, güzel ailem benim. Bu yaz da karşılıklı verdiğimiz tüm emek ve özenin karşılığını sağlık ve mutluluk olarak geri aldık evrenden.. Yazlık günleri, özlem günleri vs derken zaman geçti ve geriye yalnızca bizim olan ve mutlu olduğumuz anların huzurlu anıları kaldı.. 



Ve, mutlu yaz kendini hüzünlü sonbahar aylarının kollarına bıraktı... Sonbahar demek hüzün demek belki çoğumuz için, ama ben illa ki bir bahar sevinci bulurum bu aylarda da...

Can'ım Belgrad'ım. 
Hafta sonlarımın nefes anları.. 



Daima sevgiyle... "Daima"

lulu
x

9 Eylül 2013 Pazartesi

CANNES


Bir seyahat sever, üzerine bir de sinema severseniz gitmeyi hayal ettiğiniz şehirler listesinde mutlaka Cannes bulunuyordur diye düşünüyorum...   

Benim hayata bakış açımın merkezinde beklentilerimi maddi ya da manevi olarak çok yüksek bir seviyede tutmamak var, zira tüm huzurun basit bir düşünce bulutunda saklı olduğuna "kendimce" ve neredeyse eminim... Elbette en iyisini, en güzelini ben de isterim tüm kalbimle (evren de zaten "iste" diye salık verir...), ama bu isteme halinin de yolları vardır benim nazarımda ve bunları maddiyatla ilişkilendirmemeye itina ederim. Bu huyum 30'lu yaşlarımın başına dek yaşadığım olumlu olumsuz tüm hayat deneyimleri ile şekillendi ve şekillenmeye devam ediyor diyebilirim ve bu yolda bana ayna olan her bir bireye de minnettarım.

Heyecan.. İşte tam bu noktada maddi değeri çok yüksek olan ve zorla erişebileceğimiz bir eşyaya sahip olmak heyecanı yerine, bana hakikaten iyi gelecek manevi belki de bir bakıma ruhani bir heyecanın peşinden koşmayı yeğliyorum... Seyahat etmek ve her seyahatte bir parça daha kültürlendiğimi, geliştiğimi, yenilendiğimi hissetmek bu yüzden bana "hayat" verdi, veriyor..

Cannes, Code d'Azur seyahatimin fikren en heyecanla beklenen şehriydi inkar edemem.. Cannes nasıl bir ruhani tatmin verebilir demeyin.. Kimsenin düşünce bulutunun içinde neler olup bitiyor, o şehrin sokaklarında adım atarken o buluttan hangi parçalar kopup kopup önüne geliyor bilemezsiniz.. Ben de bilemem kendime dair zihnimin kıyı köşelerinde neler olup bitecek..   

Evet, ben bir sinemaseverdim ve o şehirde bulunmak her sinemasever için olduğu gibi benim için de anlamlıydı.. Her yıl takip ettiğim festival, hatta kırmızı halı, jüri üyeleri, yorumlar, izlemek istediğim filmleri listelediğim minik not defterlerim, izledikten sonra bana düşündürdükleri, hayatımla özdeşleştirdiğim kimi sahneler...  

Festivalin kapitalis sistemi destekleyen bariz bir yönü var ve zaman zaman çok acımasızca da eleştirilir bu yönü, ama yine de biz gibi sinema sayesinde kendini çok daha iyi hisseden, hatta kendini gerçek anlamda tanımaya çabalayan bireyler festivalin bu yönüne takılıp kalıyor mu çok emin olamıyorum... En azından ben onlardan biri değilim...

İşte bu sinema sevdası yüzden ilk önce Palais des Festivals et des Congres binası önünde bulunan kırmızı halıya doğru adeta koştum diyebilirim. Kabul, aşırı turistik bir hareket kendisi, ama çok çok mutlu etti beni o merdivenlerde bulunmak..  Aklıma bir dolu fotoğraf karesi geldi o merdivenlere bakarken. Hatta birçok da sansasyonel haber hatırladım film festivallerinde yaşanan.. Merdivenler sonrası, kongre binası çevresindeki kaldırımlarda olan yıldızların el izlerini inceledik sevgiliyle. O anlar Alpico için de tatlı bir oyun zamanı gibi oldu.. Bize filmler hakkında konuşmak için zaman tanıdı.. 

