16 Ağustos 2023 Çarşamba

B O L O G N A "citta rossa"

Yıllar sonra yeniden Bologna…


Seyahatten tazecik döndüğüm vakitler, Morandi'nin, Lucio Dalla'nın, belki bir parça da Pasolini'nin ve elbette lokal lezzetlerin peşinde bir Bologna'yı paylaşmak için nasıl da hevesliydim. Gel gelelim ülke gündemi buna izin vermeyi çok gördü yine bana. Düşünüyorum da, ne çok seyahatim sonrası yazılarımı yarım bıraktım ya da hiç yazmaya başla(ya)madım bile. Ama olsun, diyeceklerim baki... 


Tam bu noktada Spotify listenize uzanıp bir Lucio Dalla şarkısına ve pek güzellerden biri olan "Caruso"ya uzanabiliriz diye düşünüyorum... sonra da başlayalım şehri anlatmaya...



Bologna İtalya’nın Emilia-Romagna bölgesinin başkenti. Citta Dotta, Citta Rossa ve Citta Grassa diye dillerde dolaşan şehir tanımlamaları aslında şehri kabaca anlamanın en kısa yolu kabul edilebilir. Dotta, yani "bilge" bir şehir kendisi, zira dünyanın ilk üniversitesi olan Bologna Üniversitesi'ne sahip, rossa yani "kızıl" bir şehir, çünkü mimarisinde daima kızıl taş ve tuğlalar kullanılmış ve bu durumu anlayabilmek için yüksek bir bina ya da bir kuleye çıkılması şart. Ve grassa, yani "şişman" bir şehir ve bu da tahmin edebileceğiniz üzere tamamen gastronomik bir söylem.


Bologna Ne Zaman Ziyaret Edilmeli?

 

Yaz aylarında Bologna’ya gidilmemesi icap ettiğinden; bahar ayları şehirde olmak için kesinlikle en doğru zamanlama diyebilirim. Yani, ilkbahar ve sonbahar elbette ilk tercihiniz olmalı, ama bunun yanında kış ayları için de "neden olmasın ki?" diyebiliriz,çünkü kar ve yağmur dahi olsa "portico" denen koridorlar sayesinde bu şehrin tam olarak keyfine varabilmek pekala mümkün olabilir.



"Neden yaz olmasın?" sorusunun yanıtını, Italy Segreta'da “Are you crazy? There is no way I am going to Bologna with this heat, I will die from insolation (sunstroke)!” cümlesini okuduktan sonra daha net anladım açıkçası.. Yani bu öyle bir cümle ki; İtalyan halkı yalnızca Bologna için değil, sıcak havalarda genel olarak gitmek istemedikleri yerler için de kurarlarmış. Potico'lar havayı bir parça serinletmek için dahi kurtarıcı kabul edilmiyorsa, yaz aylarında şehirde ne denli sıcak bir hava olduğunu anlayabiliyorum. (Ki ben de bir önceki kısa süreli Bologna ziyaretimde temmuz ayı sıcaklıklarını ucundan da olsa deneyimlemiştim.)




 
































Ulaşım

 

Bologna genel olarak dümdüz bir coğrafya üzerine kurulmuş ve bu nedenle de yürümekten daha keyifli ve deneyimlenesi bir ulaşım tavsiyesi ver(e)meyeceğim size. Hem hakikaten bir şehri yürüyerek keşfetmekten daha yerinde bir tavsiye olabilir mi? Ve üzerine bir de bu şehirde portico yollarımız varken... 


Bologna'da kendi adıma kullandığım tek ulaşım aracı havalimanı ve şehir merkezi arasındaki tren oldu diyebilirim. Uçaktan yürüyerek indikten sonra (evet ya, yürüyerek!) havalimanının hemen dışında kalan tren istasyonundan Marconi Express ile merkez tren istasyonu Bologna Centrale'ye ulaşılıyor. Bu tren yolculuğu beş dakika kadar sürüyor ve gidiş-dönüş bilet ücreti kişi başı 17 Euro olarak istasyonun girişindeki bilet otomatlarından (yalnızca kredi kartı ile) alınabiliyor..(Ücret 2022 yılı için geçerli. Gitmeden güncel fiyatları kontrol etmekte fayda var.)


