21 Temmuz 2012 Cumartesi

SINTRA


Portekiz seyahat notlarıma "mutlaka" diye notunu düştüğüm, Unesco'nun koruma altına aldığı dünya miraslarından biri kabul edilen büyüleyici Sintra kasabasını ya da şöyle demeli; Sintra Doğal Parkı'nı görmek seyahat anılarımızda çok kıymetli bir yer edindi. 

Masal diyarı bir Orta Çağ kasabası Sintra.. Orta Çağ dendiğinde yaşam koşulları olarak "masal" değil de "kabus" kelimesi çok daha uykun kalsa da mimarisi Avrupa'nın hangi köşesine gidersek gidelim bizi görsel açıdan inanılmaz tatmin ediyor. Ne acayip bir çelişki değil mi? Sintra da bu çelişkiye sahip... Çok güzel, çok mistik, rengarek ve öylesine huzur verici ki; ülkenin en önemli şehrinden çok da uzaklaşmadan olağanüstü mimarisi ve yeşilinin onlarca tonuyla kolayca tanışabilmek seyahatseverler için büyük bir şans diye düşünüyorum.. Tepeleri üzerini bir anda kaplayan sisi, ilham verici atmosferi ve sanat ile yoğrulmuş lokal hayatı hakikaten deneyimlenesi..

Bu kasabada konaklamak elbette çok cazip bir seçenek. Hatta daha verimli olur bile diyebilirim, ama daha çok günlük ziyaret şeklinde programlandığını de eklemem gerek. Dediğim gibi Lizbon'a çok yakın oluşu bu kasabayı bir tam günde genel hatlarıyla gezebilmek için en büyük artı ve gezginlerin büyük bölümü de bu şekilde planlama yapıyorlar.. Yine de bir tek gece ve iki tam gün olarak konaklama planlaması yapmış olmayı isterdim. Lakin keşkelere yer yok hayatta...

Sintra'da görülecek ve keşfedilecek çok fazla şey var aslına bakarsanız ayrıca oldukça da geniş bir dağlık alan üzerine kurulmuş bir kasaba kendisi. Bir tam günde her önemli tarihi yapıyı gezme şansınız bu nedele pek mümkün değil.. Gitmeden önce bir planlama yapmak ve gezilecek yerleri kafanızda netleştirmek zaman tasarrufu yapmanız adına tavsiye edeceğim en önemli detay. 


Ana meydanı, ara sokakları ve gözünüze değen koni bacalı saraylarıyla daha ilk bakışta kendini sevdirebilen fotojenik ya da Orhan Pamuk okuyucularının aşina olduğu gibi; pitoresk bir kasaba burası. Portekiz tarihi boyunca birçok kral ve önemli aile için de yaz tatili adresi olmuş bu nedenle.. Öyle ki; kasabada evden çok saray var dersek abartmış sayılmayız.. Sokaklarında gezindikten, tezgah ve dükkanlardaki lokal ürünlere göz attıktan sonra yapılması gereken yegane şey de bu sarayları detaylıca gezmek oluyor zaten.. Meşhur Portekiz fayanslarının -ki ülke bu fayansları 16. yy'da kullanmaya başlamış- en güzel örneklerini bu saraylarda göremeniz muhtemel..

Pena National Palace, Sintra National PalaceRegaleria Palace and GardensMoorish Castle (bölgedeki islami varlığı temsil ediyor), Monserrate Palace and Gardens ve National Palace of Queluz kasabanın görülmesi gereken en önemli adresleri. Biz, Alpcan ve pusetiyle olduğumuzdan en detaylı gezimizi Regaleria Palace and Garden yana kullandık. Abartıyor olmak istemem, ancak hem yapı hem de bahçesinin güzelliği karşısında nutkumuz tutuldu diyebilirim...

Regaleria Palace yine Unesco tarafından dünya mirasları listesine alınmış -bana göre- Sintra'nın en romantik yapısı.. Portekizli ünlü Carvalho Monteiro ailesi toplamda 4 hektarlık bir alana yayılmış bu yapıyı yazlık ev olarak kullanmış zamanında. Bina, neo-manueline yani (Geç Götik) tarzında inşa edilip, Portekiz'in en iyi mimarları tarafından dekore edilmiş ve ortaya çıkan sonuç -zamanında- Portekiz genelinde müthiş bir beğeni toplamış. Şimdilerde müze olarak ziyarete açılan bu yazlık sarayın içinde ve bahçesinde insan kendini rahatça o dönemlere ışınlayabiliyor. Müthiş bir deneyim ve diğer saraylara göre daha sakince diyebilirim. Ez azından bizim seyahat ettiğimiz yıl (2012) için bunu söylemek mümkün...