Kendine has, özgür ve çok havalıydı Cannes. Biraz torpil yapıyorum kendisine elbette, ama bir yandan da tam hayal ettiğim gibiydi. Sanat ve lüksün birleştiği sahil şeridi, dünyaca ünlü markaların prestij mağazaları, küçük Fransız pastaneleri, daracık sokakları ve içimizi ısıtan restoranlarıyla şehir bana ruhunu çok net ve beklediğim kadar hissettirdi diyebilirim. Ki diğer Fransız şehirlerinin sahip olduğu doğal güzelliklere asla sahip olmadığı halde...

Seyahatin en özenli günü ilan ettiğimiz Cannes şehir turunda, Boulevard de la Croisette boyunca gerçek anlamda salına salına yürüdük sevgiliyle. Hava sıcaktı ve biz Alpico'muzu da düşünerek Le Suquet'in dar sokaklarını takip ederek ulaşılan şehir kalesine çıkmayıp şehri kuş bakışı izlemekten vazgeçtik. Vaktimizi daha çok plajda geçirdik ve bu çok doğru bir karar oldu diyebilirim. Cote d'Azur sahillerinde bulunması pek mümkün olmayan kumu Cannes sahilinde bulmak ve keyif yapmak üçümüze de çok iyi geldi. Plaj işletmeleri elbette müthişti. İkonik fotoğraflarda gördüğümüz nostaljik sahnelere benzer kareler çarpıyordu gözümüze çevreye her göz attığımızda.. Ancak denizi için pek iç açıcıydı bir yorum yapamam, hatta vasattı bile diyebilirim..

Plaj sonrası şehrin en ikonik otellerinden Intercontinental Carlton'ın barında Martini (bu benim kişisel hayalimdi) üzerine beyaz şarap keyfi yaptık sevgiliyle. Sanki bir filmin ön gösteriminden çıkmışız da bir sinemasever olarak filmin üzerine tartışma yapmak adına gelmişiz gibi...  

Carlton sonrası sokaklarda salınırken notlarımda olan "Laduree'a mutlaka uğra" direktifini de atlamadım.. Laduree ve makaronlarını severim. Lezzetine tutkun olduğumu söyleyemem, ama kendi çapımda senelerdir biriktirdiğim macaron kutuları koleksiyonum olduğundan, Cannes'a gelip de buradaki Laduree şubesine uğramadan dönmek elbette istemedim.. Alışveriş anında öğrendiğim kadarıyla, 2014 yazında Cannes şehrine özel kutular da tasarlanacakmış. 2013 yılında olduğumuz için bu özel kutulardan alamadım elbette, ama koleksiyonumda olsun istediğim ve Cannes'e de bir parça yakıştırdığım bir kutu seçebildim..

Seyahat dönüşü buradan aldığımız maraconlardan biri ise Alpcan'ın ilk macaron denemesi olarak ailemizin kişisel tarihinde tatlı bir yer buldu...    


NOT: Harita üzerinde bakarsanız, Cannes'ın hemen yukarısında dünyanın ilk ve söylenenler doğru ise tek parfüm şehri olan Grasse bulunuyor. Grasse şehrinde, 16.yy da parfüm endüstrisini başlatan ünlü parfüm evi Fragonard'ın ve diğer büyük parfüm üreticilerinin fabrikalarını gezip, üretim süreçlerine ve hikayelerine tanıklık ediliyor. Chanel No:5′in çiçekleri hala bu şehrin çevresinde bulunan tarlalardan toplanırmış örneğin... Parfüm ve şehir öylesi bütünleşmiş ki; parfümlü yemekler yapan bir restoranı dahi var..

Şehre tren ile ulaşım son derece kolay. Hatta günlük bir ziyaret için Grasse ve Antibes'i birlikte planlamanızı tavsiye edebilirim. Eğer aracınız varsa, minik bir ek tavsiye olarak Saint Paul de Vence köyüne de uğramanız enfes seyahat anılarının kapılarını aralayabilir... Bana güvenin....

Sevgiler
lulu
x