Aslında havalimanından otobüs ile de merkeze gitme şansınız var ve bu kısmen daha ekonomik bir tercih olabilir, ancak otobüs yerine treni tercih etmek kesinlikle vakit kaybını önlüyor. (otobüsler tek yön kişi başı 4 Euro)




































Bologna Şehir Hayatı... 


Bologna bir üniversite şehri olduğundan tarihi olması yanında kesinlikle ruhu genç bir şehir. Hayat neredeyse hiç durmuyor ve diğer yandan da bu canlılığını yalnızca gençlere borçlu da değil. Yetmiş yaşının üzerinde o kadar çok yerli gördüm ki seyahatim boyunca; ne sabahın erken saatleri ne de gecenin geç vakitlerinde şehrin yaşamına karışmaktan imtina etmemiş, aksine yürüteçleriyle ya da bastonlarıyla hayatın bir şekilde ucundan tutmuşlardı. Buna hakikaten bayıldım.


Beni tanıyanlar bilir, Milano pek kıymetlidir yaşamımda. İş hayatımın merkezi olmakla birlikte, şehrin gündelik yaşamını çok sever, bir şekilde yolumu iş dışındaki seyahatlerimde de bu şehre düşürür ve herkesin sevmemesine de bir parça içerlerim. Lakin bir yanım şunu çok iyi bilir ki; Milano'yu sevmek zaman ister, emek ister ve o sevgi yaratımı bir kez gerçekleşirse ondan kopmak neredeyse imkansız olur.. Geleyim Bologna'ya.. O çok sevdiğim Milano yaşamından bile daha fazla keyif aldığımı söyleyebilirim Bologna sokaklarında dolanırken. Öğrenci şehri olmasına rağmen, hissedilir seviyede kozmopolit olmaması elbette bir avantajdı diyebilirim, ancak O'nu Milano'dan daha şık bulduğumu bile söylemeye cürret edeceğim izninizle. Edeceğim, zira insanların bu denli telaşsız, huzulu ve özenli olmalarını daha önce Milano sokaklarında dahi bu kadar kuvvetle hissettiğimi hatırlamıyorum. Bu, Milano'yu ikinci sıraya attığım anlamına gelmiyor elbette, ama Bologna'yı kalbimde nasıl güzel bir yere koyuyor siz düşünün. 


Leonardo'nun dediği ve benim de sık sık hatırladığım gibi; "her şey mümkün".



Bologna Şehrinin Meydanları... 


Bologna'yı keşfetmeye meydanlarından başlamanız ve ana hatlarıyla meydanları gezdikten sonra kendisiyle daha da yakından tanışmak adına ara sokaklarında bol bol kaybolmanız öncelikli öneririm. Şehrin neredeyse tüm meydanları, her şehirde olduğu gibi burada da halkın ana buluşma noktaları kabul ediliyor, lakin buna rağmen, hayat, bu meydanlarda dahi son derece telaşsız ve sakin bir seyirde akmaya devam ediyor. İnsanın zaman zaman "bu ne telaşsızlık!" diyesi gelmiyor değil ve bu bahsettiğim, Bologna insanı için bir tembellik belirtisi de değil, aksine büyük şehir karmaşasında yaşayan "ben" için adeta bir kıskançlık.. 


Piazza Maggiore şehrin tam olarak ana meydanı ve iki önemli tarihi eser

San Petronio Bazilikası ve belediye binası Palazzo d'Accursio bu meydan bulunuyor. Palazzo dei Notai, Saat KulesiPalazzo del Podesta da bu meydanın diğer önemli tarihi yapıları.. Maniyerizm kökenli mimarlardan ünlü Vignola'nun elinden çıkmış ve bir Rönesans güzeli kabul edilen Palazzo dei Banchi ve Archiginnasio Sarayı'nın porticolarının da bu meydana bambaşka bir güzellik kattığını söylemeliyim.. Çok isim var biliyorum, ama meydanın ortasında durup sakince bir 360 derece dönüş hakkı tanırsanız kendinize, tüm bu yapıları tek tek fark edeceksiniz.. Görmek her zaman görmek demek değil, kendinize birazcık zaman tanıyın bu esnada.. Hani Pasolini'nin Oedipus Rex filmindeki son sahnesinde kameranın dingince etrafı gezinişi gibi.. Enfes, enfes!