Gotik geleneğinin Portekiz'deki yansımalarını çok iyi okuyabileceğiniz süslü püslü sarayı (ki sarayın içindeki odalar müthiş etkileyici), şapelini, minyatür göl ve çeşmelerini, sarnıçlarını ve biraz da korkutucu gelen kulelerini detaylıca incelemenizi öneririm.. Özellikle yer altı tünel ağını...

Moorish Castle; Sintra dağlarının en yüksek tepelerinden birinin üzerine inşa edilmiş. 10.yy'dan olduğu söyleniyor. Kale surlarında yürüyüş yapıyor ve muazzam diye tanımlanan Sintra ve Atlantik Okyanusu manzarasına bakakalıyormuş insan. Biz puşetli olduğumuz için bu deneyimi yaşayamadık ama özellikle yeterli vakti olanlar manzaraseverler için nefis bir adres kendisi.. 

Pena Palace Sintra’nın en ünlü tarihi yapısı. Yakın bir geçmişten, 19. yy'dan geliyor..  Manastırı, II. Ferdinand tarafından yaptırılan bölümü, avlusu, tavanları, seramikleriyle benzersiz bir eser hakikaten.... Ve en büyük zamanı da bu saray alıyor. 

National Palace of Queluz; kasaba dışında kaldığı için Pena gibi yoğun ziyaret edilen bir yapı değil. Görselleri insanın aklına Paris'in Versay Sarayı'nı getiriyor. Burası da Portekizin'in Versay'ı diyebilirim... Vaktiniz varsa zaman ayırılacak enfes bir saray kendisi. 

Monserrate -yine aynı cümleleri kurmuş olacağım belki ama- büyüleyici bir saray ve botanik bahçe! Ruhunuzu, gözlerinizi doyurmak için en güzel adres bile diyebilirim..

Tarihi geziler dışında bu kasaba hakkında şu notu da iletmek istiyorum size; temmuz ve ağustos ayları Sintra'da klasik müzik konserleri ve dans performanslarının yapıldığı dönem başlıyormuş.. Seyahatlerinizi festivaller ışığında planlıyorsanız, bu bilgi de aklınızda olsun...

 




Yorucu ama ruha ilaç hissi veren saray ve bahçe turları sonrası kasaba restoranlarında yemek yiyebilir ya da Castanheiros Park'ta lokal lezzetlerden Queijadas (peynir ile yapılan bir çeşit tatlı kek), Travesseiros (badem kremalı püf böreği) ile basit bir piknik yapabilirsiniz..

Yeme-içme konusunda küçük de bir not düşmek istiyorum; zira kasaba muhteşem doğası ve sarayları yanında hem vegi yemekleri hem de yoga konusunda uzmanlaşmış birçok mekana ev sahipliği yapıyor. Son derece tesadüfi olsa da, ilk gün ziyaretimizde aramızda "saklı cennet" diye bahsettiğimiz bir vegi restoran deneyimimiz oldu. Yeryüzüne cennetten fırlatıldığını düşündüğüm, müthiş etkileyici bir mekandı. İsmi Soul Food. Vegi beslenme belki size uygun olmayabilir, ama bahçesinde soluklanmak bile ruhunuza ve yorgunluğunuza iyi gelecektir.

Revize Not, 2018:  Ne yazik ki mekanın kapatıldığı bilgisini öğrendim bir arkadaşımdan. Hissi bizde saklı kaldı, bir de fotoğraflarımız...

ULAŞIM:

Kendi aracınız var ise; Lizbon'un kasabaya uzaklığı yalnızca 25 kilometre ve A7 otoban yolunu kullanarak Sintra'ya rahatça ulaşılıyor. Bizim gibi orman yolunu tercih edeseniz Lizbon'dan yine A7 otoban yolu ile Cascais, Cascais sonrası ise sahil yolundan tabelalar yardımıyla kolayca kasabaya ulaşabiliyorsunuz. Lizbon'dan otobüs seferleri ise düzenli ve sıkça yapılıyor..