Meydanın bir yanını bu kadar merkezde olmasına rağmen oldukça sakin bir ortama sahip diyebileceğim Piazza Galvani, diğer yanını ise Neptün heykelinin (22 Aralık 2017'de restore edilmiş şahane bir heykel kendisi) bulunduğu Piazza Nettuno adında minik meydanlar çevreliyor ve Nettuno'da eski borsa ama yeni kütüphane binası olan Biblioteca Salaborsa, yani halk kütüphanesi bulunuyor. 


Bolognalılar Maggiore Meydanı'nı Emilia Romagna'ya özgü yerel bir ekmek olan Crescenta'ya benzettiklerinden buraya "Crescentone" derlermiş. Bayağı tatlı bir bilgi bu :) Crescentone'de Cumartesi günleri nefis bir antika ve ikinci el pazarı kuruluyor. Temmuz ve Ağustos aylarında ise film festivali “Sotto le Stelle del Cinema“ heyecanı yaşanıyormuş. Olur ya sıcağa aldırmaz ve yaz günlerinde şehirde olursanız keyifli bir gece aktivitesi olacağı şüphesiz..


Maggiore'de bulunan ve yarım kalmışlığına rağmen dünyanın en güzel yapılarından biri kabul edilen San Petronio Kilisesi aslında dünyanın en büyük kilisesini yapma arzusuyla yola çıkılan, ancak Papa'nın bir geçit ile kiliseyi evine bağlama isteğine Bolognalılar karşı çıktığı için gerçekten de yapımı yarım kalan bir dini yapı. Bu yarım kalmışlık O'nu şehrin dokusuna daha da yakıştırmış dersem kesinlikle abartılı bir ifade kullanmış olmam. Cidden çok yakışıklı kendisi! Hatta merdivenlerine oturmak bir ritüel olsa da, bir de tam karşısındaki mekanlardan birine oturup seyre dalmak hoş oluyor diye düşünüyorum. 


Piazza Cavour Bologna ile özdeşleşmiş Lucio Dalla'nın "Piazza Grande" şarkısındaki meşhur meydan oluyor. Aslında herkesin aklına ilk o geldiği için, şarkıdaki Piazza Grande'nin Piazza Maggiore olduğu varsayılırmış, oysa o meydan, Dalla'nın gençliğinde yakınında yaşadığı, daha küçük ama şüphesiz ki pitoresk bir meydan olan Piazza Cavour imiş.. Eee bu durumda bu şarkıyı da dinlemenin tam vaktidir! çok da severim, hadi açalım :)


Piazza di Porta Ravegnana şehrin ana caddelerinden Via Rizzoli'nin sonunda ve şehrin simgesi kabul edilen Asinelli ve Garisenda kulelerinin bulunduğu küçük meydan. Çok cici, çok merkezi ve ılık mevsimlerde benim gördüğümden daha da keyiflidir şüphesiz. Piazza Mercanzia ise kulelerin hemen yakınında ve bir Orta Çağ havası solumamızı sağlayan bir diğer keyifli meydan.



Ravegnana'nın hemen yan paralelinde, bana göre şehrin en güzel meydanı olan ve çevresinde Palazzo Isolani ve “yedi kilise” diye bahsedilen San Stefano Bazilikası'nı da bulunan Piazza Santo Stefano var. Zeminine patates yerleştirilmiş gibi hissetmemi sağlayan (bu da bir çoçukluk hissimdir. bu tip taşlı yollarda taş yerine hep patatese bastığımı düşünürdüm) ve bu hali ile bana kendini daha da sevdiren bir meydan burası. Bologna şehrini bu meydanda ve onu çevreleyen portico'larda daha da derinden hissettim diyebilirim. (Bu meydana Piazza dell Sette Chiese yani Seven Churches Square da deniyor..) 


Santo Stefano'dan sonrası ünlü İtalyan şair Carducci'ye adanmış ve kendisinin heykeli de bulunan Piazza Carducci bulunuyor ve bu meydanda 2017 yılından bu yana her pazar sabahı Cittaslow felsefesi izinde yaratılmış bir çiftçi pazarı olan il mercato del Novale kuruluyor..(Cittaslow nefis bir yaşam felsefesi İtalyanlar için, araştırın çok isterim.) 