Araç yerine tren ile seyahat ediyorsanız; Lizbon'un tren istasyonu Rossio'dan trene atlayıp kolayca kasabaya ulaşabilirsiniz. Tren seferleri saat başı olarak organize edilmiş ama hafta sonları daha sık görünüyordu.. Yoğun turist dönemlerinde gittiğiniz an dönüş biletinizi almanız da önemli bir detay, aklınızda olsun.

Bizim gibi Cascais'ten Sintra'ya gidecekseniz ama kendi aracınız da yok ise; tren değil kesinlikle otobüs tercih etmenizi öneriyorlar. Bu otobüsler içinden yolu daha kısa olan tarifenin zamanı 30 dakika, kıyı kıyı geldiği için yolculuğu daha uzun ama çok daha keyifli geçen tarifenin zamanı ise 1 saat..

Şimdiden keyifli bir seyahat diliyorum.

lulu
x

18 Temmuz 2012 Çarşamba

IKSV ile CAZ

Selam,

11 Temmuz 2012 Çarsamba gecesi IKSV Caz Festivali kapsamında çok keyifli bir dinleti yaşadIk. Aslında aynı akşam için planımız Buena Vista Social Club konserine gidip, tatlı dedelerimizle bir latin gecesi yapmaktı, ama konu caz olduğunda benim için akan sular duruyor bir bakıma.. O nedenle, planlarımızı hemen değiştirip caz müziğinin yeni kuşak yeteneklerinden Gretchen Parlato ve Ambrose Akinmusire konserine gitmeye karar verdik.

Bu iki ismi daha önce duydunuz mu bilmiyorum, ama eğer ki caz müziğini seviyorsanız özellikle Gretchen Parlato'yu yakından takip etmenizi önerebilirim. Berrak ve naif sesini Brezilya müzikleriyle daha da etkileyici bir halde izleyiciye ulaştıran enfes bir vokal kendisi.. 2009 yılında yayınladığı In a Dream albümü ile "en büyüleyici caz albümü" seçilmişti. Ambrose ise caz eleştirmenleri tarafından yılın en başarılı trompetçisi olarak kabul ediliyormuş.

Konserin bir bölümünde başlayan ezanın bitişini tüm ekip olarak nazikçe ve meditatif bir havada beklemeleri, konser bitimi öncesi yaşanan ses aksaklığını seyirciye nazikçe iletmeleri ve sabırla problemin çözülmesini beklemeleri konserin müzik şöleni dışındaki tatlı anlarıydı.. Bu arada konseri İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde izlemek de bir başka keyifti. Gerçi mekanda bulunan diğer misafirlerden bir parça daha şanslı olarak; müze bahçesindeki masamızda oturup hafif bir seyler de yudumlayarak dinledik konseri.. Hakikaten enfes bir akşamdı ambiyans olarak da müzikal olarak da.

Sanattan, festivallerden uzak kalmamak dileğiyle...

sevgiler 
lulu
x







11 Temmuz 2012 Çarşamba

BEIRA MAR RESTAURANTE - CASCAIS

Aslına bakarsanız kapitalist düzenin yaptırımlarından biri olarak gördüğüm Anneler Günü, Babalar Günü ya da Sevgililer Günü gibi özel günleri önemseyen biri değilim, ancak dürüst olmak gerekirse Alpcan'ın aramıza katılışı sonrası Babalar Günü bana bir nebze de olsa sevimli gelmeye başladı. Neticede içinde içten bir sevgi paylaşımı varsa nasıl reddedilebilir ki böyle paylaşımlar? Biz de fazla patırtı kütürtü koparmadan ve maddi beklentiler içine de girmeden kendi aramızda sevgiyle kutluyoruz bu günü, daha doğrusu ilk babalar günümüzü bu şekilde paylaşmıştık... 