Sessiz sakin, ama kendine has yaşamları olan iki şehir meydanı daha var. Piazza San Domenico -meydanın zemini nehirden alınmış çakıl taşlar ile döşeli- ve Piazza San Francesco. Özellikle San Francesco'da bulunan ve yapımı 13.yy'a dek uzanan, Romanesk ve bir miktar da Gotik kilise San Francesco'yu seyre dalmak, bu vesileyle meydanın banklarına otup soluklanmak bence iyi bir fikir. Ayrıca bu meydan, gece hayatıyla pek meşhur olan Pratello bölgesinde olduğundan geceleri de bayağı hareketli oluyor..  


Ve son olarak da üniversite kampüsünün hemen yani başındaki, bence hayatın en renkli aktığı meydan olan ve ayrıca da şehrin opera binası Teatro Comunale'ye ev sahipliği yapan karakteristik Piazza Giuseppe Verdi var.. Üniversite öğrencilerinin meydanın çeşitli yerlerine dağılmış hallerini gözlemlemek, evden getirdikleri öğle yemeklerini yeme ya da ders çalışma görüntülerini seyretmek için dahi ziyaret edilebilir bu meydan. Adeta film karesi gibi anlar sunuyor insana.. 


Yani elbette şehirde başka meydan ya da meydancıklar da vardır, ve fakat bu ana meydanların peşinden koştuğunuzda zaten ara sokaklarına defalarca dalıp çıkmış ve şehirle içli dışlı olmuş olursunuz diye düşünüyorum.



Tarihi yapılar...  


Cathedral Metropolitana di San Pietro Via dell’independenza’da bulunan ve Aziz Petrus'a adanmış Bologna Katedrali kendisi. Bologna başpiskoposunun koltuğuna da sahipmiş metropol katedrali olması nedeniyle. Çok üşüdüğüm bir gün, Alpico Lego mağazasıda vakit geçirirken ben de katedralin içine gidip, hatta tahta sıralarına oturup ve gözlerimi kapayıp uzun uzun dua etmiştim. Hayatımı çevreleyen bazı önemli anlar vardır ve o gün, o anlardan biri olarak hep hatırımda kalır diye inanıyorum. Bu nedenle de bu katedral ile birbirimizi sık sık anacağız gibi hissediyorum. Duam aklımda, bakalım vakti ne zaman? ;)

 

Piazza Santo Stefano'da bulunan ve yedi Kilise olarak bilinen San Stefano Bazilikası, yerel olarak Sette Chiese ve Santa Gerusalemme olarak biliniyor ve bana şehrin kalbinde olmasına rağmen adeta tüm şehirden saklanmış hissi veriyor. Mutlaka zaman ayrılası ve iç avlusunda dolanılası bir yapı burası.. Muazzam.


Palazzo dei Banchi, Maggiore Meydanı'nın görkemli Rönesans güzellerinden biri ve 16.yy’da Vignola tarafından tasarlanmış bir ön cepheye sahip. (Giacomo Barozzi da Vignola 16. yy. Maniyerizm’inin büyük mimarlarından biri, hatta İtalyan Rönesans stilini Batı Avrupa'ya yayan üç büyük İtalyan mimardan da biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca İtalya'da Barok dönemin başlangıcını kendisinin yaptığı kabul ediliyor.) 

 

Torre Asinelli ve Torre Garisenda (Le Due Torri) şehrin neredeyse sembolü haline dönüşmüş, 12 ve 13.yy’dan kalan Orta Çağ ikiz kuleleri. O dönemlerde şehirde 180 civarı kule varmış, fakat günümüzde yalızca 20 tanesi görülebiliyor. Şehirde kulelerin bu kadar çok olmasının nedeni; zengin ailelerin statü simgesi olmasıymış tahmin edebileceğiniz gibi.. Garisenda eğik olduğundan ve yıkılma tehlikesi bulunduğundan içine giriş izni yok ne yazık ki. Asinelli ise, neredeyse 98 mt yükseklikte ve 1.5 mt eğik olmasına rağmen ziyaret edilmesinde bir sakınca görülmüyor ve bu sayede 498 basamak sonunda harika ve en önemlisi de kızıl bir Bologna manzarasına kavuşmamıza olanak sağlıyor. Bologna'yı bir de buradan görmeden bu şehirden kesinlikle dönülmemeli. Çok turistik bir aktivite olsa da, bu, bu şehir için zaruri bir durum. (Ziyaret edebilmek için kulelerin web sitesinden rezervasyon oluşturmanız ve bilet almanız şart)  

 

* Asinelli’nin romantik efsanesi; bir gün genç bir adam eşekle çakıl taşırken çok güzel bir kız görür, aşık olur ve kızın soylu babasına onunla görüşmek istediğini söyler. Baba alaycı bir tavırla şöyle der; “ancak Bologna’daki en yüksek kuleyi inşa edersen…” Eh tahmin edebileceğiniz gibi; genç adam gerekli mali şartları yoktan yaratır, kuleyi inşa eder ve kızımızı da kapar. Böylece de kule tüm zorlukları yenen aşkların sembolü oluverir. Oley!!

 

Madonna di San Luca Kilisesi Bologna’nın ünlü yedi sırrından biri. 666 revaktan geçilerek ve toplamda dört km yürünerek varılan kilise, şehrin en yüksek noktasında bulunuyor. Bologna’ya bir de buradan bakmak olsa olsa bonus olur. :)



Little Venice Bologna şehri içinde gizlenmiş minyatür bir Venedik. Zamanında çok fazla kanal varmış şehirde, ancak şehirleşme nedeniyle çoğu yok olmuş diyorlar. Canale della Moline de denilen kanala; Via Piella, Via Oberdan ya da Via Malcontenti’deki minik pencerelerden bakış atılıyor.. Hatta bu bakışı La Piccola Venezia denen minik bir metal pencereden yapmak pek tatlı bir sürpriz oluyor. (Via Piella 16'daki pencere şehre dair mutlu an olarak düşünülmeli ve ıskalanmamalı)



Bolonya Üniversitesi, yani Universita di Bologna 1088 yılında kurulduğu kabul edilen, Batı dünyasının en eski üniversitesi. İlk olarak hukuk alanında faaliyet gösteren okulun, 14. yüzyıl itibariyle astronomi, fizik, tıp, felsefe gibi bölümleri de bünyesine ekleyerek seçkin akademisyenlerin de desteği ile önemli bir konuma geldiği söyleniyor. Avrupa kültürü için bir referans noktası kendisi ve “üniversite” kelimesini ilk kullanan eğitim kurumu olarak da tarihe geçmiş durumda. Mezunları arasında Dante, Petrarch, Erasmus, Kopernik gibi isimler var. 2016’da kaybettiğimiz Umberto Eco da, 1971’den -sanıyorum ki- ölümüne dek Bologna Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapmış..


Alpico ile beraber üniversite çevresinde dolanmak, ve hatta onun üniversite duvarlarına yazılar yazdığı anları heyecanla seyretmek sanıyorum bu seyahatin en şahane anlarıydı. Hala pırıl pırıllar zihnimde..



Archiginnasio Sarayı, yani Palazzo dell’Archiginnasio 1805 yılına kadar üniversite binası olarak hizmet vermiş ve içinde Bolonya’nın birçok önemli mirasını barındırıyor. Bina müthiş, avlusunda dolaşmak bir harika, duvarlarındaki armalara bakmaksa büyülenmekle eş değer benim nazarımda.. Eh biraz da baş döndürücü, zira toplam 6000 adet arma bulunduğu söyleniyor. Binanın içinde üniversite döneminden beri kullanılan iki derslik bulunuyor. Biri o dönemde hukuk öğrencilerinin kullandığı Stabat Mater, diğeri ise sanat derslerinin yapıldığı ve şimdi kütüphane olarak hizmet veren Archiginnasio Kütüphanesi. Kütüphane 1838 yılından beri hizmette ve hayranlık verici bir atmosferi var deniyor. Deniyor diyorum, çünkü ancak Stabat Mater gezilebiliyor. Kütüphaneye giriş kullanım şartı ile mümkün ve ben de kolayca yalan söyleyebilen biri değilim.. Hemen belli edebilirdim, risk almadım.