İkinci kutlama Portekiz seyahatimize denk gelince, seyahat öncesi kafamda harika bir akşam yemeği planı yapıp, Cascais'te bulunan ve tavsiye edilen iyi deniz ürünleri restoranlarından birine; Beira Mar 'a rezervasyon yaptırdım ve yerimizi garantiye aldım. (Adres: Rua Das Flores No.6 2750-348 Cascais/Portugal)

Başlangıç ve ara sıcaklara bayıldığımız hatta karideslerin tazeliği ve bizim kendisine olan düşkünlüğümüz yüzünden birkaç farklı pişirme tekniği ile karides denemesi yaptığımız, ana yemekte seçtiğimiz balık için çok fazla heyecanlanmayıp, yediğimizde bizi hakikaten şaşırtmasına şaşırdığımız bir akşam yaşadık Beira Mar'da.

Ana balık tercihimiz şefimizin de yardımıyla Robalo Forno oldu. Şef, okyanusun derin ve soğuk sularında yaşayan büyükçe bir balık olması nedeniyle tadının da bizim alıştığımız balık lezzetinden uzakta olacağını söyledi işin en başında, ama uygulatacağı sos ve pişirme tekniği sayesinde bu farkı bize en minimumda hissettirmeye çalışacağını da ekledi.. Güvendik kendisine.. İyi ki de öyle yapmışız.. Hakikaten enfes bir lezzet deneyimiydi yaşadığımız..

Bir balık akşamına elbette beyaz şarap ile eşlik etmek icap ediyor, benim de kırmızı şaraba karşı mesafeli oluşum yurt dışında bizi hep balık ve deniz ürünleri gecelerine itiyor zaten.. Damak zevki gelişen bir şey, aynı insanın kendi gibi.. O yüzden bu tavrım ileride değişir mi bilemiyorum, ama Portekiz'de de beyaz şarap anlamında çok tadında denemeler yaptık beyaz şarap sevdam yüzünden.. Gerçi bir yandan da içtiğin şaraptan çok bulunduğun ortam ve hissettiklerin belirliyor şarabın lezzetini.. Buna çok inanıyorum. Belki de o yüzdendir zaman zaman seyahat anında bayıldığın bir şarabı yanına alıp ülkeye getirdiğinde aynı lezzeti bulamamak...

Lafı uzatmadan şarap ile ilgili edindiğimiz bilgilerden de biraz bahsetmek istiyorum size..

Her ne kadar şarap konusunda pazar lideri Fransa ve İtalya ülkeleri olsa da Portekiz'in de şarap konusunda iddialı olduğunu bilmek gerek. Bir kere yerli halkın söylediği ve bizim de aklımıza yatan en doğru şey; zaman içinde Portekiz'in sessiz sedasız kendi üzümlerini geliştirmesi olmuş. Bu gelişim, ülkeyi belli başlı üzümler yerine farklı üzümlerde bir adım öne taşımış yıllar içinde.. Porto şarabının haklı başarısı bu bakış açısından geliyor olmalı.. Meşhur yeşil şarapları vinho verde ise mutlaka denenmeli, notlarınızda olmalı. Tam olgunlaşmadan hasat edilen soğuk bölge üzümünden elde edildiğinden tadı asidik, ama içimi çok keyifli şarap örnekleri var....

Madeira, Portekiz'in en ünlü şaraplarından biri kabul ediliyor. Birçok üzümün bir araya gelmesinden elde ediliyor ve içinde bulunan üzümlerde arasında Malvasia üzümü de var. (tatlımsı olmasına rağmen kupaj kullanımında seviyorum ben bu üzümden yapılmış şarapları) Biz tatlı şarap sevmediğimiz için daha kuru olan şişe denemeleri yaptık genelde, nefisti.

Bizim yemekteki şarabımız Seleçao Do Enologo oldu. Nefis bir beyaz şarap örneğiydi diye düşünüyorum, özellikle de aperitifler ya da hafif yemeklerle çok yakışacak bir lezzetti. Ferahlatıcı, hafif hafif geldi.. Bir ilkbahar sabahı gibi...

Yemek sonunda aslında ağzımızın tadı çok yerinde olmasına rağmen şefimizin balık sofrası tatlısız olmaz ısrarı ile çikolatalı kekleri Bolo Chocolate ortaklaşa denendi. Kekin yanına da -artizan olmasa da- dondurmamızı eklettik, mis gibi bir kapanış oldu.. 

Hep birlikte ve nice keyifli kutlamalara diyorum..

lulu
x

 






 





9 Temmuz 2012 Pazartesi

IKSV ve Ana Moura.