İçeride bulunan en etkileyici oda ise -bana göre- Anatomi Amfisi'ydi. Öğrenciler o yıllarda bu amfide kadavra incelermiş. Amfinin duvarlarındaki heykeller; Hippocrates, Galenus gibi ünlü hekimleri temsil ediyor. Kürsünün iki yanında ise “Spellati” yani derisiz heykeller var, bayağı ilginçler. Bu odada soluklanmak, o esnada da detayları izlemek bence bir haz nedeni ve -ilgisi olan için- önemli şehir aktivitelerinden biri..

 

Piazzetta Betlemme şehrin murallerle çevrelenmiş bölgesi. Hani olur ya mural peşinde koşuyorsanız, yeriniz tam olarak bu çevre.. Açıkçası ben bu bölgeye zaman ayırmak için kendimi bir türlü motive demedim, çünkü sosyal medyalık kullanımların adresi gibi bir hissim oluşmuştu seyahat öncesi.. (Pişman değilim)



Birkaç Kısa Bologna Notu..


Portici, neredeyse şehrin tüm cadde ve sokaklarını kapsayan revaklara verilen genel isim. Revaklar yani bina kemerleri bir ya da iki taraflı olabiliyor. Bologna’da ise daha çok tek taraflı kemerler görüyorsunuz. Yazın güneş, kışın da yağmur ve kardan koruyorlar insanları. Yağmurlu bir havada, bu revaklardan yürüyerek ve hiç ıslanmadan istenilen yere gitmek mümkün olabiliyormuş ki ben de yağmurlu bir gün bunu deneyimleme şansı buldum. :)


Portici'lerde yürürken süphesiz ki iki önünüze bir tavanlara bakmak gerekiyor, zira ah o portico tavanları!! Ayrıca, özellikle üniversite bölgesindeki revaklar birer sanat eseri kabul ediliyorlar, aman ıskalamayın..


Bologna'nın ilk porticileri, 1042 yılında özel binaların kamu arazisini ihlal etmeden alanını genişletmesinin bir yolu olarak ahşap olarak inşa edilmiş. 1288 yılında tüm yeni yapıların kemerli olması yasası çıkartılmış. (Tarihin ve alınan kararın güzelliği..) 1568 sonrası ise ahşap yerine tuğla veya taş kullanımı kararı verilmiş. Ahşap revaklar hala Via Marsala ve Corte Isolani'de görünebiliyor.


Toplamda şehrin 62 km'lik bir kısmına yayılıyor portico'lar ve Bologna'nın UNESCO mirasının belki de en önemli parçası kabul ediliyorlar, bence de kesinlikle öyle olmalı. (Şehir merkezindeki Porta Saragozza'yı Madonna di San Luca Tapınağı'na bağlayan San Luca Portico, neredeyse dört kilometre ile dünyanın en uzun portico'su)


Şehrin mağaza, kafe ve lokantalarla dolu en hareketli caddesi Via dell’indipendenza. Bu caddede olan portici'lerin altından yürümek, vitrin seyri yapmak, caddenin sağlı ve sollu  sokaklarına dalıp çıkmak, şehrin geneline göre daha kalabalık bir bölge olsa da keyifli diyebilirim. Via Oberdan ve çevresi ise Musevi Mahallesi'ni de içine alıyor ve kesinlikle alternatif bir şehir deneyimi sunuyor.

 

Şehrin ana caddeleri, Via dell’Independenza, Via Massimo Dazeglio ve Via Ugo Bassi, Via Clavature, Via Farini denebilir. Akşamüstü aperitivosu için Via Belveder tatlı bir lokasyon. Via Calzolerie’de bizim eski Asmalı'nın havası yakalanabilir. Sokak sanatçılarıyla dolu yürüyüş caddesi Via Rizzoli'den ise bahsetmemek olmaz.

  

Eski şehrin etrafındaki tarihi kapılar; Castiglione, Santo Stefano, Maggiore, San Vitale, San Donato, Mascarella, Galliera, Lame, San Felice, Saint’Isaia, Saragozza, Govese, Nova

 

Villa Spada Park, Via Saragozza ve Via di Casaglia arasında olan altı hektarlık bir alan. Panoramik bir manzara sunuyor tepelerinden. Terasında da Nicola Zombies heykelleri mevcut. Vakti olan için bir sabah yürüyüşü neden olmasın mesela?