Selam,

Portekiz seyahati yapmış olanlar sanırım beni çok iyi anlayacaktır; zira seyahat sonrası dilinde fado ezgileri kalan yalnızca ben olamam, değil mi? Bu duygularla seyahatten dönmüş ve evde bağrı yanık şarkıları berbat sesimle mırıldanırken, fadonun enfes seslerinden Ana Moura konserinin haberini almak beni nasıl mutlu etti sanırım tahmin edebilirsiniz..

Ana Moura Portekizli hatta bizim de Portekiz seyehatimizde konakladığımız Cascais'e çok yakın bir kıyı kasabası olan Carcavelos yerlisi bir fadista. IKSV konser tanıtım kitabında "Sanatn o tanımlanamaz tarafına da hakim olan nadir sanatçılardan, o kuvvet, o haritası çıkartılmamış, yolu bulunmayan duygu ki biz ona kısaca ruh diyoruz, Ana işte o gizemi yakalıyor" şeklinde harika bir tanımlama yapılmış Ana için... 

Konserde çok da tatlı bir sürpriz vardı. Stones Project'i duymuş muydunuz, bilemiyorum. Kendisi Rolling Stones'un unutulmaz şarkılarını dünyanın en iyi seslerine yorumlatma projesi. Ana Moura bu proje kapsamında seslendirdiği hatta Rolling Stones'un Lizbon konserinde Mick Jagger ile düet yapma şansı da bulduğu "No Expectation" şarkısının fado versiyonunu söyledi bize o aksam. Tek kelimeyle muhteşem bir deneyimdi.

Henüz Fado kültürünü çok yeni deneyimlemiş biri olarak bildiğim en önemli şey Fado müziğinin ses sistemi olmadan, mikrofonsuz icra edilmesinin esas olduğu ki bu şekilde dinlenen fado hem solist hem de Portekiz gitarının enfes sesinin çok daha yoğun hissedilmesini sağlıyor. Ana'nın bize o akşamki ikinci sürprizi de mikrofonsuz söylediği bir şarkı oldu. Müzik, özenle hazırlanmış küçük sahne düzeni ve Ana'nın muazzam sesi Aya İrini'in büyüsünü çok daha unutulmaz kıldı diyebilirim.

Biz de yine bir Aya İrini ya da Arkeoloji Müzesi'nde konser izleyecek olmanın zaruri kıldığı ritüelimizi yerine getirip, bahçede bulunan Karakol Restoran'da konser öncesi keyfi yaptık. Bunu da ayrıca tavsiye ederim..

lulu
x


 



 

 


4 Temmuz 2012 Çarşamba

PRAIA DO GUINCHO

Selam,

Lizbon uçak biletlerimizi kestirip seyahat araştırmalarıma başladığımda karşıma çıkan en heyecan verici adreslerden bir diğeri; Praia do Guincho idi. Haritada Serra da Sintra Milli Parkı'nın batı ucunda yer alan Praia do Guincho, merkezden çok da uzaklaşmadan varılabileceğiniz, ama vardığınızda sanki dünyanın ücra bir köşesine geldiğinizi hissedeceğiniz son derece vahşi ve etkileyici bir plaj.

ULAŞIM: 

Guincho plajına Cascais’ten lokal otobüslerle rahatça ulaşılıyor. Cascais'e uzaklığı yalnızca altı/yedi kilometre gibi bir mesafe. Lizbon’dan ise Cais do Sodre tren istasyonundan Cascais’e otuz dakikada ulaşıp, sonrasında otobüs kullanabiliyorsunuz. Eğer kendi aracınızla plaja ulaşıyorsanız, iki farklı otoparktan birini ücretsiz olarak kullanabilirsiniz.

"Cabo Da Roca" postunda bahsettiğim gibi, Cascais sahil yolundan tabela takip ederek Guincho'ya da kısa, kolay ve nefis bir yolcukla ulaşabiliyorsunuz. Plajın hemen ardında görünen Sintra dağlarının yol boyunca seyri hakikaten son derece keyifli. Yolun denizle buluştuğu noktadaysa yine bir başka nutuk tutulması yaşanıyor; zira dalgalar henüz karşıdan bakıldığında bile insanı heyecanlandırmaya yetecek kadar vahşi.. 

Bu plajı düşündüğümde; otoparka varışımız, arabadan indiğim o ilk an ve oldukça sert bir şekilde yüzüme vuran kuzey rüzgarları geliyor. Rüzgarın bedenime verdiği tuhaf hislerle ardı arkası kesilmeyen dev dalgalara bakakalmıştım.. Büyülü bir andı. Radyoda o sırada çalan müziği zaman zaman hatırlar gibi oluyorum, ama hayalimin bir oyunu mu, çok da emin olamıyorum... 


Guincho, yaklaşık 800 metrelik genişlikte bir sahil şeridine sahip. Cascais'e yakın olan diğer sörf plajları yüksek sezonlarda oldukça kalabalık olurken, Guincho'da amacınız sörf ise her daim sizi tatmin edecek bir atmosfer bulmak mümkün oluyormuş.

Yalnız şunu eklemeliyim ki; deniz suyu Temmuz ayında olmamıza rağmen oldukça soğuktu. Zaten yıl boyunca Atlantik Okyanusu’nun serin suları plajda hüküm sürer ve hatta yaz ve kış ayları arasındaki deniz suyu sıcaklığı yalnızca 2 derece fark edermiş. Bu noktada, deniz suyu sıcaklığının ortalama on beş/on yedi derece arasında gezdiğini bilmenizde fayda var.. Tabi bir de sahil kesimi daima rüzgarlı. Bu denli vahşi bir deniz ve plaj olmasının nedeni de sert ve soğuk esen kuzey rüzgarları zaten...


Guincho için Estoril kıyı şeridinin en popüler sörf plajlarından biri diyebiliriz. Burada hem dalga sörfü hem rüzgar sörfü hem de kite surf yapılabiliyor. Elbette buna cesaretiniz varsa!

Ben cesaret diyorum ama sörfçüler Guincho için gerekli güvenlik koşullarının yeterli hatta oldukça ideal olduğunu, bu nedenle amatörlerin de korkmadan burada sörf yapabileceğini söylüyorlar. Plajda sörf ve sörf eşyalarını kiralayabileceğiniz mağazalar mevcut ve bir de sörf okulu bulunuyor. Güçlü bir gel-git zamanı değilse, tek başınıza ya da toplu olarak sörf dersi almanız mümkün.

Temmuz ayında dahi bu derece kuvvetli rüzgarları hissetmek ve dalgaların büyüklüğünü görmek insanı ister istemez kış ayları hakkında durup düşündürüyor ve ürkütüyor. Norveçli dalga kovalayıcı iki sörfçü ile aynı evi paylaştığımız ve maceralarını her akşam düzenli dinlediğimiz için, kış aylarında bu sahilde bulunmayı pek de hayal edemedim ben..




Evet, burası yüzde yüz bir sörf plajı. Ama sörf yapmıyorsanız dahi gidip görmenizi ve hareketli günlük yaşamını gözlemlemenizi öneririm. Benim gibi, adrenalin düzeyi daha sakin sporlara yatkınsanız dalgalara uzaktan bakmanın tadını çıkartabileceğiniz seyirlik bir terası var plajın. Bar do Guincho ise plaj üzerinde bulunan küçük bir bar. Bu bardan içeçek alıp, o terasa konumlanıp, sörfçüleri ilgiyle izleyebilirsiniz.

Son olarak, güneşlenmek ya da plaj aktivitelerinden faydalanmak gibi isteklerinizi burada cevaplamanız ne yazık ki pek mümkün değil, ancak kumsal herkese ait ve dilerseniz elbette kumlar üzerinde de gönlünüzce keyif yapabilirsiniz.




KONAKLAMA: 

Eğer buraya ayıracak bir tam gün ve geceniz varsa; plajın üzerine kurulmuş Estalagem Muchaxo Hotel dünyanın "farklı" konaklama deneyimi sunan enteresan adreslerinden biri olarak notlarınızda olabilir. Kendisi bir sörfçü oteli olsa da, o ambiyansın içinde bulunmak ve de hırçın dalgaların hemen yanında bulunan havuzda yüzebilmek bayağı iyi bir deneyim olabilir diye düşünüyorum.

Bu otel dışında, plaja en yakın otel tercihleri için Cascais otellerine ya da hostellerine bakabilirsiniz..



NOT: 1969 yılında yayınlanan James Bond filminin bazı sahneleri bu plajda çekilmiş. Sinefillerin ilgisini çekecektir sanırım.. 

lulu
x