MÜZELER

 

* Pinacoteca Nazionale (Bologna Ulusal Sanat Galerisi) benim şehre dair planladığım tek müze ziyareti kendisi oldu. Bologna Üniversitesi yakınında Via delle Belle Arti, 56 adresinde bulunuyor müze ve koleksiyonu oldukça zengin. Rönesans, Maniyerizm ve Barok dönemlerin önde gelen İtalyan sanatçılarının eserlerini takip edebiliyorsunuz müzede. Artık benim mi yoksa Alpico'nun şansı mıdır bilinmez ama, şehirde bulunduğumuz tarihlerde Raffaello'nun Ritratro di Papa Giulio ll tablolarından biri Pinacoteca'da bir süre için sergileniyordu Dünya gözü ile Londra yerine Bologna'da büyük bir sürpriz gibi karşımıza çıkması hakikaten şahaneydi. Ayrıca müzede ilk kez Tintoretto tabloları görme şansmız da oldu, etkileyici bir isimmiş meğer...


Deneyimlemediğimiz ama burada yazabileceğim üç müze notum daha var: Museo di Plazzo Poggi'da eski zamanlarda doğumda kullanılan araçlar ve bir bebeğin gelişim süreci takip edilebilirmiş. MAMbo, şehrin Modern Sanatlar Müzesi. Bir de tatlı Morandi'mizin müze haline dönüşen evini eklemek istiyorum. Grizzana Köyü'nde gerçi bu ev, ama fazladan bir gününüz varsa şans verilebilir. Morandi o kadar kıymetli bir isim ki şehir insanı için, kafe ve restoranların duvarlarında pastel renkli nefis natürmortlarını görmeniz için bir parça dikkatli olmanız yeterli.  

 

ALIŞVERİŞ

 

Via dell’Independenza şehrin daha erişebilir mağazaların bulunduğu alış-veriş caddesi. Via Ugo Bassi ise en hareketli alışveriş caddesi denebilir. Aralarına dağılmış kafeleri ile yaşam keyifle ve hareketlice akıyor bu caddelerde. Galleria Cavour lüks markalara ev sahipliği yapan bir alışveriş merkezciği diyebilirim. Via dell’Archiginnasio ise şehrin lüks alışveriş caddesi diye geçiyor. Özellikle bu cadde "neredeyse" Milano'nun Monte Napoleone'si kadar havalı diyebilirim. Quadrilatero, şarküteri ve makarna alışverişi için, hemen Piazza Maggiore yakınında bulunan sokaklardan oluşan bir bölge. Şarküteri dükkanlarının dış masalarında oturuluyor ve akşam saatlerinde adeta bir Asmalı Mescit havasına bürünüyor burası.. Gastronomik anlamda son derece, ama son derece lezzetli bir durak ve şehrin tam olarak kalbinde!



PLAK


Malum benim bir plaksever oğlum var. Sehayatleri araştırırken bu konuyu oluruna bırakıp, sokaklarda keşfederiz zamanlarım da bu nedenle bitti diyebilirim. Önden araştırıp not aldığım ve ziyadesiyle faydalandığımız plak dükkanları;


Via Frassinagodaki 180 Grammi Records. (Alpico rock ve metal plakları ben de 5/10 euro'luk klasik eserlerden kaptık burada.)

Via Guglielmo Oberdanda SEMM Music Store & More.

* Via Nazario Sauro’da Gallery16 'ya biz bayıldık! Alpico aradığı plağı bulamadı, ancak minik barında bir prosecco içip keyfime keyif kattım burada.. 

* Alternatif olarak Via Galliera, 23’te Disco d’Oro var.



Kitap & Kırtasiye


Benim gibi yazmaya, Alpico gibi çizmeye hevesli olanlar için mühim bir konu bu!


F.Lli Biagini Srl şehrin makul fiyatlı kırtasiye dükkanı. Via Guglielmo Oberdan’da bulunuyor.

Giannino Stoppani Libreria. 

Palazzo re Enzo, Via Rizzoli’de ve tam olarak çocuk kitabı cenneti.. Zaten Bologna çocuk kitaplarında merkez kabul edilen bir şehir. Faydalanmak lazım... 


Sonraki postta "lezzet!" diyeceğim.. Şimdilik sevgiler pek sevgili okur -hala kaldı ise- :) 


sevgiler..

lulu

x 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder